05 Aralık 2025, Cuma
05.12.2025 04:30

TUS tercihleri Türkiye’yi bekleyen halk sağlığı sorununun ayak sesleri mi?

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Tıp fakültesini bitiren genç hekimlerin Tıpta Uzmanlık Sınavı’ndaki (TUS) tercihlerinde cerrahi, pediatri ve iç hastalıkları gibi bölümlere rağbet geriliyor; dermatoloji, plastik cerrahi ve göz hastalıkları gibi branşlara yöneliş ise dikkat çekici şekilde artıyor. Genç hekimlerin daha az riskli, yaşam-iş dengesini gözeten, gelir avantajı yüksek bölümleri tercih etmesi, mevcut sistemdeki sorunlar hakkında önemli ipuçları veriyor. Aynı zamanda gelecek adına ciddi bir uyarı anlamına geliyor…


Geçmiş zaman olur ki, Türkiye’de tıp fakültelerinden mezun olan genç hekimler arasında en başarılı olanlar, kendilerini bekleyen uzun kariyerlerinin başında uzmanlık branşlarını seçerken, daha çok cerrahi, iç hastalıkları gibi alanlara yönelirlerdi. Keza çocuk hastalıkları, kadın doğum, göz hastalıkları yine bu kategoride yer alan popüler alanlardı.

Bu branşların öncelikli konumları konusunda tıp dünyasında adı konmamış bir kabulün olduğu açıktı.

Oysa 2025 yılına geldiğimizde ve geçen ağustos ayında yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) sonuçlarına baktığımızda, genç doktorların başarı derecelerine göre kullandıkları tercihlerde bu branşların bir hayli zemin kaybettiğini görüyoruz. Örneğin, muhtelif cerrahi branşlarını 40’ı aşkın uzmanlık alanının bulunduğu yerleştirme listesinde üst sıralarda göremiyoruz.  

Keza, geçmişte öncelikle tercih edilen alanlardan biri olan iç hastalıklarının da sıralamada biraz gerilediğini fark ediyoruz.

TUS sonuçlarında ilk sıralara baktığımızda, deri (dermatoloji) ve zührevi hastalıklar branşının ilk sırada yer aldığı olgusu karşımıza çıkıyor. Bu branşı hemen arkasından plastik cerrahi, göz hastalıkları izliyor. Kardiyoloji, radyoloji, çocuk ve ergen ruh sağlığı, fiziksel tedavi ve rehabilitasyon, kulak burun boğaz gibi alanlar da sıralamada genellikle yukarılarda yer alıyor.

Burada dikkatimize takılan bir durum var. Kardiyoloji tercihlerde yukarıda çıkarken, kalp-damar cerrahisi bu branşın çok altında kalıyor. Tıbbın en zor alanlardan biri olarak kabul edilen beyin ve sinir cerrahisinin durumu farklı değil. Genel cerrahi, çocuk cerrahisi de dahil olmak üzere cerrahinin tüm dalları açısından benzer bir durum söz konusu.

Dönemsel bir yöneliş mi yoksa kalıcı bir durum mu?

TUS sonuçları, yüksek puanlı tıp mezunlarının tercihlerini kullanırken cerrahi gibi riskli uzmanlık alanlarından genellikle uzak durduklarını ortaya koyuyor.

Bu arada, cerrahi branşları dışında çocuk hastalıkları ile kadın doğum branşları da artık popüler uzmanlık dalları arasında yer almıyor. 

Kabul edelim ki daha derinlemesine anlamamız gereken bir mesele var karşımızda. Bir dizi soruya yanıt bulmamız gerekiyor. 

Örneğin, anlattığımız durum dönemsel bir yönelişi mi yoksa kalıcı bir durumu mu gösteriyor? 

Bazı branşların taşıdıkları kaçınılmaz riskler mi yol açıyor bu sonuçlara? Tıbbın piyasalaşma sürecine girmesi belirleyici bir diğer faktör mü? Doktorlar daha çok ekonomik nedenlerle mi belli branşlara yönelip bazı branşlardan uzak duruyorlar?

Hastalar ve yakınlarından kaynaklanan doktorlara yönelik şiddetin artması ne ölçüde ağırlık taşıyor bu tercihlerde?

Yeni kuşakların artık iş-özel hayat dengesini öncelemeleri, daha öngörülebilir ve sakin bir hayatı tercih etmeleri mi buradaki kritik faktör? Bu yönüyle küresel bir yönelişin Türkiye’ye yansımasından söz edebilir miyiz?

Yoksa, bütün bu soruların altını çizdiği faktörlerin değişen derecelerde bir araya gelip topluca yarattıkları bir sonuç mu var karşımızda?

Yanıt ne olursa olsun, aktardığımız tablo Türkiye’de tıbbın geleceğini hayati derecede ilgilendiriyor. Bu çerçevede toplum sağlığı ve bundan sonraki kuşakların sağlığı bakımından projektörlerimizi şimdiden üzerine tutmamız gereken ciddi problemler bulunduğunu bize anlatıyor.

TUS tıbbi bilgiyi ve vakaya göre bu bilgiyi kullanabilme becerisini ölçüyor

Kamuoyu genelinde çok yakından bilinmese de tıp dünyasında 1987 yılından bu yana uygulanan TUS’un büyük bir ağırlığı var. TUS, tıp fakültelerinden mezun olan genç hekimlerin kariyerlerinin başlangıcındaki çok kritik bir eşik. 

