Öğretmenleriyle dalga geçip bunu kayıt edip sonra da sosyal medyada paylaşan öğrenciler, sınıf basıp öğretmen döven veliler, atanmayı bekleyen yüz binler ve saati 75 liraya ders vermek zorunda kalan öğretmenler… Atatürk’ün ‘gelecek nesilleri emanet ettiği’ öğretmenler ne yazık ki böyle bir tablo içinde 24 Kasım’ı ‘kutluyor’. Biri emekli, diğeri mesleğinde 15 yılını dolduran iki öğretmene, mesleğin dününü ve bugününü sorduk
59 yaşındaki emekli öğretmen Edibe Deniz, 34 yıl boyunca Türkiye’nin farklı ilkokullarında “çocukluk hayali” olan sınıf öğretmenliği yaptı. Meslek hayatına 1989 yılında Kahramanmaraş’ın Oruçpınar köyünde başladı. Anadolu’daki 10 yılın ardından İstanbul’a geldi, burada da 4 farklı ilçe değiştirdi. Şu anda ailesiyle emeklilik hayatı yaşıyor.
Mesleğe ilk başladığınız yıllarda, toplumda öğretmenlik neyi temsil ediyordu?
Öğretmenler toplum içinde güvenilir, sözü geçen, herkes tarafından imrenerek bakılan kişilerdi. Birinin giyiminden hatta konuşmasından öğretmen olduğunu rahatlıkla anlayabilirdiniz. Öyle ki göreve ilk başladığım yıllarda Kahramanmaraş’ta alışveriş yaptığım esnaf bana ‘Öğretmen misiniz?’ diye sorar, duruşumdan ve konuşmamdan anlaşıldığını söylerdi. Her şeyden önce saygı vardı. Sadece çocuklar tarafından saygı görmezdik, aynı zamanda bir yetişkin bile bizle konuşurken önünü iliklerdi. Hatırlarım, ailem beni köye ziyarete geldiğinde, öğrencilerimin velileri kendi aileleri gelmiş gibi misafirperverlik yaptı.
Şimdi dönüp baktığınızda, nasıldı o yıllarda öğretmen olmak?
“İyi ki bu mesleği yapıyorum” dedirten, işime aşkla, sevgiyle sarıldığım yıllardı. Gerek çevreden aldığım tepkiler, gördüğüm kıymet, gerek öğrencilerim ve aynı zamanda velilerle kurduğum diyaloglar mesleğe dört elle sarılmama vesile oldu. Sadece ben değil, bütün öğretmenler aynı şekilde toplumda sevilip sayılırlardı. Ancak yıl be yıl gördüğüm tutum, öğrencilerimin yaklaşımı, tüm eğitim sistemimiz kendini fark ettirmeden değişti.
Nasıl bir değişim sürecinden bahsediyorsunuz?
Elbette köy gibi küçük yerlerde öğretmenlerin çok daha kutsal bir noktada tutulduğu gerçek. Fakat İstanbul’daki ilk yıllarımda da okulda aynı saygı ve sevgi ilişkileri içindeydik. Bugünkü geldiğimiz noktaya bir günde gelmedik. 1990’ların sonunda, eğitimin içine para faktörü girmeye başlayınca işler değişmeye başladı. Devlet okulları “katkı payı” adı altında velilerden bağış almaya başladı. Bu da okul idarelerinin “veli hep haklıdır, veli velinimetimizdir” anlayışını doğurdu. Oysa, geçmiş dönemde okulun süpürgesine kadar devlet karşılardı. Bağışlarla, Milli Eğitim veli ve öğretmeni karşı karşıya getirdi. Öğretmenliğin itibarsızlaştırılma sürecinin ilk tohumları bu şekilde atıldı.
Sonrasında nasıl ilerledi?
