Leah Greenblatt / The New York Times
Tom Cruise’un sekiz “Görevimiz Tehlike” filminde çektiği sayısız tehlikeli sahne arasında — Dubai’de dünyanın en yüksek binasına tırmanmak, Norveç’te bir uçurumdan motosikletle atlamak ya da çalınmış bir defteri su altındaki bir santrifüjden çıkarmak gibi — serinin neredeyse 30 yıllık tarihinde en akılda kalan sahnelerden birinin, çizgi filmden fırlamış gibi görünen iki eski model çift kanatlı uçağı içereceği muhtemelen tahmin edilemezdi.
Ama serinin son filmi Mission: Impossible The Final Reckoning'i izleyen pek çok kişi tam da o sahne karşısında büyülenmiş durumda: Cruise’un canlandırdığı yorulmak bilmeyen ajan Ethan Hunt, küçük ve rengârenk bir uçağın iniş takımına tutunarak havalanıyor, pilotu alt edip uçağı ele geçiriyor, ardından havada başka bir uçağa atlayıp filmin sırıtkan kötüsü (Esai Morales) ile yumruk yumruğa dövüşüyor. Üstelik bütün bunlar, rüzgârın ve gökyüzünün amansız gücüne karşı 12 buçuk dakika boyunca savrularak gerçekleşiyor. Adeta havada dönen bir insan rüzgâr gülü gibi.
Cruise’un gökyüzünde gerçekten yana savruluyormuş gibi görünmesinin sebebi, gerçekten savruluyor olması. Dublör gerektiren sahneleri kendisinin oynamasıyla tanınan oyuncu, bu sahnenin büyük ölçüde ekranda göründüğü şekilde çekilmesini sağladı. Sadece güvenlik kemerleri ve ikinci bir pilot gibi bazı unsurlar, post-prodüksiyon sürecinde dijital olarak silindi.
Serinin son dört filmini yöneten Christopher McQuarrie’ye göre, Görevimiz Tehlike'nin çoğu tehlikeli sahnesi doğru aracı bulmak ya da özel olarak üretmekle başlıyor. Bu sahnede kullanılan araç ise, II. Dünya Savaşı sırasında savaş pilotlarını eğitmek için kullanılan Boeing Stearman’dı.
Sonunda yapım ekibi birden fazla uçak satın aldı: iki kırmızı, iki sarı. McQuarrie bu tercihi, “Çünkü elinizde sadece bir uçak varsa ve o uçak bozulursa, tüm film durur” diye açıklıyor.
Tehlikeli sahne koordinatörü ve ikinci ekip yönetmeni Wade Eastwood’a göre, 62 yaşındaki Tom Cruise bu sahneye geçmeden önce aylarca yerde antrenman yaptı.
“Tom zaten çok deneyimli ve yetkin bir pilot” diyor Eastwood, “ama bir uçağın kanadında durmak öyle insanların yaptığı bir şey değil. Bu yüzden uçağı yere sabitledik, büyük fanlar ve rüzgar makineleri kullandık, pervaneyi çalıştırdık ve tüm bunların vücuda etkisini görmek istedik. Gerçekten inanılmaz yorucuydu. Hayatınızda karşılaştığınız en büyük direnç bandıyla boğuşmak gibi bir şeydi”
Çekim için seçilen yerler — Güney Afrika’daki birkaç ücra nokta — hem hava koşulları hem de güvenlik açısından titizlikle hesaplanmak zorundaydı.
Yönetmen Christopher McQuarrie, “Eğer gökyüzü fazla açıksa, akrobasi çekimleri yapılamıyor. Çünkü bulutlar olmadan uçak üç boyutlu bir uzayda hareket ediyormuş gibi görünmüyor. Ayrıca hava sıcaklığının da belirli bir aralıkta kalması gerekiyordu. Sıcaklık arttıkça hava inceliyor ve uçak manevra kabiliyetini kaybediyor. Soğudukça da Tom kanadın üstünde hipotermi riskiyle karşılaşıyor” diye konuştu.
Sahneyi her açıdan yakalayabilmek için 60’tan fazla kamera konumu kullanıldı ve uçaklar, daha rahat manevra yapabilmeleri için minimum yakıtla uçuruldu. Diğer lojistik detaylar ise riskleri daha da artırıyordu. Cruise’un düşme ihtimali “son derece düşük”tü, diyor McQuarrie, “ama asıl gerçekçi tehlike, kalkış sırasında pistten sıçrayabilecek bir taş parçasıydı. Böyle bir taş, Cruise’a kurşun gibi çarpabilirdi. Havada ise, o hızda bir kuş çarpması ölümcül olurdu. Bu yüzden sürekli olarak kuşlara, uçaktan kopabilecek parçalara, kamera donanımlarına, vidalara karşı tetikteydik”
Eastwood’un anlattığına göre, G-kuvveti vücut üzerindeki etkileriyle de zorluğu artırıyordu: “Bazen tüm kanı vücudunuzdan çekiyor, bazen de olduğunuzdan çok daha ağır hissettiriyor. Yani Tom’un uçağın kanadına çarpması tamamen G-kuvvetinin onu içeri doğru çekmesiyle ilgili. Ardından en tepe noktada sıfır yerçekimiyle süzülmeye başlıyor. Sanki rol yapıyor gibi görünüyor — ki bir ölçüde öyle — ama aynı zamanda rüzgâra karşı savaşıyor, o kanatta kalmaya çalışıyor”
Peki Cruise, deniz seviyesinden yaklaşık 10 bin fit yükseklikte, saatte 270 kilometre hızla giden bir uçağın dışına tutunurken oksijen maskesi olmadan nasıl nefes aldı?
McQuarrie bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Aslında almıyor. O yükseklikte hava molekülleri öylesine seyrekleşiyor ki... Ben de uçağın kanadında bulundum ve doğrudan yaşadım. Nefes alıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz ama aslında vücudunuz oksijen almıyor. Normalde aldığınızın belki onda biri kadar oksijen giriyor vücudunuza ve bir yandan da sürekli darbe yiyorsunuz”
Rüzgâr ve motor sesi de iletişimi oldukça zorlaştırmış.
“Kendimize özgü bir işaret dili geliştirdik,” diyor McQuarrie. “Tom’un enerjisini koruyabilmesi için sürekli iletişimde kalmak istiyorsunuz.” Örneğin başa hafifçe vurmak sadece dinlenme anlamına geliyordu (bayılmadığını gösteriyordu); başka bir hareket ise tehlike işaretiydi. “Temel kural şuydu: Bir şeyi iki defadan fazla konuşuyorsanız, onun için bir el hareketi uydurmanız gerekiyordu”
Seri üzerinde on yılı aşkın süredir çalışıyor olmanın getirdiği deneyim de, McQuarrie’ye göre, ekip içinde özel bir “film dili” oluşturmuş durumda. “Şimdi aynı sahneyi herhalde üçte bir sürede çekeriz” diyor gülerek. “Ama soru şu: Böyle bir sahneyi tekrar çekmeye kim cesaret eder?”
© 2025 The New York Times Company