Nazlı Tolga / [email protected]
Avantgarde Collection ve Lucis Initiative’in kurucusu İsmet Öztanık’la en son girişimi Londra’daki yeme-içme markası Market Halls’da buluştuk. Market Halls, Londra’nın kilit noktalarında, milyonlarca kişiye hitap eden, İngiltere’nin en büyük metrekareli ‘food market’ zinciri. Biz burada ‘gastronomi diplomasisi’ yapıyoruz diyen Öztanık, Market Halls ile girdikleri İngiltere pazarına Türk markalarını sokmayı, iki ülke arasında köprü olmayı ve buradan da dünyaya açılmayı hedefliyor.
Market Halls nasıl bir platform?
Otelcilikten gelen yeme içme deneyimimizi ve bilgimizi kullanıp hali hazırdaki markalarda kullanmaya karar verdik. Pandemi döneminde bir fırsat görüp, İngiltere’de ortaklarım Gees Court Partners’la Market Halls’un çoğunluk hisselerini aldık. Market Halls’da içeri girdiğiniz zaman, birçok dünya mutfağını bir çatı altında görüyorsunuz. İngiltere, dışarıda yemek yemenin baskın olduğu ve etnik mutfakların, bir lüks ya da ayrıcalık gibi değil de günlük hayatın bir tüketim parçası olduğu bir kültür. Bir burgerci, bir pizzacı, bir sushici, bir kebapçı, bir dönerci mantığında değil, Malezya, Tai , Latin Amerika, Meksika mutfakları yan yana burada. Sokakta, yemek ve keşif meraklılarının arayışında olduğu özel lezzetleri, tek bir çatı altında Market Halls’da birleştiriyoruz, buradaki markaların hepsi piyasada bilinen, takipçileri olan markalar. İngilizce’de ‘high level street food’ dediğimiz yüksek seviyeli sokak yemeği diye anlatabiliriz. Türkiye'de her köşe başında kahve olduğu gibi, burada da pub kültürü var. Zaten Market Halls da bir yerde bir gastro-pub. İnsanların ulaşılabilir lüks mantığında iyi lezzeti, iyi sosyalleşme vaadini, iyi fiyatla satın alması burada karşılık buldu.
Market Halls şubeleri Londra’nın kilit noktalarında. Müşteri profiliniz nasıl?
Şu anda içinde bulunduğumuz Market Halls, senede 250 milyonluk yaya trafiğinin olduğu, dünyanın en önemli alışveriş caddelerinden biri, Oxford Street’te. Hem alışveriş trafiğinin hem de A sınıfı ofis binalarının olduğu, beyaz yakalıya da hitap etmesi gereken bir alan. Burası aynı zamanda insanların kolaylıkla buluşma ve kutlama noktası, bu buluşmalar için de alan bıraktık. İkinci şubemiz Victoria Tren İstasyonu'nun tam karşısında, eski bir gece kulübünün olduğu, hangar gibi 3 katlı bir yer. Orada daha geniş tabanlı bir tüketici kitlesine ulaşıyoruz. Hyde Park'a konsere gelenler de orada, Londra'nın en önemli bağlantı istasyonlarından biri Victoria'ya gelen tüketicilerimiz de orada, aynı zamanda ofisler de var. Mesela Canary Wharf, ana ofis bölgesi, beyaz yakalılar müşterilerimiz, daha hızlı bir tüketim var, insanların zamanla yarıştığı, masa başına, bilgisayarına dönmesi gereken bir ortam, biz de hemen yemeği alıp çıkabilecekleri bir konsept yapıyoruz. Toplamda 6 bin metrekarelik alanda şimdiye kadar, 3 milyon kişi ağırladık. 3 şubemizde de bir numara Go Pulse Kitchen adında bir Malezya mutfağı. Biz Türkler, baharatlarından, marine kokularından önünden geçmekte belki zorlanıyoruz ama burada günlük tüketimde sürekli bir numara. Konseptimizin, lokasyonlarımızın çok önemli bir kısmı, işletmesi bize ait olan barlar. Dördüncü şubemiz de Paddington Express'in tam çıkışında, yaz aylarında açılacak.
Sıra üst düzey gelir grubu için Türk yeme-içme markalarında
Türk markaları da girecek mi Market Halls’a?