İki nedenle önemli… Birincisi, hekimlerin belli bir tıp branşında uzmanlığa geçiş yapıp yapamayacakları bu sınavda belli oluyor. Uzmanlık eğitimine geçebilecekleri başarı puanını elde edemezlerse çoğunluk ‘pratisyen hekim’ olarak kariyerlerine devam ediyor. Uzmanlık eğitimine hak kazanıp asistan olabilmek için aşılması gereken taban puan 45. 

Seçtiği branştan memnun olmayan tekrar girebiliyor

İkinci neden de bir bu kadar önemli. Diyelim adaylar sınavda uzmanlık açısından gerekli çıtayı geçtiler; hangi uzmanlık alanını seçebilecekleri yine bu sınavda aldıkları puana göre belli oluyor. Başarı puanı yüksek olduğu oranda, uzmanlık adayı hekimin istediği tercihi yapabilmesinin önü açılıyor.

TUS ÖSYM tarafından biri mart diğeri ağustos döneminde olmak üzere iki kez düzenleniyor. İlkinde başarısız olup bir daha girenlere ya da katıldığı ilk sınavda seçtikleri branştan memnun olmayıp alan değiştirmeyi denemek üzere yeniden sınava katılanlara sıkça rastlanıyor.

Sınav ‘çoktan seçmeli’ iki ayrı oturum olarak yapılıyor. Birincisi “Temel Tıp Bilimleri”, ikincisi ise “Klinik Tıp Bilimleri” başlığını taşıyor. Her iki oturumda da 100’er soru yanıtlanıyor. Yanlışların doğrulardan belli bir oranda çıkarılmasından sonra elde edilen ham puan, o yılın ortalaması ve standart sapması ile hesaplanarak tek bir başarı puanına dönüştürülüyor. 

İlk test genel tıbbi bilgiyi ölçüyor. İkinci test ise biraz daha kritik. Çünkü salt bilgi sorularına ek olarak, verilen vakalara göre kazanılan tıbbi bilgiyi akıl yürütme yoluyla kullanabilme, doğru tanı ve tedaviyi bulma becerisi de ölçülüyor.

Ağırlıkla zorluk derecesi yüksek sorular sorulması, tıp öğrencilerinin altıncı sınıf olan “intern”lük sırasında almaları gereken pratik eğitime yeterli ölçüde önem verememelerine, TUS’a çalışmak için pratik uygulamalardan kaçınmalarına neden olabiliyor.

Üniversiteye hazırlık gibi, TUS’a hazırlayan dershaneler de var

Özetle, uzmanlığa ayrılmak isteyen genç hekimler açısından TUS sınavında başarı şart. Bu da liseye girişteki LGS ve üniversiteye girişteki ÖSYM sınavları öncesinde olduğu gibi bir dershane ihtiyacı yaratmış bulunuyor yıllar içinde. Uzun bir zamandır TUS dersaneleri var. 

Prof. Azap, “Neredeyse bütün tıp öğrencileri, kimi zaman üçüncü veya dördüncü sınıftan itibaren yüksek ücretler ödeyerek bu dershanelere gidiyor; kendilerine ayıracak hiç zamanları kalmıyor” şeklinde konuşuyor.

TUS adayları arasında uzmanlığa geçebilenlerin oranı yüzde 30-35

Türk Tabipleri Birliği’nin tespitlerine göre, Türkiye’deki tıp fakültelerinden yıllık mezun sayısı 15-17 bin aralığına gelmiştir. Buna karşılık, TUS sınavına katılan adayların sayısı o yılki tıp fakültesi mezunlarının toplamının çok üstüne çıkıyor. Daha önce de TUS’a girmiş olan eski mezunların uzmanlık sınavına  yeniden katılmaları çok yaygın bir davranış.

Türk Tabipleri Birliği’nin TUS hazırlık kurumlarından ve sınava hazırlanan öğrencilerle yapılan araştırmalardan elde ettiği verilere göre, her yıl tıp fakültelerinden mezun olanların yüzde 55-65’i mezun olur olmaz düzenlenen ilk TUS’a katılıyor. Katılmayanların yüzde 35-45 aralığındaki oranı dikkat çekicidir. 

Bu yılki verilere bakıldığında, mart döneminde TUS’a katılan adayların sayısı 26 bin 245. Buna karşılık toplam uzmanlık branşlarında 8 bin 531 kontenjan açılmış. Bu durumda yerleşme oranının en çok yüzde 32.5’i aşmaması gerekiyor. Ağustos sınavında ise katılımcıların sayısı 31 bin 411 oldu. Buna karşılık kontenjan sayısı 10 bin 418 olarak açıklandı. Yerleşme oranı yüzde 32-33 civarında tahmin ediliyor.

Ek yerleştirmede puanlar düşüyor

Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta var:  Bazı branşlarda adayların tercih yapmaması nedeniyle sıkça kadroların boş kaldığı durumlar yaşanabiliyor. Boş kadrolar daha sonra ek yerleştirmeye tabi tutuluyor. Bu yöntem boş kontenjanların doldurulabilmesi için puanların aşağı düşmesi sonucunu yaratıyor. 

Adaylar, TUS sonuçları açıklandıktan sonra aldıkları puanlara göre tercihlerini yapıyor. Tercih listelerinde istedikleri, kurum ve branşları sıralıyorlar. En yüksek puanlı aday listedeki ilk tercihine yerleştirilirken, sonraki aşamada puan sırasına göre yukarıdan aşağı yerleştirme devam ediyor.

