Ross Douthat / The New York Times
Siyaset bilimci Samuel Huntington 1996’da Soğuk Savaş sonrası dünya hakkında birkaç güçlü iddiada bulundu. Dünya politikası yalnızca çok kutuplu değil, aynı zamanda çok medeniyetli bir hale evriliyordu. Birbirleriyle yarış içinde olan güçler sadece liberal Batı’ya yaklaşmıyor, farklı kültürlerin ekseninde de modernleşiyordu. Medeniyetler arasındaki güç dengesi değişiyor, Batı göreceli bir düşüş sürecine giriyordu. Medeniyet temelli bir dünya düzeni ortaya çıkıyor, kültürel yakınlıkları paylaşan toplumların örgütlenmesi ve bloklar oluşturma olasılığı artıyordu. Böylelikle Batı’nın sözde evrenselliğinin rakip medeniyetlerle, özellikle Çin ve İslam dünyası, devamlı çatışacağı sahne kuruluyordu.
Çin, Ukrayna hakkında muğlak
Huntington’ın Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması kitabının omurgasını bu fikirler oluşturuyordu. Bu düşünce, Soğuk Savaş sonrası toplumların liberal demokrasi değerleri etrafında birleşeceği fikrini öne süren Francis Fukuyama’nın Tarihin sonu (The End of History and the Last Man) tezinin kapsayıcı bir alternatif yorumuydu.
Vladimir Putin’in Ukrayna işgali sonrası Batı’nın şaşırtıcı bir şekilde birleşmesi ve Çin ile Hindistan’ın keskin olmayan tepkiler vermesi, Huntington’ın tezinin yeniden dikkat çekmesine sebep oldu. Ancak Huntington son zamanlarda ihtiyatla anılıyor. Putin’in medeniyetler çatışması isteğine izin verilmemesi gerektiğine yönelik yorumlar ve Rus liderin 'Büyük Rusya'yı geri getirme çabası, bu dünya politikası tezinin çürütülmüş olduğu algısını beraberinde getirdi.
Rusya da, Ukrayna da Ortodoks
İslam üzerine çalışan Fransız siyaset bilimci Olivier Roy’un kısa süre önce Le Nouvel Observateur’da yayınlanan röportajında sunduğu argüman tam da bu. Roy Ukrayna’daki savaşı Medeniyetler Savaşı teorisinin işlemediğinin kesin kanıtı olarak nitelendiriyor ki Roy’a göre son savaştan önce görülen başka kanıtlar da var. Huntington, Ortodoks ülkelerin birbirleriyle savaşa girme olasılığının düşük olduğunu tahmin ediyordu. Ancak Putin'in Rusyası nüfusun çoğunluğunun Ortodoks olduğu bir ülkeye karşı savaşıyor ve bu ilk değil. Putin hatta bu savaşta Rusya’daki Müslüman destekçilerini de kullanıyor.
Liberalizm ve Otoriterlik
Benzer şekilde, hem sol hem de sağ görüşlü radikal kalemlere yer vermesi beklenen Compact isimli yeni dergiye yazan Christopher Caldwell, Huntington'ın Ortodoks birliği hakkındaki çürütülmüş gibi duran öngörüsüne atıfta bulunuyor. Caldwell, Huntington’ın tezinin günümüzdeki geçersizliğine dair bir argüman daha sunuyor. Bu modelin son 20 senenin gelişmelerini anlamamız için kullanışlı bir şema olduğunu ancak son zamanlarda ideolojik çatışmaların olduğu bir dünyaya döndüğümüzü belirtiyor. Yazara göre, Batılı elitlerin küresel neoliberalizm ve wokeness yani ırkçılık ve ayrımcılığa karşı duyarlılık vaatleri verdiği ve çeşitli iktidarların buna direnmeyi denediği bir dünyada yaşıyoruz.
Bu, tasvir edilen Batı misyonuna hasım olan, küresel durumun sağcı bir yorumlaması. Ancak Caldwell’in analizi dünyanın çeşitli kutuplar ve medeniyetler değil, gittikçe liberalizm ve otoriterliğin, demokrasi ve diktatörlüğün arasında bölündüğüne işaret ediyor.
Yine de bu iki modern argümanın önerdiği şema Huntington’ın tezinden daha zayıf. 25 veya 30 sene önceki hiçbir teori dünya düzenini mükemmel bir düzeyde açıklayamaz. Ancak dünyanın politik yönünü anlamak istiyorsanız Huntington’ın teorisi her zamankinden daha güncel.
