David Brooks / The New York Times
Bu korkunç hafta boyunca aklım defalarca 23 Aralık 2000'e gitti. O gün, Filistinlilere Batı Şeria'daki toprakların yaklaşık yüzde 95'i ve Gazze toprakların da yüzde 100'ü üzerinde kendi uluslarına sahip olma yolu teklif edilmişti. O günkü taslak uyarınca Batı Şeria'daki yerleşimci varlığının yüzde 80'inin sürmesi karşılığında İsrail Filistinlilere tazminat olarak kendi topraklarının bir kısmını da takas etmeyi kabul edecekti.
ABD Başkan Bill Clinton'ın formülasyonuna göre Filistinliler Doğu Kudüs'teki “Arap bölgelerini” kontrol edeceklerdi. En hassas dini mekanlar için teklif şuydu: Filistinlilerin Harem-i Şerif'i (El Aksa ve Kubbetüs-Sahra camileri de bu komplekse dahildir), İsrail ise Ağlama Duvarı'nın dahil olduğu kutsal alanını kontrol edecekti. Aynı zamanda pek çok mültecinin yeni Filistin devletine dönüşü de söz konusu olacaktı. Ama İsrail'e dönemeyeceklerdi.
Milyonlarca sorun vardı ve bu süreçte İsrail, Filistin ve ABD tarafları birçok hata yaptı. Ancak bu teklif, müzakerecilerin yıllardır ulaşmak için çabaladığı türden adil bir çözüme giden yolu işaret ediyordu. Bu tür bir seçeneği tekrar masada görmek zor. Ve Filistinliler bu seçeneğin kayıp gitmesine izin verdi.
Bu acıların yaşanması gerekmiyordu
Bu anı aklımdan çıkaramıyorum çünkü Filistinlilerin ve İsraillilerin şu anda çektiği acıların yaşanması gerekmiyordu. İki ülkeye kendi kaderlerinin peşinden gitme şansı verecek, mütevazı bir anlaşmaya varılabilirdi.
Bu tarihi not düşünmemin bir diğer nedeni de bu çatışmaya fazla basit bir zalim/ezilen, sömürgeci/sömürgeleştirilmiş, “apartheid İsrail” anlatısının dayatılıyor olması.
Tarih gerçekte çok daha karmaşıktır. Bu, aslında 1947 yılında kendilerine devlet teklif edilen Filistinlilere Arap devletlerinin karşı çıkmalarının hikayesidir. Daha yakın zamanlarda, hem İsrail hem de Filistin tarafında şeytani derecede karmaşık bir durumla karşı karşıya kalan insanların hikayesidir. Bu insanlar barışı sağlamak için inatla çalıştılar ve bu amaç yolunda tökezlese de gerçek bir ilerleme kaydettiler. Bu, her iki taraftaki radikallerin onların çabalarını nasıl baltaladığının ve bugün şahit olduğumuz şiddete yol açtığının hikayesidir. Merkez tutmayınca, sonuç böyle oluyor.
İzak Rabin suikastinin sonrası
2000 yılındaki barış teklifine yönelik çaba, 1991 Madrid Barış Konferansı'nda başlamıştı. Bu 10 yıl boyunca bir dizi büyük barış çabası yaşandı: Oslo süreci, Kahire Anlaşması, 2. Oslo , El Halil Protokolü, Wye Nehri Plantasyonu toplantısı...
Momentumun neredeyse raydan çıktığı anlar oldu. İsrailli bir yerleşimci, barışa doğru yürüyen Başbakan İzak Rabin'e suikast düzenledi. Hamas ve diğer terörist gruplar tarafından ardı ardına bombalı saldırılar düzenlendi. Ancak İsrailliler iki devletli çözümü desteklemeye devam etti. 17 Mayıs 1999'da agresif bir barış platformu adına yarışan İşçi Partisi lideri Ehud Barak, başbakanlık yarışında Binyamin Netanyahu'yu mağlup etti.
Clinton, Temmuz 2000'de Camp David'de bir İsrail-Filistin zirvesine ev sahipliği yaptı. Bu zirve birçok açıdan erkendi. Ancak o zamanın ABD baş müzakerecisi Dennis Ross'un bu hafta bana söylediği gibi, Barak “İsrail tarihindeki en gelecek yanlısı hükümete” liderlik ediyordu ve Clinton bu fırsatı değerlendirdi.
