Beyza Sinem Çağlar, 2000-2010 yılları arasındaki şiirlerinden müteşekkil ikinci şiir kitabı Anlatmak Yetmez Yazmazsan Geçmez ile okurlarıyla buluştu. İlk ve ortaöğretim çağında yazdığı öykü ve şiirlerle, il ve ülke çapında birçok ödül kazanan, Yalnızlıktan isimli şiiri, 18 yaşındayken Varlık dergisinde yayımlanan; ümit veren kadın şairler arasında gösterilen Beyza Sinem Çağlar ile Doğan Kitap tarafından yayımlanan şiir kitabına dair konuştuk.
Bu kitapta 2000-2010 yılları arasındaki şiirlerinizi okuyoruz. Şiir yazmaya nasıl başladınız?
Bu aslında benim de cevabını bilmediğim bir soru. Şiir kendimi bildim bileli hep hayatımın içinde vardı. Yolda yürürken, camdan dışarı bakarken, kafamdan geçen düşüncelerde hep bir kafiye, melodi olurdu arka planda. Bunları kağıda dökmek ise ilkokul öğretmenimin teşviki ile çeşitli yarışmalara katılmam ile başladı.
İmgelerinizi kendi hayatınızdan taşıdığınızı düşünüyorum. Neler size şiir yazdırır?
Doğru… Sadece yaşadıklarım değil gördüğüm her şey bana yazma konusunda cesaret veriyor. İnsanoğlu empatik bir yaratık. Başkalarının düşünce ve duygularını hissedebilmek büyük bir hediye. Filmlerde gördüğünüz, okuduklarınız, haberlerde duyduklarınız, toplumda gerçekleşen hikayeler, hatta yolda yürürken rastladığınız bir kişinin gözlerindeki bir bakıştan çıkaracağınız anlamdan bile bir öykü kurabilirsiniz.
“Aşk tanımlanabilir ama herkesin tanımı farklıdır”
Bana göre şiirlerinizdeki en önemli izlek, aşk. Siz aşkı nasıl tanımlarsınız, aşk tanımlanabilir mi?
Bu kitap için evet: ana tema daha çok aşk. Demek o yıllarda gündemim daha çok aşk üzerineymiş… (Gülüyor) Aşk tanımlanabilir ama herkes için o tanım, farklı algıya sahip. Mesela aşk için ben ‘içinizde kelebeklerin uçması’ gibi basit bir tanımlama yaparım: sizin aklınıza o kelebeklerin içinizde oluşturduğu hoş duygu gelir; bir başkasının aklına kelebeklerin incecik kanatlarının midesinin çeperine çarparak yarattığı acı gelir. Yani her şey deneyimlerimizle, gözlemlerimizle şekilleniyor aslında...
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990, Yavuz Turgul) isimli şiirinize istinaden; bu şiir ve aynı adlı Türk filmi arasındaki bağı nasıl anlatmak istersiniz?
Bu şiir; Şener Şen’in filmin ana karakterlerinden biri olan kaplumbağayı karşısına alıp, göz göze rakı içtiği sahne için yazıldı. Bence, film Yavuz Turgul ve Şener Şen arasındaki uyumun en güzel örneklerinden. Artık para kazanmak için yapmak zorunda olduğu aşk filmi işlerinden sıkılmış ve gerçekten yapmak istediği toplumsal filmi çekmek için kendini hazır hisseden bir yönetmenin çabasını anlatıyor. Onun geçtiği yolları, sektörün zorluklarını ve aslında hiçbir şeyin dışarıdan görüldüğü gibi pembe olmadığını gösteriyor seyirciye. Ben bunu beyaz yakalılar dünyasına da benzetiyorum. Şık takımlar içinde cam kulelerde ellerde kahveler, şık kafelerde yemekler... Dışarıdan harika bir hayat! Bu işi para kazanmak için yapıyor çoğu ve hepsinin aklında bir gün içlerindeki potansiyeli çıkarmak istedikleri bir sanat dalı ile ilgilenmek var. Bu sebeple genelde hafta sonları kurslara, workshoplara katılıyorlar. Yüzde birinden daha azı da bu cesareti gösterip farklı dallara yönelebiliyor. Aslında büyük bir dram. Mutsuz hayatlara hapsolmak ve mutlu ve güçlü görünmeye çalışmak. İnsanın kendini bile kandırmaya çabalaması... Şiiri yazmaktaki amacım: Şener Şen’in cesaretinin aslında bu kendini kandırmaya çalışan beyaz yakalılara da geçebilmesini sağlamaktı...
Yalnızlıktan isimli şiiriniz, Siz 18 yaşındayken Varlık dergisinde yayımlandı. Varlık dergisinde şiirinizi gördüğünüzde neler hissettiniz?
O anki heyecanımı anlatmaya kelimelerim yetmez. O zamanlar Ankara’da yaşıyordum. Her ay başında, dergi bayimiz, düzenli aldığım birkaç dergiyi benim için ayırırdı. Her ay da Varlık’a düzenli olarak vazgeçmeden şiirler yollardım. Eve gidene kadar açmazdım dergileri; sonra yatağıma serer, teker teker açar ve sayfaları çevirirdim. Bir ritüeldi benim için. Yine, bir ay, odamda yatağımın üzerinde sayfaları çevirirken birden şiirime denk geldiğimi ve çığlık atarak iki adımda salona gidip aileme gösterdiğimi hatırlıyorum! Sonra Enver Ercan ile (Varlık dergisi editörü) yazışmıştık; o zamanlar internet böyle yaygın değil, mektuplaşıyoruz ve bu süreç aylarca sürüyor, ve verdiği destek için teşekkür etmiştim. Enver Hoca daha sonra ilk kitabımın da editörü oldu, o da o dönemdeki şiirlerimi içeren Kayıp Şiir Defteri (Yasak Meyve Yayınları, 2015).
Ankara Fen Lisesi’nde okudunuz, Bilkent Üniversitesi Ekonomi bölümünü bitirdiniz. 2010 yılında Galatasaray Üniversitesi’nde Pazarlama Bölümünde yüksek lisansınızı tamamladınız. Peki Sizi şiire hangi şairler ve en çok hangi şiirleri getirdi?
Ben tam bir beyaz yakalı olarak yetiştim aslında. Kariyerim de o yönde. Ancak içimdeki nacizane sanat ateşini bastırmasına hiç izin vermedim bu yoğun eğitim ve kariyer hayatının. Sanırım kendim için yaptığım en iyi şey de bu oldu. Bir nevi terapi benim için, bu yoğun hayata karşı. Güzel bir eser görmek, hoş bir binaya bakmak, bunlar ruhu tatmin eden şeyler. Minik denemeler yazmaya, resim yapmaya, şiir yazmaya, bir şeyler karalamaya gayret ediyorum. İnsanoğlu kendini bir şekilde ifade etmezse çıldırır. Ben bu yolu seçtim kendime. Elime geçen her şeyi okuyarak başladım aslında. Şiir çok öznel bir şey. Bir mısradan ben başka bir mana çıkarırırım siz başka; ama en çok etkilendiğim isimler Edip Cansever, Orhan Veli, Aysel Gürel, Nazım Hikmet, Sadi Şirazi, Füruğ Ferruhzad, Cemal Süreya, Özdemir Asaf...
Peki ya 2010 yılından sonra yazdığınız şiirler? Yeni şiirler de yazıyor musunuz?
Evet, umuyorum onlar da okurları ile uygun olan bir zamanda buluşacaklar.