Bu yıl okuduğum son roman Mario Levi’nin Pazarın Yalnızları - Beyoğlu (Everest Yayınları) romanı oldu. İlginçtir yılın başında ilk okuduğum roman da değişip dönüşen Beyoğlu’nu anlatıyordu. Mario Levi’nin Pazar Yalnızları romanı, Beyoğlu’nun gördüğümüz ve görmediğimiz yaralarını anlatan, insan hikâyelerinin peşi sıra gitmemizi sağlayan bir kitap. Birçok hikâye var romanda; Beyoğlu’na karışan Narmanlı’nın az ilerisinde udunu çalan Şerafettin ve kızı Necmiye, zarafeti ve yaşadıklarının ağırlığıyla yaşayan Lamia, küskün kızı Lale, Diren, Fevzi, Mürşit, Mary Yasmin, figüran Necati, Sivaslı Fazilet, Sezgi ve daha birçok isim. Büyüleyici bir anlatıma sahip Pazar Yalnızları - Beyoğlu. Okur iştahınıza, hevesinize değecek. Bu arada bu dizinin devamı da gelecek, yol şimdilik Suriçi’ni gösteriyor, çünkü belli ki hikâyeler çağırmaya devam ediyor Mario Levi’yi. Bundan sonrasını Levi’den dinleyelim…
Gerçekler ve hayaller
O Pazartesi kitabınızla Eminönü’ne götürmüştünüz bizi en son, Pazarın Yalnızları kitabınızla ise Beyoğlu’na götürüp bıraktınız. Ben şu an kitaptaki herkesin hikâyesinde kaldım, buraya geleceğim ama önce Mario Levi’nin Beyoğlu dendiğinde aklına ilk gelenleri dinleyelim… Elbette İstiklal Caddesi ve yan sokakları... Tarihin bir yerlerine gömülmüş sinemalar, farklı dilleri, birçok manadaki farklı dilleri konuşan zaman yolcuları, pastaneler, meyhaneler, kerhaneler, kitapçılar, mezeciler, balıkçılar ve bunları anlatan romanlar, hikâyeler, şiirler... Gerçekler ve hayaller... Eskilerin izleri, yenilerin uyandırdığı heyecan... Çünkü hepsi edebiyat içindi... Az önce Beyoğlu kitabındaki tüm hikâyelerde kaldım dedim, üstelik hikâyesini anlatmadığınız, az bahsedip isim verdiğiniz kahramanlar da buna dahil. Bu karakterler ve onların hikâyeleriyle nasıl yaşadınız? Çok yakın bağlar kurarak... Birçok sırrı paylaşarak... Bazıları bu hikâyelere yansımayan, yansıtılamayan sırlardı, dahası suç ortaklıklarıydı. Açıklayamadıklarım, kendime sakladıklarım da oldu, evet. Bana duydukları güvene ihanet edemezdim. Paylaştıklarımızı anlatamazdım. Çünkü bunları anlatmak, çok derinlerdeki kimi üzüntülerimi de dile getirmek anlamına gelecekti. Söyleyebileceklerimi söyledim. Bu kadarının bile birilerine ağır gelebileceğini göze alarak… Okurken hikâye hikâye sizin peşinizden geldim, aslında ilk sayfadan uyarmıştınız “Hepsini ben uydurdum” diye, “Hikâyeleri yaşanmış gibi gösteriyorum” diye… Neden bu uyarıyı gerekli gördünüz? Tahmin edebileceğiniz gibi burada bir ironi gizli. ‘Otobiyografik metinler yazmak bir kolaycılığa kaçmaktır’ gibisinden laflar edenlerle alay etme hakkımı kullandım diyelim. Ben tam aksine, her anlatılanın otobiyografik olduğunu söylemekte hep ısrar ediyorum ya... Bırakın hikâyeleri; dil, hatta hayal gücü bile otobiyografiktir! Anlattığım bu insanların hiçbirini tanımadım. Böyle bakınca uydurdum diyebilirim, evet. Ama aslında yaşamadım mı, o ayrı mesele işte.