Tabii bu yöntemde puanı düşük olan hekimlerin branş ve şehir seçme imkanları daha sınırlı hale geliyor. Çünkü yüksek puanlı adaylar popüler branş ve önde gelen eğitim kurumlarının kontenjanlarını önemli ölçüde doldurmuş oluyor. Bu durumda mutlaka uzman olmak istiyorlarsa, istemedikleri bir branşı tercih etmek ya da bir daha sınava girerek şanslarını denemek gibi iki seçenekleri var.

TUS’u geçemeyen genç hekimleri bekleyen kariyer seçenekleri

TUS sınavında başarılı olamayan hekimleri bekleyen kariyer seçenekleri neler? 

Büyük bir kısmı, Sağlık Bakanlığı tarafından ‘pratisyen hekim’ olarak ‘Devlet Hizmeti Yükümlülüğü’ (DHY) kategorisi altında belli tercihler kullanılarak çeşitli sağlık kurumlarına atanıyor. Bu kurumlar devlet hastaneleri, aile sağlık merkezleri, ilçe sağlık müdürlükleri, 112 Ambulans Komuta Kontrol Merkezleri olabiliyor. 

TUS sınavına ikinci kez girmek ve bunun için hazırlanmak amacıyla DHY atamaları başlamadan istifa etme seçeneğini kullanan çok sayıda hekim var.

Ayrıca, TUS’a girmemeyi tercih eden hekimler de var. ‘Devlet Hizmeti Yükümlülüğü’ çerçevesindeki görevlerin, sağladıkları bir dizi avantaj nedeniyle belli bir yaygınlık kazandığı anlaşılıyor. Prof. Azap’a göre, çalışma yoğunluğu ve şartları bölgeden bölgeye değişse de, gerek sabit bir gelir düzeyi güvencesi bulunması, gerek görece düzenli mesai saatleri, bu seçeneğin daha yaygın bir tercihe dönüşmesine yol açabiliyor.

Başka bir kariyer seçeneği ise ek eğitimle edinilen bir sertifika sayesinde nöbetin olmadığı, daha düzenli mesai saatlerine dayalı bir çalışma düzeni sunan işyeri hekimliği. 

Yurtdışında uzmanlık eğitimi almak, ilaç ya da medikal şirketlerinde danışman hekim ya da klinik araştırma sorumlusu olarak çalışmak da diğer seçenekler olarak karşımızda beliriyor.

Tabii, son yıllarda giderek artan sayıda genç hekimin yurt dışına gitme hedefine yönelmesi, yine bu bağlamda dikkat çekilmesi gereken bir başka kuvvetli eğilimdir.  

TTB’nin tespitlerine göre, sadece bu yılın ilk 11 ayında 2 bin 62 doktor yurtdışı seçeneğine yönelmiştir. Bunlardan 1129’u pratisyen, kalan 933’ü uzman hekimlerdir. 

En yüksek puanla alanlar: Dermatoloji, plastik cerrahi ve göz hastalıkları

Paylaştığımız birinci tablo, geçen ağustos ayında yapılan TUS’ta en yüksek puanla asistan kabul eden çeşitli eğitim kurumlarındaki ilk 15 bölümü gösteriyor.

Buna göre TUS’ta alınan en yüksek puan 83.86077’dir. TUS birincisi olan bu hekim, uzmanlığı için tercihini Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz bölümünden yana kullanmıştır. Fakültenin bu bölüme toplam 4 öğrencilik asistan kontenjanı açılmıştır. Bu gruptaki en düşük puan ise 74.44193 olmuştur.

Bir sonraki sırada Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji bölümü bulunuyor. TUS’ta 83.66736 puan alan bir aday bu bölümü seçmiştir. Aynı bölüme ikinci bir hekim 81.68581 gibi yine çok yüksek bir puanla yerleşmiştir.

Üçüncü sırada ise İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji bölümü yer alıyor. 83.10129 puan alan bir aday tercihini bu bölümden yana kullanmıştır. Bu bölüm toplam dört öğrenci kabul etmiştir.

Diğer sıralamalara baktığımızda, en yüksek puanla öğrenci alan ilk 15 bölümde dermatoloji, plastik cerrahi, göz hastalıkları, kulak burun boğaz, kardiyoloji ve tıbbi mikrobiyoloji branşları yer alıyor.

Bu 15 bölümün kabul ettiği yüksek puanlı öğrencilerin 5’i dermatoloji, 5’i plastik cerrahi, 2’si ise göz hastalıkları branşlarını tercih etmiştir. Listenin tepesinde ağırlık bu üç branştadır. 

Branş, üniversitenin adının önüne geçebiliyor

Aslında buradaki tercihler, TUS sonuçlarının geneliyle de uyumludur. 31 binin üzerinde adayın katıldığı ağustos ayı sınavının sonuçlarına bakıldığında beliren kalıp şudur: Tıp fakültelerinin, eğitim ve araştırma hastanelerinin ve şehir hastanelerinin önemli bir bölümünde en yüksek puanlı öğrenci tercihleri daha çok dermatoloji bölümlerine yönelmiştir. İlginçtir ki, Anadolu’daki üniversite hastaneleri ve eğitim araştırma hastanelerinde de bu tablo değişmiyor.

