Carl Zimmer / The New York Times
Charles Darwin, evrim teorisini 1859’da yayımladığı “Türlerin Kökeni” adlı eserinde ortaya koydu. Ancak insanların da evrimleştiğini ilan edecek cesareti bulması 12 yılını aldı.
1871’de yayımlanan “İnsanın Türeyişi” adlı kitabında Darwin, insanların maymunlardan türediğini savundu. Ve onların geçirdiği en derin değişimlerden birinin dik yürüyen canlılara dönüşmek olduğunu ileri sürdü.
Darwin “İnsan, iki ayak üzerinde yürüyen tek canlı olmuştur” diye yazdı.
İki ayaklılık, onun ifadesiyle insanlığın “en dikkat çekici özelliklerinden” biriydi.
Bilim insanları artık milyonlarca yıl önce bu dikkat çekici özelliğe yol açan bazı kritik moleküler adımları keşfetmiş durumda.
Çarşamba günü Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, atalarımız eski genlerin yeni işlevler kazanmasıyla iki ayaklı hale geldi. Bazı genler insan embriyosunda yeni bölgelerde etkinleşirken, bazıları da farklı zamanlarda açılıp kapandı.
Yürümeyi mümkün kılan kemik: İlium
Bilim insanları uzun süredir dik yürümeyi mümkün kılan kilit özelliklerden birinin ilium adı verilen kemik olduğunu biliyordu. İlim, leğen kemiğinin en büyük parçası. Elinizi kalçanıza koyduğunuzda hissettiğiniz kemik odur.
Sol ve sağ ilium omurganın tabanına kaynaşmıştır. Her bir ilium bel çevresinde öne doğru kıvrılarak kâseye benzer bir şekil oluşturur. Yürürken kullandığımız bacak kaslarının çoğu iliuma bağlıdır. Kemik aynı zamanda dik durduğumuzda iç organlarımızı taşıyan pelvik tabanı da destekler.
Gündelik yaşam için ne kadar hayati olsa da ilium aynı zamanda bazı sorunlara yol açabilir. İltihaplanabilir, özellikle kadınlarda yaşlılıkla birlikte kırılgan hale gelebilir ve düşmelerle kolayca kırılabilir. Genetik bozukluklar kemiği deforme ederek yürümeyi zorlaştırabilir. Ayrıca ilium, doğum kanalının büyük bir bölümünü oluşturur; bu nedenle bebekler bazen sıkışabilir ve annenin hayatı tehlikeye girebilir.
Hakkında çok az şey biliniyor
Ne var ki, ilium bizim için bu kadar önemli olmasına rağmen, gelişimi uzun süre gizemini korumuştur.
Harvard Üniversitesi’nden gelişim genetikçisi Terence Capellini bu durumu şöyle özetledi:
“İliumun yürümemizde ve doğum yapmamızda temel rolü var ama onun hakkında çok az şey biliyoruz. Bu bana inanılmaz geliyor.”
Capellini ve ekibi, bu kemiği inceleyen kapsamlı bir araştırmaya girişti. Araştırmanın bir parçası olarak Harvard’da doktora sonrası araştırmacı olan Gayani Senevirathne, Washington Üniversitesi arşivinden insan fetal dokularını inceledi.
Senevirathne, embriyolarda gelişen insan iliumunun üç boyutlu modellerini oluşturdu. Ayrıca kemiği meydana getiren farklı hücre türlerini ve bu hücrelerde açılıp kapanan genleri analiz etti.
Daha sonra fareler üzerinde benzer deneyler yaptı; embriyolarını inceledi ve gelişmekte olan iliumdaki hücreleri analiz etti. İki türü karşılaştırarak, kendi iliumumuzun nasıl evrimleştiğine dair ipuçları elde etti.
Fakat farelerin insana uzak akraba olması, öğrenebileceklerini sınırlıyordu. Erken insanların nasıl bir ilium miras aldığını daha iyi anlamak için Senevirathne’nin primatlara bakması gerekiyordu.