Sonrasında, özellikle 2000’lerin başında özel okulların çoğalması süreci hızlandırdı. Bu kadar parayla haşır neşir olunca eğitimde kalite düştü. Velide de, öğrencide de “Parasını ben veriyorum” dönemi başladı. Öyle ki, sınıfta bir çocuğun ayağını masanın üzerine koyup öğretmenine “Ben buraya para ödüyorum, istediğimi yaparım” dediğini bile duydum. Öte yandan biz çocukken annelerimiz bize “Yavrum öğretmenini can kulağıyla dinle” diye öğüt verirlerdi. Şimdi velilerden “Yaz tatili bitse de hocam şunları size atsak” cümlesini duyuyorum. Önceden velilerle saygılı, dostane bir ilişki içindeydik. Son yıllarda, sınıfa kavga etmeye gelen, okul kapısına dayanan veliler gördüm. Veliler değişti, fakat onları değiştiren de eğitim sistemimiz. Bu kutsal mesleği itibarsızlaştırdılar.
Peki çocuklar tarafında durum ne, öğretmenlere eski saygı duyuluyor mu?
Son zamanlarda, öğrenciler adeta “senin görevin bana bu dersi vermek” diyerek bakıyorlardı. Çünkü aileleri tarafından biraz önce saydığımız sebeplerle böyle yetiştirildiler. Belki, değişen çağın, sosyal medyanın da etkisi oldu. Sonuç olarak, öğretmen ve öğrencinin arasındaki o özel diyalog da çok değişti.
Öğretmenlerimiz de bu süreçte değişti mi?
Tabii ki. Benim üniversite sınavına girdiğim 80’li yıllarda okul sayısı azdı, öğretmenlik puanı yüksek, adeta hücum olan, kazanması çok zor meslekti. Sadece kazanmak değil, okurken aldığınız eğitim kalitesi de çok önemli. Biz iyi yetiştirildik. Öğretmenliği bölüm olarak da, gerçek anlamıyla sıfat olarak da kazandık. Şimdi sorun daha ilkokul eğitiminden başlıyor. Eğitim kalitesi yıl be yıl düştü. Öğrenciler daha çok para kazanabilecekleri meslekleri tercih ediyor, istedikleri puanı tutturamayınca da öğretmenliğe yöneliyorlar. Mezun olduktan sonra atanmalardaki adaletsizlik de zaten ayrı bir sorun. Özellikle son 15 yıldır yetişen yeni öğretmenlerde değişimi daha net gözlemliyorum. Kılavuz bilgi veriyorlar, fakat öğrenciyi davranış, hayata hazırlık, hiçbir açıdan “yetiştiremiyorlar”. Çünkü kendileri de yetişemeden, testlerde doğru şıkkı işaretlemeyi kapsayan bir eğitimden geçiyorlar artık. Yani şu anda herhangi bir formasyona ya da yetkinliğe sahip olmadan, mesleğine aşk duymayan, “Atanıp maaşımı alayım, para kazanayım” diye düşünen öğretmenler var.
Maaş demişken, zaman içinde nasıl değişti öğretmen maaşları?
Öğretmenler uzun yıllar alım güçleri yüksek memurlar arasındaydılar. Sonrasında yıl be yıl hissettirmeden maaşlar azaldı. Fakat son 10 yıl net olarak düşüşü hissettik.
Öğretmenliği bırakma noktasına nasıl geldiniz?
Velilerin rahatsız edici davranışları, öğretmenlere karşı gelişen “görevidir, yapacak” yaklaşımı, artık mesleğimden eski tadı almamama sebep oldu. Bir de göç sorunun etkisini bizim okul da hissetti. Irk ve dil ayrımı yapmadan eğitimi veririm. Fakat, Afgan bir öğrenci ile Türk öğrenci Türkçe dil bilgisi bakımından eşit olmuyor. Bu da benim sınıfta çok yorulmama sebep oldu. Yük artınca, öğretmenlik de bu kadar yozlaştırılmışken devam etmek istemedim. Ama yanlış anlaşılmasın, ben zorluklardan yılmam. İlk görev yerim Oruçpınar köyünde, su yoktu, o soğukta her sabah öğrencilerime soba yakardım. Muş’taki Mollabaki köyünde ise tezek yakardık.Kışın yollar kapanır, okula o soğukta 20-30 dakika yürürdük. İstanbul’a geldiğimde ise 54 kişilik sınıfları mezun ettiğimi, sesimi duyurmakta zorlandığımı biliyorum. Hiçbir zaman bir an bile işimi bırakmayı düşünmedim. Şu an durum farklı, bireysel olarak karşı gelemediğim sistem beni zorladı. İstediğim gibi öğrencimi yetiştiremez hale geldim. Bir uyarıda bulunuyorum, veliyle karşı karşıya geliyorum. Öte yandan, gerek toplumda oluşan güvensizlik gerek velilerin baskısı bezdirdi. Oysa, çocuklarını büyütmüş, üniversiteden mezun etmiş bir anne olarak en rahat, en keyifle çalışabileceğim dönemdi. Olmadı, artık yeni neslin sorumluluğu genç öğretmenlerde.