Bu örüntüden şunu anlıyoruz: Görece yüksek puanlı öğrenciler için dermatoloji tercihi, büyük şehirlerdeki köklü eğitim kurumlarını seçme eğiliminin dahi önüne geçebilmektedir. Bu öğrenciler, yüksek puanlarıyla büyük şehirlerdeki kurumlarda farklı branşlara rahatlıkla yerleşebilecekleri halde, salt dermatoloji eğitimi alabilmek için Anadolu’daki okulları ya da büyük şehirlerde yeni açılan vakıf üniversitelerinin dermatoloji bölümlerini tercih etmektedir.

Plastik cerrahi ve göz hastalıkları branşları da sıralamada yüksek puanlı öğrencileri çekme etkisi bakımından dermatolojiden hemen sonra geliyor. Bir sonraki grupta ise radyoloji ve kardiyolojinin benzer şekilde ilgi gördükleri söylenebilir. Keza çocuk ve ergen ruh sağlığı ile fiziksel tıp ve rehabilitasyon, kulak burun boğaz branşları da genellikle yüksek puanla tercih edilen kümedeki branşlar olarak göze çarpıyor.

Düşündürücü tablo: Boş kalan çok kontenjan var, pediatri alarm veriyor

TUS’ta eğitim kurumlarının ve adayların başarıları nasıl değerlendirilmelidir? Keza branşların tercih edilirliği nasıl ölçülebilir? 

Bunun için öğrenci yerleştirmedeki puan aralıkları, açılan kontenjanların doluluk oranları gibi ölçütlere bakmak açıklayıcı olabilir. ÖSYM’nin web sitesinde yayınladığı ikinci dönem sonuçları listesi ilgilenenler açısından önemli bir kaynak oluşturuyor. 

İkinci ölçütten başlarsak, popüler branşların kontenjanları genellikle sorunsuz biçimde doluyor. Ancak daha az tercih edilen branşlara gelindikçe, Sağlık Bakanlığı ile YÖK’ün ortaklaşa belirledikleri kontenjanların boş kaldığı durumlarla karşılaşıyoruz. Bazı durumlarda bir bölüme açılan kontenjan tümüyle boş kalabiliyor. O zaman ÖSYM’nin duyurusu ardından ikinci yerleştirme yapılıyor. Gelgelelim, ikinci yerleştirmede dahi kadroların tümüyle dolmadığı pek çok örneğe rastlanıyor.

TUS yerleştirme listeleri incelendiğinde, acil tıp, aile hekimliği, çocuk sağlığı ve hastalıkları branşlarının kontenjanlarını doldurmada en çok zorlanan alanlar olduğu görülüyor. Özellikle çocuk sağlığı ve hastalıkları alanındaki kontenjan açığı çok düşündürücü bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Paylaştığımız ikinci tablo bu açıdan fikir vericidir.

Aslında açık kontenjan sorununu anlayabilmek için başvurulabilecek kolay bir yöntem var. ÖSYM’nin TUS sonuçları sekmesindeki ikinci yerleştirme sonuçları, hangi eğitim kurumunun hangi branşında kaç açığın olduğunu, kaçının kapatılabildiğini, ne kadarının hala açık kaldığını gösteren en sağlam kaynaktır.

TUS’da 80 puan ve üstü yüksek başarı eşiği olarak kabul edilebilir. 45 taban puan da zaten uzman olabilmek için geçilmesi gereken sınırdır. Adayların başarısı puanlarının bu üst ve alt eşiklere yakınlıklarına göre değerlendirilebilir.

Genel olarak 70–80 aralığı kayda değer bir başarı derecesine karşılık geliyor. Popüler olmayan branşların çektikleri öğrencilerin performansları bu skalada daha düşük puanlarda seyrediyor. Nitekim, tam sınırdaki 45 taban puanın hemen üzerindeki eşikte kontenjanlarını dolduran çok sayıda eğitim kurumu ve branş bulunuyor.

Bu arada, artık eskisi kadar rağbet görmeyen cerrahi branşlarına -köklü eğitim kurumları hariç- görece daha düşük puanlarla girildiği söylenebilir. Dikkat çekici nokta, tıbbın en zor alanlarından kabul edilen beyin cerrahisi ve kalp damar cerrahisi gibi branşların bile bu eğilimin dışında kalmamasıdır.

Köklü kurumlar hala cazibe merkezi 

Genel başarıya bakıldığında önemli bir fark daha göze çarpıyor. Büyük şehirlerdeki köklü tıp fakülteleri ile Anadolu’da yeni açılan tıp fakültelerinin giriş puanları arasındaki yüksek farklar çok belirgindir. Ayrıca birçok vakıf üniversitesinin de nispeten daha düşük puan aralıklarından öğrenci kabul ettiği söylenebilir.

Muhakkak vurgulanması gereken bir nokta, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa ve İstanbul (Çapa) Tıp Fakülteleri, Ankara’da Hacettepe, Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakülteleri, İzmir’de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi gibi köklü okulların pek çok branşta genellikle yüksek puanlı öğrencileri çekmeye devam etmeleridir. Bu alandaki bütün tartışmalara karşın, söz konusu kurumların akademik gelenekleri ile genç hekimler açısından güçlü bir çekim alanı olmayı sürdürdükleri görülüyor.

Ayrıca Sağlık Bakanlığı’na bağlı bazı eğitim ve araştırma hastaneleri (EAH) ile şehir hastanelerinin belirli branşlarında da yüksek puanlı adayların yoğunlaştığı göze çarpıyor. Özellikle uzmanlaşmış EAH’lerde bu durum belirgindir. 