Müzeleri aradı, primat örneği sordu
ABD ve Avrupa’daki müzelerle iletişime geçerek primat örnekleri olup olmadığını sordu. Şempanze, gibon ve diğer türlerin kavanozlarda korunmuş embriyolarını buldu ve müze küratörlerinden bunları taramalarını istedi.
Bir gün malzeme arayışı sırasında sabahın erken saatlerinde Boston’dan yola çıkarak New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ne gitti. Orada, her biri lemur embriyosundan bir dilimi koruyan 100 yıllık cam lamlarla dolu sandıkları arabasına yükledi ve doğrudan geri döndü.
Senevirathne “Polis tarafından durdurulacağımızdan endişelenmiştim” dedi. “Ama buna kesinlikle değdi. Hikâyemizi tamamlamak için o malzemeye gerçekten ihtiyacımız vardı.”
"Gerçekten etkileyici"
Araştırmacılar toplamda 18 farklı primat türünü inceledi. Çalışmaya dahil olmayan Paris’teki Pasteur Enstitüsü’nden evrimsel genetikçi Camille Berthelot, “Bu kadar çok embriyo örneğini bir araya getirmiş olmaları gerçekten etkileyici” dedi.
Senevirathne ve meslektaşları, primatların iliumu tıpkı farelerde olduğu gibi geliştirdiğini buldu.
Omurganın iki yanında, ona paralel iki küçük kıkırdak çubuğu oluşuyor. Bu çubuklar büyüyüp omurgayla kaynaşıyor ve ardından kemik hücreleri kıkırdağın yerini alıyor.
Araştırmacılar, insan iliumunun da bu eski plana göre evrimleştiğini düşünmüştü. İnsan embriyosunda her iliumun omurgaya paralel bir kıkırdak çubuğu olarak başlamasını; bir noktada bu yönde büyümeyi bırakıp öne doğru genişlemesini bekliyorlardı.
“Fakat öyle değilmiş” dedi Capellini. “Bu adım adım işleyen bir süreç değil. Aslında tamamen tersine dönmüş durumda.”
Bilim insanları şaşırtıcı bir şekilde gördü ki insan iliumu, omurgaya dik bir çubuk olarak başlıyor; bir ucu karna, diğer ucu ise arkaya doğru yöneliyor. Kıkırdak çubuğu büyüyüp iliumun nihai şeklini alırken bu yönelimini koruyor.
Capellini “Bu bizim için gerçekten çarpıcıydı” dedi. “İnsan vücudunda başka hiçbir yerde büyüme biçimini tamamen değiştirdiğimiz bir örnek yok.”
Farelerdekiyle aynı gen ağı
Aynı derecede dikkat çekici olan bir diğer bulgu da şuydu: Capellini ve meslektaşları, insan iliumunun farelerdeki ilium hücrelerinde etkin olan aynı gen ağını kullandığını, fakat bunların farklı şekilde çalıştığını keşfetti.
İnsan embriyolarında ilium hücreleri, komşu hücrelerden salınan moleküllere tepki olarak genleri yeni bir düzende açıp kapatıyor. Sonuç olarak kıkırdak çubuğu farklı bir yönde oluşuyor.
Berthelot, bu hipotezin mantıklı olduğunu söyledi. Diğer araştırmacılar, iskeletin başka bölümlerinin evriminde de mevcut genlerdeki benzer değişimlerin etkili olduğunu ortaya koymuştu. “Bir kemiğin şeklini değiştirebilmenin çok fazla yolu yok” dedi.
Capellini ve meslektaşları, bu dönüşümün iki ayaklılığın evriminde kritik rol oynadığını savunuyor. Bu sayede erken insan ataları, dik yürüyüş için yeterince güçlü kasları destekleyen yeni bir pelvis geliştirebildi.
© 2025 The New York Times Company

