16 Ekim 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
Haber Giriş: 10.09.2021 04:30 | Son Güncelleme: 21.05.2024 15:12

11 Eylül’e götüren yanlış rota

Netflix’teki Dönüm Noktası, 20’nci yılını geride bıraktığımız 11 Eylül’e giden yolda ABD’nin hatalarını ve almadığı dersleri anlatıyor. Beş bölümlük belgesel serisinde etkileyici görüntüler ve tanıklıklar var
İlke Gürsoy
İlke Gürsoy
11 Eylül’e götüren yanlış rota

Bundan 35 yıl önce bir Afgan savaşçı (o dönem hepsi ‘mücahit’ olarak anılırdı) omzundan ateşlediği iki Stinger füzesiyle, Celalabad semalarında uçan iki Sovyet askeri helikopterini düşürdü. Belki de, 11 Eylül’e giden yolun taşları o gün döşenmeye başlamıştı. SSCB’nin 1979’daki işgaline karşı direnen Afganlar, yanlarında kuvvetli bir destekçi bulmuştu: ABD. Yıllık 1 milyar dolara yaklaşan bir bütçeyle mücahitlerin yanında duran Reagan yönetimi, yola kimlerle çıktığıyla ilgilenmiyordu. Mesela Gulbeddin Hikmetyar önemli bir müttefikti. Kabil Üniversitesi’nde mühendislik okurken, başı açık kız öğrencilere asit atma dehşetini başlattığı söylenen Hikmetyar… ABD himayesindeki bu “iyi savaş”a katılan İslamcılar sadece Afganistan’dan değildi. Örneğin bir Arap grup da onlarla beraberdi: El Kaide. Netflix’teki beş bölümlük belgesel serisi Dönüm Noktası: 11 Eylül ve Terörle Mücadele, bugünlerde 20’nci yılını geride bıraktığımız bu dev  trajedinin insani ve siyasi sonuçlarının yanı sıra “Biz buraya nasıl geldik?”in de peşine düşüyor. Ve ilk olarak da, 1980’lerdeki Afganistan savaşı sırasında yapılan bazı seçimlere dikkat çekiyor.   40 yıldır terörizmi inceleyen Georgetown Üniversitesi’nden Prof. Bruce Hoffman “Afganistan’da savaşa katılmaları ve mücahitlere maddi destek vermeleri için dünyadaki Müslümanlara yönelik çağrının, terörizmin doğasını nasıl değiştirdiğini anlayamadık” diye özetliyor durumu.

Geçmişten bugüne 

ABD o dönemde, ne kadar insan gücü ve para gerektiğini umursamadan Sovyetlere karşı antikomünist bir hat oluşturmuştu. Nihayetinde de 10 yılın ardından ülkeyi terk etmelerini sağlamıştı. Ama bu İslamcı gruplar, işgalin bitiminden sonra gözlerini dünyanın diğer süper gücüne çevirmişlerdi.   İşte Dönüm Noktası bizi o günlerden alıp çok yakın günlere, ABD’nin yaz başında Afganistan’dan çekilme kararını aldığı günlere kadar getiriyor. Bunu yaparken de  izleyicinin karşısına zengin bir malzeme çıkarıyor. Bazıları ilk kez gördüğümüz, bazıları ise ne zaman rastlasak o dehşeti yeniden canlandıran görüntüler eşliğinde. Yanı sıra o gün Dünya Ticaret Merkezi’nde bulunanlar, kurtarma çalışmalarında yer alanlar, yakınlarını kaybedenler gibi doğrudan tanıklıklar özellikle etkileyici. ABD yönetiminden isimlerle, CIA, FBI ve ordu mensuplarıyla, siyasetçilerle, akademisyenlerle, gazetecilerle röportajlar da bu 20 yılın çeşitli dönemleri hakkında perspektif sunuyor. Ve her şeyi adım adım izliyoruz: Usame bin Ladin’in 11 Eylül’e uzanan yükselişini… Saldırı sonrasında yaşanan şoku… ABD’nin intikam hisleriyle aldığı savaş kararını (“Bir terörist gruba savaş ilan edebilir misiniz?” sorusuyla)… Afganistan’da Taliban’ın devrilmesini… Guantanamo’yu, waterboarding’i, yasa dışı iletişim takiplerini… Fırsat bu fırsat, bin bir yalanla Irak’ın işgal edilmesini… Usame bin Ladin’in öldürülmesini… Taliban’ın güç kazanıp ülkede kontrolü ele geçirmesini… Harcanan paraları, ölen askerleri, hayatı kararan kadınları…  Ama bütün bu yakın tarihin “Ya evet, o da vardı” dedirten olaylarını anlatırken, esas odağını kaybetmiyor belgesel. Bir polisiye heyecanıyla soluk soluğa izletirken, 11 Eylül 2001’in büyük acısını unutmaya izin vermiyor. Etkileyici insan hikayelerine, ailelere veda edilen ses kayıtları karışıyor. O uçaklar bir kez daha İkiz Kuleler’e saplanıyor, o dev binalar bir kez daha yıkılıyor, insanlar yine toz bulutları arasından canlarını kurtarmaya çalışıyor. The Walking Dead sahnesine benzetiyorlar o anı. Kurtulanlardan Desiree Bouchet kendini “İşlev gören bir zombi” olarak tanımlıyor.  

Benzer hatalar yeniden 

20 yıl geçmiş olsa da tüyler diken diken olmadan, burunlar sızlamadan, gözler dolmadan izlemek imkansız. Ve bütün bu duygusal yoğunluğun içinde, gerçekler gelip gelip vuruyor. Benzer hataların yeniden yapıldığını da görüyoruz. 1980’lerdeki “İyi savaş”ın müttefiki Hikmetyar’ın kendi durumunu açıklarken kullandığı cümle geçerliliğini hiç yitirmiyor: “Dün bize özgürlük savaşçısı diyorlardı, bugün terörist diyorlar.”