İstanbul’daki Beyoğlu Göz Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi bu çerçevede dikkate değer bir başarı öyküsüdür. Bu kurumun göz hastalıkları bölümüne giren adayların puanları 82.8/79.4 aralığındadır ve toplam sekiz öğrenci kabul edilmiştir.

Türk Pediatri Kurumu: ‘Yarın çocuklarımızı muayene edecek hekim bulamayabiliriz’ 

TUS sonuçlarının en rahatsız edici sonuçlarından biri, kısaca ‘pediatri’ olarak adlandırılan çocuk sağlığı ve hastalıkları branşının son yıllardaki irtifa kaybını net bir şekilde görünür kılmasıdır.

Pediatri, ağustos ayı TUS’unda en çok boş kontenjan kalan alanlardan biridir. Mart ayındaki ilk dönem TUS’u farklı değildir. Pediatristlerin meslek örgütü Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof. Özgür Kasapçopur, mart ayındaki TUS’ta pediatri kadrolarının “yüzde 42’sinin boş kaldığına” dikkat çekiyor. Keza, son beş yılda pediatri için açılan kadroların yaklaşık üçte biri tercih edilmemiştir.

Prof. Kasapçopur, “Bu oranlar sadece bir tercih meselesine değil, çocuk sağlığı hizmetlerinin geleceğine ve sürdürülebilirliğine dair ciddi bir tehlikeye işaret ediyor” uyarısında bulunuyor.

Türk Pediatri Kurumu’nun öncülüğünde geçen haziran ayında pediatri derneklerinin de katılımıyla bu alandaki sorunun ciddiyetine dikkat çekmek üzere ortak bir ‘çözüm önerileri belgesi’ hazırlanıp kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof. Özgür Kasapçopur


Prof. Kasapçopur’un dikkat çektiği bu belgede, pediatristlerin sorunları şöyle sıralanıyor:

-Poliklinik, acil servis ve yoğun bakım gibi alanlarda pediatri uzmanları yoğun nöbetler ve yüksek hasta yükü altında çalışmaktalar. Artan talepler birçok pediatristte tükenmişlik ve mesleki doyumsuzluk yaratıyor.

-Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları, pediatri pratiğinde ebeveyn kaynaklı gerilimlerle daha da artmakta. Özellikle acil servislerde hasta ebeveynlerinin erişkin hastalara göre daha telaşlı ve aceleci olmaları iletişim sorunlarının katlanmasına, zorbalık ve malpraktisle ilgili şikayet ve davaların artmasına yol açıyor.

-Çocuk hekimlerinin sunduğu koruyucu ve bilişsel hizmetler, diğer girişimsel branşlara kıyasla daha düşük katsayılarla ücretlendirildiğinden, pediatristler sistem içerisinde ekonomik olarak dezavantajlı hale geliyorlar.

-Artan şikayetler ve açılan davalar nedeniyle pediatristler defansif tıbbı tercih ediyor, karar alma süreçlerinde mesleki özerkliklerini kaybediyorlar.

-Beş dakikada bir hasta bakma zorunluluğu, çocuk hastaların karmaşık değerlendirme süreçlerine uygun değil. Bu sistem hekimin nitelikli hizmet sunmasını engelliyor, hasta güvenliğini tehlikeye atıyor.

Belgenin ikinci bölümünde bir dizi somut çözüm önerisi de sıralanıyor. Söz konusu belgenin finalinde şu uyarı yer alıyor:

“Pediatri sadece bir uzmanlık değil, toplumun çocuklara verdiği önemin bir aynasıdır. Bugün önlem alınmazsa, yarın çocuklarımızı muayene edecek hekim bulamayabiliriz.” 

TTB: Uzun dönemde ciddi bir sorun bizi bekliyor

Türkiye’de hekimlerin meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği, genç hekimlerin TUS tercihlerini ve özellikle cerrahi dalları, çocuk hastalıkları, kadın doğum gibi alanların bu seçimlerde zemin kaybetmesini nasıl değerlendiriyor?

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Azap şöyle konuşuyor:

“Bu tabloya baktığımızda daha az mesleki risk taşıyan, daha az yorucu ve yıpratıcı olan, hasta ve hasta yakınları ile daha az iletişim gerektiren, dolayısıyla şiddete uğrama olasılığı daha düşük olan, gelir açısından daha avantajlı branşların giderek üst sıralara çıktığını görüyoruz... Hekimler, hayati tehlikesi az, hastayla görece daha az zaman geçiren, bağımsız çalışma olanağı fazla ve özellikle estetik girişimleri olan bölümlere yöneliyor.” 

Hemen ardından ekliyor: “Bu tabloda göremediğimiz ise boş kalan kontenjanlar… Örneğin, çocuk hastalıkları, çocuk cerrahisi, beyin cerrahisi gibi branşlarda açılan kadrolar boş kalabiliyor. Tercih edilmiyor.” 

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Azap, TUS’da daha az mesleki risk taşıyan, daha az yorucu, gelir avantajı yüksek branşların giderek üst sıralara çıktığını söylüyor. Ancak çocuk hastalıkları ve cerrahi gibi branşlarda kadroların boş kalabildiğine dikkat çekiyor. 

 

Kuşkusuz, bu gibi dallarda kadroların boş kalabilmesi tehlike çanlarının çaldığı bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz konusunda hepimizi uyarıyor.