Bu platformla, Türk markalarını da pazara sokmak istiyoruz. İngiltere’de ayakta kalma reçetesini bildiğimiz için, şu anda doğru fırsatları kolluyoruz. İngiltere dışında da büyüme konusunda kararlıyız. Biz burada, bir yerde gastro-diplomasi yapıyoruz. Buradaki başarımızı gören Türk markaları, üst düzey gelir grubuna hitap edecek, ‘upscale dining’ yapma amacındaki konseptler de bizimle temas halinde, hatta biri ile imza attık bile. Londra'nın en gözde yerlerinden birinde bu bağlamda bir yatırımımız daha yakında devreye girecek. Buradaki ortaklarımızla ahengemiz görüldü ve Türkiye'deki önemli markalara da, bu bağlamda el vermeye başladık. Bunlar Türk markası ama Türkiye mutfağı değil. Bir yerin yemeğini, ambiyansını beğeniyor olabiliriz, bir şefi takdir ediyor olabiliriz ama bunlar tek başına yetmiyor. Biz o girişimcinin hayalini, hedeflediğimiz pazarda nasıl sağlıklı ve sürdülebilir hale getirebilirizi düşünen, tamamlayıcı, stratejik ortağı temsil ediyoruz. Market Halls bizim için bir başlangıçtı hem kendi markalarımız hem de yeni kurmakta olduğumuz ve kurmak istediğimiz ortaklıklarla burada çok daha fazla yol alacağımıza inanıyoruz. Henüz Market Halls ekosisteminde Türk mutfağı yok ama başında Türk girişimcileri var ve zamanı gelince bu platforma hazır markalarını ön plana çıkartacaklar.
Gastro-diploması ile neyi kastediyorsunuz?
Gastronomi bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Kumkapı, Çiçek Pasajı, sokaktaki balık ekmek, kestaneci bizim değerimiz ama bunun organize bir dille ve Anglo-sakson referanslarla bir kültürel varlık olarak ortaya konulması gerekiyor, işte ‘gastro-diplomasi’ dediğim bu. Türkiye'den getirmek üzere anlaştığımız marka ve getireceğimiz markalar veya bizim buradaki başaramızdan dolayı İngiltere'de de faaliyet gösteren dünya markalarından, 85 milyonluk Türkiye pazarına bizimle girmek isteyen markaların olduğu dinamik bir dönemdeyiz. Sadece bir menü servis etmiyorsunuz, menünüzde ay yıldız bayrağı var mı, Türkiye logosu var mı konusu değil. Bu konu aslında insanların midesinden kalbine, aklına girmek. İnsanları siz Türkiye'ye bir gastronomi deneyimi yaşamaya getirebiliyor musunuz? UNESCO miras listesine girmemiz, kendi lezzetlerimizi kayıt altına almak çok önemli ama bu işi artık Türk kahvesi, lokma, baklava, döner, lokum kısır döngüsünden daha yüksek seviyede tartışma ortamlarına çekelim. Ravioli veya dumpling yerine mantıyı, flatbread yerine pideyi yedirebiliyor musunuz? Gastronomi diplomasisi bu. Güllüoğlu Karaköy tanesi 5 dolara, Japonya'da baklava satabiliyor, bu çok değerli. Singapur, Hong Kong, Şangay gibi yerlerde alınacak o kadar fazla rol var ki, o tarafa da bakmak gerekiyor. Şimdi bunu katma değerli pazarlarda bir kültürel varlık olarak kullanarak daha stratejik ortaklıklarla, pazara daha güçlü bir giriş yapmak gerekiyor.
‘Türk Egesi’ mutfağını yurtdışına çıkarmak gibi bir hayalimiz var
Londra'da siz Türk mutfağıyla ilgili bir açık görüyor musunuz ?
Bodrum'da bir deniz mahsulleri markasına, Eski Yer’e yatırım yaptık, Yalıkavak ve Yeniköy’e getirdik. ‘Türk Egesi’ mutfağını yurt dışına çıkarmak gibi bir hayalimiz var ve büyük bir açık görüyoruz bu alanda. Çok sayıda Yunan dostum ve iş ortağım olmasına rağmen Ege mutfağının geçtiği her yerde, Yunanlılar’ın bayrak açması beni çok rahatsız ediyor. Türk müteşebbisi olarak burada da Eski Yer olarak bir oyuncu olmak istiyoruz. Burada tek tük pide, hamur işleri, mantı görüyoruz ama bunları kültürel varlık haline getirebilmek önemli. Çok büyük bir sulu yemek kültürümüz, soğuk mezelerimiz var, bir tabakta birden fazla lezzet olabilir. Kendi yerelini global pratiğiyle bir daha ele alma biçimi, ama özünden de çok da sapmadan burada olabilmek bu işin gizli sosu. Londra'da şu anda Türkiye’den gelen Rüya, Yeni Lokanta, Counter öne çıkan markalar. Ben burada içine cips atılan German (Alman) döner kebabı gördüğüm zaman oturup ağlayasım geliyor, yiyemiyorum zaten. Türk mutfağı deyince sokağa ve belli bir satın alma bedeline, özellikle Türk popülasyonun olduğu mahallelere sıkıştırılmış kebap ve etrafındaki kültürle bir dünya vardı. Son on yılda buraya gelen bu değerli Türk diasporası, beraberinde tüketim alışkanlıkları, marka yaklaşımı ve kolektif bir kültürü de beraberinde getirdi. Bu insanlar birbirleriyle konuşmaya, iş ve ortaklık yapmaya, eğitimlerinden, görgülerinden, global vizyonlarından dolayı müsait insanlar. Biz de bu Türkiye ve İngiltere köprüsünü doğru kuran yapılardan biriyiz.