Şaron ve İkinici İntifada geldi
Zirvede anlaşmaya varılamadı ve barışın düşmanları buna yanıt verdi. Ariel Şaron'un, Haram el-Şerif'in bulunduğu ve gayrimüslimlerin girişinin yasak olduğu Tapınak Dağı'nda yaptığı yürüyüş Filistinlilerin öfkesini ateşledi. Filistin liderliği İkinci İntifada'yı başlatarak İsrail sokaklarına terör getirdi.
Yine de Clinton ve müzakereciler Şarm El-Şeyh'teki toplantılarda ısrar etti. Yıl sonuna doğru Clinton her iki tarafı da Beyaz Saray'a getirdi. Aralık ayındaki önemli toplantıda Clinton Parametreleri olarak anılacak olan barış planını yavaş yavaş yüksek sesle okudu. Her iki tarafın da rahatsız edici fedakarlıklar yapması çağrısında bulundu ancak her iki tarafa da ABD'li müzakerecilerin ihtiyaç duyduklarına inandıkları şeyi verdi.
Clinton’ın Arafat’a sitemi
Birkaç gün sonra İsrail Kabinesi planın kabul edilmesi yönünde oy kullandı. Yaser Arafat genel olarak yaptığını yaptı. Hiçbir zaman hayır demedi ama hiçbir zaman evet de demedi. Washington'daki Suudi ve Mısır büyükelçileri bir anlaşmaya varması için ona güçlü bir baskı yaptı fakat ancak belki de memleketinden gelen baskıyı da hisseden veya Filistin kamuoyunun hangi noktada olduğunu bilen veya mültecilere yönelik hükümlerin yetersiz olduğunu düşünen Arafat oyalandı. Momentum boşa gitti. Clinton görevden ayrılmadan hemen önce Arafat'la son görüşmelerinden birini yaptı. Arafat ona harika bir adam olduğunu söyledi. Anılarında yazdığına göre Clinton şu cevabı verdi: “Ben harika bir adam değilim. Ben başarısızım ve beni sen başarısız yaptın.”
Arafat'ın karar vermemesi, İsrail'deki barış cephesinin itibarını daha da sarstı ve eğer bu seçeneği değerlendirmezse hiçbir zaman müzakere yoluyla çözüme varmayacağını ima etti. Şaron bir sonraki seçimlerde zafer kazandı. Bu döneme ilişkin “Kayıp Barış” adlı 840 sayfalık tarihi kitabında Ross, Arafat'ın kendisini hiçbir zaman yabancı bir gerilladan bir ulusu kurup yönetebilecek türde bir lidere dönüştürmediği sonucuna varıyor. Ross, Filistinlilerin “geçmişte kesinlikle ihanete uğradıklarını ve kesinlikle acı çektiklerini” yazdı. Ancak metin şöyle devam ediyor: “Fakat aynı zamanda mağdur statülerinin güvence altına alınmasına da yardımcı oldular. Kendilerine sunulan fırsatları asla değerlendirmediler. İçinde bulundukları kötü durum için başkalarını suçladılar. Açık yenilgileri zafer ilan ettiler.”
Eylemlerdeki paraşütçü posterleri
Sonraki yıllarda İsrail ve yerleşimciler Filistin topraklarındaki işgallerini genişletti, İsrail siyaseti keskin bir şekilde sağa kaydı, Hamas'ın kökten dinci ölüm mezhebi güçlendi ve şeytani bir biçimde daha cüretkar hale geldi.
Geriye dönüp tüm bu olayları tekrar gözden geçirdiğimde, her iki taraftaki müzakerecilerin pratik sorunları çözmeye ne kadar odaklandıklarını fark ettim. Artık politika çoğunlukla tiyatro ve psikodramadan ibaret. Hamas ve takipçileri, kalıcı bir Ortadoğu ülkesi olan İsrail'in sihirli bir şekilde sona ereceği fantezisini kuruyor. Teröristleri, Filistinlilerin yaşam kalitesini iyileştirmeye yönelik sağlam bir plana uzaktan yakından benzemeyen bir yol seçip adaletsizliğin ve aşağılanmanın yaralarının intikamını toplu katliamlarla almaya çalışıyor.
ABD'deki bazı öğrenciler ve aktivistler, İsrail'deki müzik festivaline saldıran katilleri kutlamak için mitinglerde yamaç paraşütçüsü fotoğraflı posterler taşıyor. Önümüzdeki bilmem kaç on yıl boyunca çekilecek gerçek insani acıları görmeyip insanların kendilerini haklı hissetmelerini sağlamak amacıyla yapılan eylemlerin hepsi kötü niyetlidir.
© 2023 The New York Times Company