TTB Başkanı’na göre, ortaya çıkan bu düşündürücü tablonun bir dizi nedeni var. Bunları sıralamaya şöyle başlıyor:

“Zor ve zahmetli branşlarda emek veren hekimlerin yaptıklarının takdir edilmemesi, emeklerinin değer görmemesi; maddi veya manevi bir kazanç getirmek bir yana, tam tersine yüksek tazminatların yol açtığı malpraktis endişesi, şiddete maruz kalma gibi maddi, manevi açıdan zararlar vermesi bu nedenler arasında…”  

“Uzun ve yorucu nöbetleri, çalışma koşullarını” yine bu başlıkta diğer önemli faktörler arasında sıralıyor.

Burada karşımıza çıkan ve kalıcı bir yönelişe girdiği anlaşılan bu durum gelecek için bize ne söylüyor?

Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi de olan Prof. Azap şöyle yanıtlıyor: 

“Tıpta genel cerrahi, iç hastalıkları, pediatri, kadın hastalıkları ve doğum gibi ana branşların uzmanlık alanı olarak tercih edilmemesi ya da görece çok daha az seçilmesi önümüzdeki dönemde ciddi bir halk sağlığı sorunu yaratacaktır. Yan dal uzmanlıklarında da aynı sorunlar var. ‘Yenidoğan skandalı’na rağmen pediatri gibi branşların tercih edilmesi yönünde hala hiçbir çalışma yapılmadığını üzülerek görüyoruz.” 

Özetle, Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda ciddi bir halk sağlığı sorununun beklediğini söylüyor Prof. Azap. 

Bir başka deyişle, tablo “Görünen köy kılavuz istemez” atasözünü çağrıştırıyor.

 

Uzmanlık eğitiminde kalabalıklaşma sorunu var

Tıp fakültelerindeki sayısal genişlemeye paralel bir şekilde uzmanlık eğitimine alınan asistanların ve ardından branşlarına göre 3 ile 6 yıl arasında süren bu eğitimin sonunda uzmanlık derecelerini alan hekimlerin sayılarında son yıllarda büyük artışlar gözleniyor.

TTB tarafından hazırlanmış olan (3) numaralı grafik, yıllara göre pratisyen hekim, uzman hekim ve asistan hekim sayılarındaki artışları çarpıcı bir şekilde gösteriyor. 

Bu grafiğin altını çizdiği sonuçlardan biri, 2002–2023 yılları arasındaki yirmi yılı aşkın süre zarfında, pratisyen hekim sayısında iki katına yaklaşan bir büyüme olmasıdır. 

Buna karşılık, aynı zaman zarfında uzman hekim sayısındaki artış dört buçuk kat dolayındadır. Türkiye’de 2002 yılı sonunda 22 binin üstünde olan uzman hekim sayısı, 2023 yılında 101 bini geçmiştir. Sağlık Bakanlığı’na göre 2024 yılında ise 107 bine gelmiştir.

Uzmanlık eğitimine kabul edilmiş hekimlerin sayısında 2002 yılı ile karşılaştırıldığında, aynı sürede sekiz kat dolayında bir büyüme görülüyor. Bu sayı 2002 yılında 6.138 iken, 2023 yılında 48.091’e gelmiştir. Bu toplam 2024 sonunda 59.180’e yükselmiştir.

Bütün bu rakamlar, AK Parti döneminde izlenen sağlık politikalarıyla uzman hekimlerin sayısının kuvvetli bir şekilde artırılmasının önemli bir hedef haline getirildiğini anlatıyor. 

Şöyle ki, 2022 yılında uzman hekimlerin sayıca, pratisyen hekimlerin gerisindeyken, 2020’li yılların ortalarına gelindiğinde bu grubu sayıca neredeyse ikiye katladıkları görülüyor.

Gelgelelim, bu büyümenin altyapı ve öğretim üyesi sayısı açısından yeterli bir kapasiteyle desteklendiğini söyleyebilmek güç. Asistanların yığılması pratikte de ciddi problemler yaratabiliyor. Örneğin, en fazla üç hocası ve üç ameliyat masası olan bir cerrahi birimde 30-40 asistan olması kaçınılmaz olarak bir yığılma yaratıyor. Bu da asistanların yeterli derecede ameliyat deneyimi kazanmadan uzmanlık derecesi almaları sonucunu doğurabiliyor. 

Hocası, yeterli altyapısı olmayan birimlere uzman öğrenci kadrosu açılıyor

TTB Başkanı Prof. Azap, “Yeterli öğretim üyesi olmayan, hastası, ameliyat masası, yatağı bulunmayan, altyapı eksiklikleri olan eğitim birimlerine uzmanlık öğrencisi kadrosu açılıyor. Ayrıca her yönüyle yeterli olan birimlere de eğitebileceklerinden çok daha fazla sayıda uzmanlık öğrencisi veriliyor” diyerek durumu özetledikten sonra, bu durumun sakıncalarını şu sözlerle anlatıyor:

“Bir öğretim üyesine 15–20 asistan düşen bir birimde eğitimin yeterli olması mümkün mü? Bu kadar çok asistanın dahili branşlarda yeterli sayıda hasta takip etmesi, cerrahi branşlarda yeterli sayıda ameliyat yapabilmesi mümkün mü? Asistan hekim arkadaşlarımızdan gelen bildirimlerden öğrendiğimiz kadarıyla, bazı birimlerde asistan sayısının fazlalığından bırakın ameliyat yapmayı, aylarca hiç ameliyathaneye giremeyen hekimler var.”