“Maalesef öğretmenler sahipsiz bırakıldı”
Duygu Örnek 34 yaşında. 15 yıldır kamuda ana sınıfı öğretmenliği yapıyor. Önce İstanbul’da 3 yıl, ardından Urfa’da 2 yıl çalıştıktan sonra İstanbul’a geri döndü. Kendi öğrencilik dönemindeki öğretmene bakışı şöyle anlatıyor:
“Biz öğretmene kıymet veren, saygı duyan, yeri geldiğinde ondan korkan, öğretmene ‘eti senin kemiği benim’ anlayışıyla teslim edilen çocuklardık. Lisedeyken öğretmen olma hayalim vardı. Üniversiteye başladığımda, açtığım ilk ders kitabında karşıma çıkan cümleyi unutamıyorum: “Öğretmenlik statüsü düşük bir meslektir”. Şok olmuştum. Yeni neslin öğretmenleri nasıl bu şekilde yetiştirilebilirdi? Yine de, kendi bildiğim yoldan giderek, severek okudum. Üniversite bitince 2008 yılında öğretmenliğe başladığımda gördüm ki, “hayaller, hayatlar” diyorlar ya, gerçekten öyle.
Nasıldı “hayatlar”?
Ne yazık ki, mesleğe başladığım günden bugüne, benim ilkokul sıralarında öğrenci olduğum yıllardaki “öğretmenlik” anlayışını bulamadım. Öğretmenlik değersizleştirildi. Yeri geliyor idare, yeri geliyor veli ya da öğrenci yapıyor bunu. Sınıf bir öğretmenin özel alanıdır. Sınıfı basan, bağıran veliler gördüm meslek hayatım boyunca. Ne yazık ki devlet okulunda, “Senin maaşını ben veriyorum” diye öğretmene parmak sallayan veliler var artık. Yani anlayacağınız, öğretmenler sahipsiz bırakıldı. Okullarda dayak yiyen meslektaşlarım bile var. Nitekim kanunlar da öğretmenleri yeterince korumuyor. Öğretmenlik keyifle yapılacak bir meslek olmaktan çıktı. Hele son zamanlarda yaşadığım olaylardan sonra…
Örnek verebilir misiniz?
Geçenlerde sınıfa şikayet etmek üzere bir veli geldi. Öğrencinin kalemleri kaybolmuş, hesabını bana soruyor, “Neden kayboluyor, neden bulmuyorsunuz” diyor. Bunun üstüne söylenecek çok da söz yok sanırım.
Her yeni nesil bir öncekini aratıyor. Öğrencilerim de velilerin birer aynası. Özellikle son 5-10 yıldır çocukların değişimini fark ediyorum. Çünkü veliler çocuklarla yeterince ilgilenmiyor, çocuklar aynı evde yalnız kalıyorlar. Onun dışında sosyal medyanın da etkisi büyük. Doğru yanlış ayırt edemeden izledikleri gördükleri her şeyi örnek alıyorlar. Bir de evde “Öğretmen kim ki” anlayışıyla büyütülünce, sınıf ortamında sorun çıkaran, öğretmenle olumlu ilişkiler kuramayan çocuklar yetişiyor.