2000’lerde yükselen İslamcı direniş
Nedenini anlamak için bu kitabının yayınlanmasından hemen sonraki Bush ve Obama'nın ilk yıllarını anımsayın. O günlerde Huntington'un analizi, Batı'nın gücüne karşı İslamcı direnişin ve cihatçı terörizmin yükselişini açıklamak için sıklıkla kullanılıyordu.
Ancak bu teoriye dünyadaki başka durumları açıklamak konusunda daha şüpheci yaklaşılıyordu. Amerika gücünü bariz bir şekilde kaybediyor gibi durmuyordu. Çin kendi medeniyetini oluşturma yolunda ilerlemek yerine Batı dünyası ile bütünleşiyor ve bir noktaya kadar liberalleşiyordu. Putin ilk döneminde Amerika ve Avrupa ile işbirliği ve belirli bir tür demokratik istikrar istiyor gibiydi. Hindistan’da Hindu milliyetçiliği henüz yükselişte değildi. Müslüman dünyasında dahi 2009 İran Seçimleri Gösterileri gibi, Arap Baharı gibi olaylar yaşanıyor, bütün bunlar ardından Batı’yla bütünleşme dönemleri gelen, 1989 demokratik devrimleri beklentisi yaratıyordu.
9/11 sonrası ABD
Bir diğer deyişle, 21. yüzyılın ilk yılları Batı kapitalizmi, liberalizm ve demokrasisine olan küresel ilgiyi kanıtlıyordu. Bu değerlere karşı olanlar ise İslamcılar, radikal soldan küreselleşme karşıtları ve Kuzey Kore hükümetinden oluşan marjinallerdi.
Fakat son on yılda Huntington’ın medeniyet uyuşmazlığı öngörüsünün çok daha uzun vadeli görüşlü kıldı. Amerikan gücü rakiplerine kıyasla azalmakla kalmayıp 9/11 sonrası dünyaya Batı değerlerini yayma girişimleri sıklıkla hüsrana uğradı. Genel çerçevede, dünyanın büyük güçlerinin ayrışması da Huntington’ın medeniyet örüntüleri doğrultusunda gelişti.
Çin'in tek partili meritokrasisi, Putin'in taçsız çarlığı, Ortadoğu'da diktatörlük ve monarşinin dini popülizme karşı Arap Baharı sonrası zaferi, Hint demokrasisini dönüştüren Hindutva popülizmi yalnızca otokrasinin biçimleri değil. Aynı zamanda kültürel olarak da ayırt ediciler. Huntington, Amerika gibi Batı güçleri zayıfladığında bu tip medeniyet miraslarının ortaya çıkacağını öngörüyordu.
Latin Amerika’daki demokrasi direnci
Bu ayrışmanın daha zayıf yaşandığı, Soğuk Savaş sonrası demokratikleşme dalgasının daha dirençli olduğu bölge ise Latin Amerika. Huntington Latin Amerika’nın kendi medeniyet kategorisine mi sahip olacağı, yoksa ABD ve Avrupa’nın bir uzantısı olarak mı değerlendirileceğinden emin değildi. İlkini seçti; ikincisi bugün daha makul görünüyor.
Huntington’ın Ukrayna öngörüleri
Roy ve Caldwell tarafından eleştiri amacıyla değinilen, Huntington’ın Ukrayna’ya özel öngörülerine ne demeli? Evet, bu konudaki bir tahmini hatalıydı. Ortodoks ve Rusça konuşan Doğu ile Katolik ve Batı eğilimli Batı arasındaki bölünmeyi doğru bir şekilde öngörmesine rağmen medeniyet unsurlarının ulusal olanlardan daha üstün olacağına dair varsayımı, Putin’in doğu Ukrayna’da karşılaştığı direnci göz önünde bulundurunca henüz gerçekleşmedi.
Medeniyete dayalı ittifaklar kurulmuyor
Bu örnek genel şemaya uyuyor. Batılı olmayıp yükselen büyük güçlerin hiçbiri henüz medeniyet yakınlığına dayalı büyük ittifaklar kurmadı. Yani bu, dört büyük Huntington öngörüsünden üçüncüsünün, bugün aralarındaki en zayıfı gibi göründüğü anlamına geliyor. Örneğin, Huntington yükselen bir Çin'in Tayvan'ı barışçıl bir şekilde bütünleştirebileceğini, hatta Japonya'yı kendi etki alanına çekebileceğini düşündü. Bu senaryo şu anda pek olası görünmüyor. Bunun yerine, başka bir medeniyet ile liberal Batı arasında bir şekilde "parçalanmış" olan küçük ülkeler genelde Amerikan ittifakını tercih ediyor.