Ona göre, bu artışın gerisinde Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) randevularını eritmek için uzman hekim sayısının hızla artırılmasının istenmesi var. Bu noktada şu itirazı getiriyor:

“Bir planlama yapılırken sadece günlük sorunların çözümünü hedeflemek, büyük yanlışlara ve orta–uzun vadede ciddi sorunlara yol açıyor. Sağlık otoritesinin planlamalarını somut veriler üzerinden bilimsel yöntemle yapması ve konunun taraflarından, meslek örgütlerinden görüş alması mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitiminde de en doğru yaklaşım olacaktır.”

Tıp fakültelerinin sayısı da açılan öğrenci kontenjanları da patladı 

Tıpta uzmanlık eğitiminin kalitesinden söz ederken, bir önceki evreyi, Türkiye’de tıp eğitiminin durumunu da büyüteç altına yatırmakta yarar var. Bu başlıkta öncelikle altını çizmemiz gereken nokta, Türkiye’de tıp fakültelerinin sayısının özellikle yakın dönemde ciddi bir sıçrama göstermiş olmasıdır. 

Geçen yarım yüzyılı aşkın süre içinde ülkemizde tıp fakültelerinin sayısı 9’dan 124’e çıkmış. Daha yakın bir zaman kesiti alındığında, 2000 yılında 47 olan fakültelerin sayısı 2020 itibarıyla 124’e gelmiş bulunuyor. Bunların 35’i vakıf, 89’u ise devlet kurumu.

Ancak TTB’nin değerlendirmesinde tıp fakültesi sayısı 124’ün de üstüne çıkıyor. Bunun nedeni, öğrenci alan tıp fakültelerinin bir bölümünün Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki ayrı program yürütmeleri. Prof. Azap, bunların her birinin ayrı bir fakülte gibi düşünülebileceğini belirtiyor. O zaman toplam 146’ya kadar çıkabiliyor.

Prof. Azap’a göre “Böyle olunca bu sayı bizi dünyada nüfusuna oranla en fazla tıp fakültesi bulunduran ülke yapıyor. Bize nüfus olarak yakın olan Almanya’da 48, Fransa’da 53, Birleşik Krallık’ta 62 tıp fakültesi var. Nüfusu 1,4 milyar olan Çin Halk Cumhuriyeti’nde 224 tıp fakültesi var. Türkiye’de 100 bin kişiye 1,36; Almanya’da 0,34; ABD’de 0,64 tıp fakültesi düşüyor” diye konuşuyor.

Ancak bu hesaplamayı yaparken tıp fakültesi sayısı yerine doğrudan açılan kontenjanları esas almak daha gerçekçi bir fikir verecektir. Açık kaynaklardan yaptığımız kısa bir araştırma şu sonuçları ortaya koyuyor:

Türkiye’nin nüfusu 86 milyona dayanmış bulunuyor. Geçen temmuz açıklanan TÜİK rakamı 85 milyon 824 bin. Tıp fakültelerine 2025 yılında kabul edilen öğrenci sayısı 18.669.  

Paylaştığımız tablolar incelendiğinde yakın dönemde tıp fakültelerine alınan öğrenci sayısının açılan fakülte sayısına paralel bir şekilde büyük artışlar gösterdiğini fark ediyoruz.  AK Parti’nin iktidar olmasından sonraki dönemde tıp fakülteleri öğrenci kontenjanları dört katı kadar artmış.  Özellikle 2010-2025 yılları arasındaki artış her bakımdan göze çarpıcı. 2010 yılında 8090 olan kontenjan 2025 yılında 18.669’a gelmiş bulunuyor.

Nüfusu Türkiye’ye en yakın ülke Almanya. Nüfusu 84 milyon dolayında. 2025 yılında açılan kontenjan sayısı ise 9 bin dolayında. Genelde her yıl 9–10 bin aralığında seyrediyor Almanya’daki tıp fakültelerine kabul rakamı. Yani Türkiye’dekinin yarısı kadar.

ABD’ye baktığımızda, 347 milyon nüfusa karşılık yıllık tıp öğrencisi kaydı 23 bin civarında kalıyor. Fransa’da nüfus 66,7 milyon, kontenjan sayısı ise 6 bin dolayında. Birleşik Krallık’ta bu rakamlar 70 milyon nüfusa karşılık 10.200 kabul.

Bu kıyaslamaları yaptığımızda, Türkiye’nin tıp eğitimine açtığı kontenjanlarla Batı dünyasının örnek verdiğimiz önde gelen ülkelerini geride bıraktığı ve burada nitelikten çok niceliğin ön plana çıktığı sonucuna varıyoruz.

TUS öncesinde uzmanlık seçiminde herşey hocaların iki dudağı arasındaydı 

TUS 1987 yılından beri uygulanıyor. Öncesinde, Türkiye’de tıp fakültelerinin sayısının sınırlı olduğu dönemlerde her fakültenin bünyesindeki uzmanlık bölümleri, asistan sınavlarını kendileri yapıyordu. Tıp mezunları kardiyoloji, ortopedi, iç hastalıkları gibi bölümlerin açtıkları ve mülakat şeklindeki yapılan sınavlara girerek uzmanlığa geçişin kapısını açmaya çalışıyorlardı.

Aslında öğrencilerin yönelişleri daha çok ‘intörn’ olarak klinik eğitimi gördükleri öğrenciliklerinin altıncı yıllarında önemli ölçüde şekillenmeye başlıyordu. Bu arada, hocalar klinik eğitimi gören genç öğrenciler arasında gelecek vaat edenler hakkında da bir ön kanaat edinme imkanına sahip oluyordu. Uzmanlığa yönelmek isteyen gençler açısından da ‘intörn’ olmak, biraz da eğitim gördükleri kliniklerde hocaların gözüne girmelerine ortam hazırlayan bir dönem oluyordu. 

