Barış Kaşka
Çok değil yakın bir zamana kadar Urla’da, Çeşme’de ziraat yapılırdı. Her iki yüzü ayrı denize bakan Urla benim çocukluğumda büyük bir kasabaydı. Mübadele ile Karadağ’dan göç eden anneannemin Urla’daki tarlasında tüm çocuklar sıcaktan kaçar bir çadıra girer ve onlarla birlikte demir şişlere tütün dizerdik. Ödülümüz yine o tarlanın bir kısmında yetişen o mis kokulu kavun ve karpuzdu. Bizim en büyük ziyafetimiz mis kokulu kavun ile karpuzlar yanında yenen peynir ve ekmekti. Akrabalarımızın bir kısmı Nohutalan ve Alaçatı’da yaşardı. Oralar bize göre ufacık köylerdi. Alaçatı’nın dar sokaklarında bulunan ambarlardan gelen tütün ve anason kokusu birbirine karışırdı. Bahar ayında yabani nergisler, ebegümeçleri ve ısırgan otları tarlaların kenarlarını doldurur; büyüklerimiz bu otlardan fırında zeytinyağlı enfes börekler yapardı. Aslında zeytinyağından başka bir yağ bilmezdik. Sırf biz değil tarihi antik Urla Limanı faaliyete geçtiğinden bu yana bu coğrafya için zeytinyağı yemeğin belirleyici unsuru olmuştu. Aslında bu coğrafyanın bu kadar zengin olması göçleri tetiklemiş, göç bu diyarın kaçınılmaz yazgısına dönüşmüş o da kültürü, yemeği değiştirmiş ve zenginleştirmişti. Şimdi yıllar sonra bu değişimi Urla, Çeşme, Alaçatı üçgeninde gastronomide gözlemliyoruz. İşte bu nedenle bu sayfada yer verdiğim işletmeler, lokantalar ve konaklama yerleri olabildiğince bu coğrafyanın kendisine yüklediği misyonla faaliyetlerini sürdürüyorlar.