Demokrasi ve insan haklarının gölgesi
Bu, Batı'nın çok kutuplu bir dünyada bile Amerikan avantajlarını sürdüren direncine işaret ediyor. Ancak liberalizmin, Amerikan gücünün zirvesindeyken bulunduğu konuma kapsamlı bir şekilde geri dönmeye hazır olduğu anlamına da gelmiyor. Avrupa-Amerika ittifakı dışında Putin'in savaşına verilen muğlak ve ikircikli tepkilerin hiçbiri, liberal-uluslararası dünya düzeni için ani bir baharın geldiğini göstermiyor. Fukuyama'nın tarihinin sonunun bazı yönleri açıkça liberal Batı'nın ötesine yayıldı. Ancak demokrasi ve insan hakları kadar, onların gölgesi olan tüketicilik ve kuralsızlık da dünyanın dört bir yanında mevcut.
Wokeness evrensel bir hareket değil
Ukrayna'daki çatışmada Putin'i ne kadar meşgul ederse etsin, Amerikan tarzı wokeness ihracatının yeni bir küresel ideolojik çatışmanın odak noktası olmaya hazır olduğu gerçeği yansıtmıyor. Tam tersi: Wokeness’ın çoğu içe dönük ve dar görüşlü. Neoliberal dönemle ilgili hayal kırıklıklarına özellikle Batılı ve Anglo-Amerikan bir tepki. Evrensel bir mesaj sunmak yerine, yalnızca Amerika ve Avrupa'da karşılığı olan kilit sloganları ve fikirleri var. Beyazlığı sorgulamak, Mumbai veya Jakarta'nın orta sınıfı; Bahreyn veya Pekin'in genç seçkinleri için ne anlama gelebilir ki? Açıkça, bir yandan ahlaki ve ruhsal yenilenme süreci sunan, aynı zamanda da belirli bir vasatlığı ve uyuşukluğu haklı çıkarmanın bir yolunu gösteren, Amerikan’ın algılanan düşüş çağına göre uyarlanmıştır. Sonuçta, mükemmellik veya rekabete çok fazla odaklanmak her zaman beyaz üstünlükçülüğü kokuyor.
Huntington’ın çok kültürlülük kaygısı
Wokeness savaşları, enteresan bir şekilde Huntington’ın önemli bir hatasını gün yüzüne çıkardı. Huntington’ın medeniyetlerin rekabet çağındaki Batı dünyası için temel korkusu kendi kültürel ayırt ediciliğini terk etmesi ve özellikle çok kültürlülüğün onu mahvetmesiydi. ABD’nin kitlesel göç baskısı altında İngilizce ve İspanyolca konuşulan yerleşim bölgelerine bile bölünebileceğini düşünüyordu. Kuzey Amerika ve Latin Amerika siyaseti arasındaki yakın tarihli bazı yakınlaşmalar bu tahminlerle eşleşiyor. ABD’de sağcı popülizmin ve sosyalizmin artan cazibesi, Güney Amerika'da ise Evanjelizm ve Pentikostalizmin yükselişi bunlara birer örnek.
Woke Amerikan tarihine dayanıyor
Ancak wokeness üzerine çatışmalar, Balkanlaşma’nın veya aşırı çok kültürlülüğün göstergesi değil. Tersine, güncel kültür savaşı Anglo-Amerikan siyasetindeki en eski ayrılıklardan bazılarını yeniden ortaya çıkarmasına rağmen bazı radikal azınlıkları sağa çekerek etnik kutuplaşmamızı azaltıyor dahi olabilir. Woke, genellikle New England Püritenleri’nin mirasçıları ve Yankeedom'un ütopik coşkusu gibi görünüyor. Düşmanları genellikle Güneyli Evanjelikler, muhafazakar Katolikler ve İskoç-İrlandalıların özgürlükçü torunlarıdır. Şu an tartıştıkları konular Amerika’nın kuruluşu, Anayasa, İç Savaş ve sınırların çözümüne ilişkin birbiriyle rekabet eden yorumlardan oluşuyor.
Amerikan hegemonyası zayıflıyor
Bu durumda güncel Amerikan kültür savaşı, Huntington’ın bazı korkularının yersizliği gösterse de genel bağlamda kendisini haklı çıkarıyor. Irk, cinsiyet, liberalizm, eğitim ve din hakkındaki çeşitli çatışmalarımız, gerçekten de artık Amerikan hegemonyasının veya liberal evrenselciliğin kanıksandığı bir dünyaya tepki olarak gözüküyor. Ancak, en azından şimdilik, bir Amerika sonrası çöküşü veya etkinsizleşen güçlerin feragatı manasını taşımıyor. Eğer bir medeniyetler çatışması olacak ise, Amerika’nın içindeki kültürel savaş bizimkinin ne tarz bir medeniyet olması gerektiği yönünde.
© 2022 The New York Times Company