Kadının kimlik meselesi
Ülker Abla’nın bir kimlik derdi var ama aynı zamanda “kadının kimlik meselesi” olarak da okunabilir. Sen bununla ilgili neler dersin? Kayıtlara geçmek kimi zaman ifşa olmak, kaçtığın kişinin seni bulmasını sağlayan izler bırakmak demek. Ülker hayatta kalmak için varlığını unutturmak zorunda hissediyor. Baba hanesinde yazan isim, kimlik no hanesinde yazan numara, onun başına bela… Soyad, ona sorun çıkarıyor. Kayıtlara geçmiş aidiyet onun bulunmasını sağlıyor. Oysa Ülker, ne birinin kızı ne birinin karısı olarak anılmak istiyor. Dümdüz Ülker olarak anılmaya da cesareti yok. Erkeklerin onu tek başına bir kadın olarak görmesi fikri onu tedirgin ediyor. Ülker’likten istifa edip Ülker abla olmayı seçiyor. Hani bazı yerleri sit alanı ilan ederler de orda yıkım yapılamaz, Ülker de ‘ablalık’ lafını ‘sit alanı ilanı’ olarak kullanıyor… Bir nevi koruma kalkanı. “Biri kafaya taktıysa değil Ülker abla, Hazreti Ülker olsam nafile ama umut dünyası,” diyor… İyilik önemli bir mesele bence romanda. Günümüz insanı için “iyilik yapma” meselesi bir tür vicdani rahatlama. Sen iyilik için ne dersin bu çağ içinde? Bu romanda vicdan meselesinin üstünde çok durdum. İyilik diye sergilediğimiz şey, merhamet mi, acıma mı birbirine geçmiş durumda. Acımada, biraz yukardan bir tavır, sorumluk almama, vah vah deyip, haline bin şükür çekme var. Elini taşın altına koymadan vah tüh deyip geçmek de iyiliğin çıkar için kullanılmış hali, velhasıl kötülüğün fazla zekâ gerektirmeyen bir türü. Özellikle tek başına kalmış kadın için içerisi de dışarısı da çoğu zaman aynı; tekinsiz ve şiddetli. Ataerkil düzenin şiddet sarmalı karşısında en doğal hak olan yaşama hakkı için mücadele etmek zorunda. Ülker Abla’nın “Diriyim. Şimdilik,” sözü çok önemli, “şimdilik”… Ülker çocukluğundan beri ev içi şiddet görmüş, bunun altında sokağın tekinsiz ve yabancı gelmesinin korkusu da var. Yani bilmediğimiz sokağın da bir şiddeti var. Ülker sokağa çıkınca da tek bir kişiden korkmuyor aslında, bütün korkularından oluşmuş anonim bir katilden, tecavüzcüden kaçıyor. İnsanın başına fenalık gelmesi beter ama o fenalığın gelme ihtimaliyle yaşamak da başa gelen beter bir şey. Ülker sürekli ânı kurtarmak zorunda, kurtardığı her anda kendi hayatını da kurtarıyor aslında. Yaşama sevinci de değil onunki yanlış anlaşılmasın, Ülker’in hayatında mütemadi olan tek şey, can havli. Yani sürekli kendini üreten bir şimdiki zaman. Ülker Abla’nın acıyla baş edebilme yollarını önceki kitaplarında da yaptığın gibi yine mizahla kotarmışsın. Mizahın, ironinin edebiyatında nasıl bir yeri var? Mizaha, ironiye mi tutunuyorsun, en güzel çare bu mu sence? Ülker, şimdiye kadar yazdıklarım içinde en zor durumda olan karakter, sığınabileceği bir evi, beş kuruşu, yedek donu bile yok. Dünyanın ortasında her gün hayatını tekrar kurtarmakla mükellef tığ teber şahı merdan bir kadın. En büyük korkularından biri, acınmak. Şu var: Etrafı insanlarla çevrili ve insanlarla Ülker, karşılıklı aynalar misali çoğalan bir seyirlik görevi görüyorlar birbirlerine. Birbirlerini izleyip canlarını oyalıyorlar. Acıyan, vah vah diyen insan Ülker’in gözünden düşüyor, bir “yahu ben neleri aşıp evimin kapısından çıkmışım, siz kim oluyorsunuz da bana acıyorsunuz” duruşu var Ülker Abla’da. Mizahı kullanıyor, kendisi ağlamasın diye, bir parçacık sorumluluk almayan insanlar acıyıp iyi insan kisvesi almaya kalkarak tekrar tekrar Ülker’in gözünden düşmesin diye… Mizahla kendini koruyor, çevresindeki insanların folklorik üzüntü seremonilerini sabote ederek onları kendi gözünden düşmekten de koruyor.- Ülker Abla / Seray Şahiner / Everest Yayınları / Roman / 160 Sayfa