Ve her şey bölümün başkanlarının, hocalarının yaptığı sınavlarda belli oluyordu. Bölüm başkanları büyük bir belirleyiciliğe sahiptiler. Gelgelelim bu sistemin istismara, keyfiliğe açık yönleri de çoktu. Akademik yetkinliklerin gözetildiği, liyakata dayalı tercih kullanılan fakülteler ve bölümler olduğu gibi, keyfi ölçütlerin, eş-dost ricalarının, torpil mekanizmalarının işlediği durumlar da pekala söz konusu olabiliyor, bunlara bağlı sayısız şikayet duyulabiliyordu.

Turgut Özal iktidarı döneminde  geçilen TUS sistemi bu gibi rahatsızlıkların da sonunu getirdi. Ancak TUS öncesinde olduğu gibi uzmanlık eğitimi veren fakültelerde, hocaların yetenekli gördükleri öğrencileri seçme, yönlendirme, teşvik etme imkanları da kalmadı.

Peki TUS sisteminin dezavantajları yok mu? 

TTB Başkanı Prof. Azap’a göre, sınavda kullanılan yöntem, “Uzmanlık eğitimi alacak olan hekimin tıp bilgisi dışında kalan; etik değerlere uyum, doğru tutum ve davranış sergileme, el becerisi, iletişim becerisi, kişisel özelliklerin ilgili uzmanlık alanının çalışma koşullarına uyup uymaması, çalışma disiplini gibi çok önemli konularda değerlendirilmesine imkân vermiyor.”

Bu bir dezavantaj gibi görülebilir ama yöntemin belirgin avantajları da var. “Fırsat eşitliğini sağlaması, torpil–adam kayırma gibi usulsüzlüklere izin vermemesi nedeniyle aslında güvenilir bir yöntem” diye konuşuyor Prof. Azap.

TTB: ‘Sağlık sistemi sadece sayılarla ilgileniyor’

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Azap, genel tabloya değerlendirirken, konuyu doğrudan sağlık sisteminin işleyişine getirerek, sisteme dönük şu eleştirileri getiriyor 

Sağlık göstergelerimiz bozuluyor: Tıp eğitimini, sağlık hizmetlerini ve sağlık çalışanlarını sayılardan ibaret gören bu şekilde değersizleştiren, sağlığı ve eğitimi ticaret konusu haline getiren bu sistem değişmediği takdirde eskiden beri övündüğümüz, dünya çapında kaliteye sahip hekimleri ve sağlık çalışanlarını artık bulamayacağız. Parası olan küçük bir azınlık kaliteli sağlık hizmetine ulaşabilecek. Yeterince parası olmayan büyük toplum kesimleri ise bulabildiği kadarıyla yetinecek. Nitekim bunun sonuçlarını görmeye başladık bile. Sağlık göstergelerimiz bozuk,  insanlarımız dertlerine çare bulamadığı için defalarca doktora başvurmak zorunda kalıyor.

Sağlık sistemi sadece sayılarla ilgileniyor: Çünkü sağlık sistemi bir hekimin yaptığı işin topluma ve hastaya ne kadar fayda sağladığı, ne kadar emek ve zaman gerektirdiği, ne kadar riskli olduğu ve sonucunun ne kadar iyi olduğu ile değil sadece sayılarla ilgileniyor. Kaç hasta bakıldığı kaç ameliyat yapıldığı önemli. Hastaya nasıl bakıldığı, sorunun çözülüp çözülmediği, ameliyatın başarılı olup olmadığı hiç değerlendirilmiyor. Özetle, niteliğe değil sayıya bakan, sayan ama saygı duymayan bir sağlık sistemi var. 

Hekimler yabancılaşıp sayılara yöneliyor: Bu hekimlerde ciddi bir yabancılaşmaya da neden oluyor. Değiştiremeyecekleri bu sistem içinde mesleki tatmin yaşayamayacaklarını görüyorlar, onlar da sistemin istediği gibi sayılarla ilgilenmeye başlıyorlar doğal olarak. Zaten aksini yapmaya kalkanları yani hastasına yeterince zaman ayıran, daha az ama daha iyi hasta bakan, ameliyat yapan doktorlar sistem tarafından cezalandırılıyor. 

Hekim geliri sayısal performansa bağlanınca: Bir kere performans dediğimiz yaptığınız iş kadar gelir elde ettiğiniz ödeme sistemi kamuda ve özelde her basamakta geçerli. Sağlıktaki pek çok sorunun temelinde bu performans sistemi var. Performans geliri aylık gelirin yarısı, bazen yarısından bile fazlası. Bu yüzden zaten düşük olan aylık geliri daha da azalmasın diye hekimler çok hasta bakmaya çok iş/işlem yapmaya mecbur kalıyorlar. 

Farklı davranan hekimler mobbıng’e uğruyor: Gelir kaybına uğramayı göze aldıklarında da, hastane yöneticileri, birinci basamakta da sağlık müdürlüğü yöneticileri tarafından daha çok iş/işlem yapmaları için sıkıştırılıyor, mobbinge uğruyorlar. Çünkü kamu kurumları, birinci basamak kurumlar dahi işletme mantığı ile çalışıyor. Gelir elde etme zorunluluğu var.

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Sedat Ergin
Sedat Ergin