Bilmeden uyduramazsınız
Uyarıya rağmen hepsi gerçek, çünkü galiba edebiyat gerçek. Ne dersiniz? Tam da bunu anlatmaya çalışıyorum işte. Lamia gerçek, Derin gerçek, Şerafettin Bey gerçek... Ardımda bıraktığım yıllarda, onca insan tanımasaydım, beni inşa eden tecrübeleri yaşamasaydım, onları hayal edemez, tanımış gibi yapamazdım ki... Bilmeden uyduramazsınız. Ansiklopedik bilginin devreden çıktığı, içselleştirilmiş bilginin kendisini hissettirdiği bir yerdeyiz. ‘Yanmış elimle ateşin doğasını yazmak istiyorum’ demişti Flaubert. Bu cümleyi nasıl da kıskanırım. Hikâyelerde baba-kız, anne-oğul, anne-kız ilişkileri bir şekilde öne çıkıyor ve aslında hepsinde de bir sorun var. Özellikle Lamia ve Lale’nin hikâyesi beni çok etkiledi… Sorun olmadan hikâye olur mu ki! Anlattıklarım yine gördüklerimden, daha da doğrusu görebildiklerimden kaynaklandı. Zaman zaman bu hikâyelere kendi duygularımı da farkına varmadan karıştırmış olabilirim. Yaşananların hangisi bana aitti, hangisi onlara? Hiç aramadım. Ben kendisini yazarken duygularının akışına bırakan yazarlardanım. Yazarken, yaşarken ya da hadi uydururken diyelim, Beyoğlu’na dair ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Değişen Beyoğlu’na dair bugün neler düşündüğünüzü merak ediyorum… Doğrusunu bilmek ister misiniz? Bugünkü Beyoğlu’nu hiç sevmiyorum artık! Kim ne derse desin, hakkımda ne düşünülürse düşünülsün, sözümü sakınmayacağım. Beyoğlu’nun bir Orta Doğu şehri havasına bürünmüş bulunması beni fevkalade rahatsız ediyor. Ben ki bu şehrin en güzel taraflarından birinin Batı ile Doğu’yu kucaklamak olduğuna inananlardanım. Ama her hayat yerinde değer kazanıyor, değil mi? Gençliğinizde nasıl bir Beyoğlu vardı? Böyle soruların sorulacağı yaşa geldim artık demek! Bunu romanlarımda anlatıyorum işte. Bazı değerlerin kaybolmaması için. Nedense burada da en çok sinemalar ve pastaneler geliyor aklıma. Ama bakın, geçmişe övgüler düzmek hiç gelmiyor şimdi içimden. Çocukluk ve gençlik yıllarım zorluklarla doluydu çünkü. Şimdi kendimi biraz daha huzura kavuşmuş hissediyorum. Beyoğlu’na çıktığımda etrafıma kederle gülümsüyor, geçiyorum. Hepsi bu.
“Yılbaşı kutlamalarında ev kuşuyum”
Beyoğlu ve yılbaşı gecesi desem… Ailenizden size kalan anı ya da sizin kişisel tarihinizde Beyoğlu ve yılbaşı geceleri nasıldı? Ben yılbaşı kutlamalarında hep ev kuşu olmayı seçtim. Dışarıda bugüne kadar geçirdiğim yılbaşı bir elin parmaklarını geçmez desem yeridir. Sofralar kurulur; bütçemizin el verdiğince... Yıl içinde yaşananlar hatırlanır, hatırlatılır. Onun dışında kayda değer, özel diyebileceğim hiçbir anım yoktur. Pek de sevmem aslında bu kutlamaları. Elimden gelse on iki olmadan yatar, uyurum. Bir yıl uykuya dalıp, ertesi yıl uyanmak... Hiç fena fikir değil aslında. Sevdiklerimi ikna edersem, bir seferinde bunu da yapacağım.
Dizinin beşinci kitabına dair…
Gördüklerimiz Göremediklerimiz dizisinin dördüncü kitabı bu, sanıyorum beşinci Suriçi olacak değil mi? Evet, Suriçi olacak gibi görünüyor. Hazırlıklar yapılmaya başlandı bile! Hatta hikâyelerin çoğu iyi kötü yazıldı. Şeytan daha önce Boğaz’ın Anadolu yakasını da yazmam için kulağıma şimdilik adını vermek istemediğim bir şeyler de fısıldamaya başladı ama. Bakalım.
- Pazarın Yalnızları Beyoğlu – Gördüklerimiz Göremediklerimiz 4 / Mario Levi / Everest Yayınları / Roman / 315 Sayfa