Derin Koçer
İngiliz iletişimci Philiph Gould artık iyileşme şansı kalmayan kanseriyle ölümü beklerken yazdığı When I Die (Ben Öldüğümde) kitabında ‘ölüm karşısında yenilmiş sayılmak istemediğini’ söylüyordu. Ölümle beraber yaşayan birinin, yaşamdan beklediği son anlamdı b ep insanoğlunun kafasını kurcalamış. Felsefede, dinde, biriktirdiğimiz hikayelerde anlamaya çalıştık onu. Ama başladığımız yerin çok da uzağında değiliz sanki. Arayış, onun karşısında mağlup olmama isteği de ölümle yaşlanmaya devam edecek. Dick Johnson bir psikiyatrist. Ömrünün önemli bir kısmında ölümü düşünen insanları dinleyerek, kendilerini çözümsüz hissettikleri zamanlarda onlara çıkış yolunu, yani yaşamayı, göstererek geçirmiş. Ama artık hayatının son zamanlarında olduğunu biliyor. Alzheimer ile yıllarca mücadele eden eşini kaybetmiş, kalp sıkıntıları çekmiş, beyni de kendisine yardımcı olmuyor, yaşını da almış artık…Ölüme mizah katmış
Kızı Kirsten Johnson ise bir ‘kamera insanı’. Ama annesinin ‘heyecanla gülen yüzünü’ bir defa bile çekememiş; hastalığını kaydedebilmiş sadece. Babasının da demansla kavgası başladığında ve onu da kaybedeceği hakikatiyle yüzleştiğinde, bu defa bir ‘veda’ filmi çekmek istiyor. Ama ölümün bilinmezliği ve karanlığıyla değil; yaşamın çekiciliği ve mizahıyla yapıyor bunu.