29 Mart 2024, Cuma
Haber Giriş: 16.09.2022 04:30 | Son Güncelleme: 16.09.2022 10:12

“Bienal’in oluşumunu bir kompost işlemi olarak tanımlamak istedik”

Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in küratörlüğünü üstlendiği 17. İstanbul Bienali; ölçeği, yöntemi ve hedefleri açısından önceki edisyonlardan farklılaşıyor. Bu yılın özelliklerini küratörlerden dinledik
“Bienal’in oluşumunu bir kompost işlemi olarak tanımlamak istedik”

En başa dönersek İstanbul Bienali’nin küratörlüğü için ilk daveti aldığınızda neler hissetmiştiniz? Üçünüz birlikte nasıl bir çalışma yürüttünüz? İş bölümü nasıl gerçekleşti?

Biz küratörler olarak kendimizi yepyeni ve farklı şeyleri yanımızda getirmemiz için bienal tarafından davet edilmiş, özel beceri ve uzmanlığa sahip misafirler olarak görüyoruz. Planlama süreci boyunca üçümüz, engel yaratan sıkı karantina önlemleri nedeniyle, Delhi ve Singapur arasında çoğunlukla ekran aracılığıyla iletişim kurduk ve bu dijital arabuluculuğun bu edisyon üzerinde mutlaka bir etkisi oldu. Bir yıldan fazla bir süreyi İstanbul Bienal ekibiyle haftada birçok kez, gece geç saatlerde gerçekleşen Zoom toplantıları aracılığıyla bağlantı kurarak, sanatçı ve projelere katkı sunarak geçirdik. Bu durum yalnızca sanatçılarla ve projelerle değil aynı zamanda ev sahibi şehir İstanbul’la bağlantıda olmamız için de ideal değil aslında. Yine de Bienal ekibi bizi sayısız kişi ve toplulukla buluşturmayı başardı. Fiziksel olarak uzak olmamıza rağmen, bu Bienal’in tüm yönleri üçümüz tarafından görüşüldü ve kararlaştırıldı. 

Ute Meta Bauer

Bu yıl bir başlık yok fakat tarım kavramından ödünç alınan bir yöntem var: Kompost. Bunun hikayesini ve ardından bienale ruh verme sürecinin nasıl gerçekleştiğini sizlerden dinleyebilir miyiz?

Bienal’in oluşumunu bir kompost işlemi olarak tanımlamak istedik. Kompost, kendi yerinde ve kendi hızında, müşterek olarak geliştirilebilen, sonrasında öngörülemeyen sonuçlarla başka yerlere yayılabilen ve kullanılabilen bir kaynak. 2020 yılının başlarında, uygulamalarını zaten bildiğimiz ve güvendiğimiz birkaç kişi ve grupla çalışmaya başladık. Bu edisyonun hazırlanması, salgının yarattığı büyük belirsizlikler ve bir yıllık erteleme sebebiyle normalden daha uzun sürdü. Pek çok sanatçı, gerçekten de meslek hayatlarının sonsuza kadar askıya alınması, sevdiklerini kaybetmek gibi karantinanın getirdiği pratik ve duygusal etkilerle mücadele ediyordu. Bu yüzden büyük bir sergi planlamak bize mantıklı gelmedi. Bunun yerine, ne gösterecekleri sorusunu mümkün olduğunca sonraya bırakacak şekilde, sanatçıları, devam eden çalışmalarını onlara uygun ritimde ve uygun yerlerde geliştirmeye davet ettik.

Yer alacak katılımcıları belirlerken nelere önem verdiniz? Ve ardından sürece katkıda bulunmasını istediğiniz kişilere belirlediğiniz altı “akış” göndermişsiniz. Neydi bu altı “akış”?

Bienal’e davet etmek için katılımcılarla iletişime geçmeye başladığımızda, birbirine bağlı altı “akış” ya da frekans kendiliğinden ortaya çıktı. Bu altı akış bir serginin temaları değil ama nakaratlarıydı; bu tuhaf, dünya çapında karantina sürecinde yürütülen, bir yıl boyunca sürekli devam eden konuşmalar boyunca ortaya çıkan ortak endişelerdi. Sohbete katılmalarını ve kompost egzersizi olarak gördüğümüz çalışmalara katkıda bulunmalarını istediğimiz kişilere gönderildiler; bir şeyleri harekete geçirmek, hasadın çok daha sonra gerçekleşebileceğini bilerek şimdiki zamanda bazı tohumlar ekmek için bir davet… Bu altı düşünce ve sohbet akışının her biri, çağdaş sanatsal uygulamaların diğerleriyle aynı noktaya geldiği, değiş tokuş ettiği ve ortak bir amaçta birleştiği bir etkileşimi tanımlıyor. 

Amar Kanwar

Bu altı başlığın içinden The Contination of News by Other Means, geleneksel haberciliğin ve kamusal alanların bir zamanlar onları kabul ettiğimiz birçok yerden kırıldığını, bilgi vermek ve bilgi almak için diğer kanallara ihtiyacımız olduğunu iddia ediyor. Ways of Learning, hangi öğrenme biçimlerinin insan dışı varlıklara özen ve saygıyı, epistemik çeşitliliğin tanınmasını, yeni ve unutulmuş edebi kültürleri destekleyeceğini sorguluyor. Anarchiving, kendiliğinden ve öngörülemez şekilde büyüyen açık kaynaklar üretebilen başka bir arşivleme türünü araştırıyor. Başka bir başlık olan Elemental Politics—Geopoetics sağlıklı bir toplum ve çevreyi güvence altına almak için yaşam ve ekonomilerimizin nasıl yeniden düzenleneceğine bakıyor. Trans-sensory Aesthetics başlığı şu soruyu soruyor: “Duyu ötesi okuryazarlık, bizi dünya ile daha fazla iletişime sokabilir mi?” Son başlığımız olan Far Past—Unorthodox and Ancient Solutions ise dünyaya karşı sevgiyi besleyerek ve modern öncesi toplumların uygulamalarına geri dönüp özür dilemeyi ve affetmeyi öğrenerek farklılıklarla bir arada yaşamanın yollarını inceliyor. Her projenin bu soruları, fikirleri ve düşünceleri kendine has yollarla araştırdığını göreceksiniz.

“Bu bienalin hikâyesi anlık bir şey yaşamak yerine birden fazla yolculuğun içinde çoklu kavrayışlar elde etmek”

“Onları bir şeyleri harekete geçirmeye, hasadın çok sonra gerçekleşebileceğini baştan bilerek şimdiye bazı tohumlar ekmeye davet ettik. Bu altı düşünce ve sohbet akışının her biri, güncel sanat pratiklerinin diğer pratiklerle birlik olduğu, değiş tokuş ettiği ve ortak bir amaç bulduğu bir kesişim noktasını tanımlıyor” diyorsunuz. Bu anlamda bu yılki bienali, cevabı yani hasadı sunan bir edisyon olmaktan ziyade tohum eken yani kritik soruları soran bir edisyon olarak tanımlayabilir miyiz?

Bu bienal illa ki gelip bitmiş bir ürünü görmekle ilgili değil; farklı sanatçılar, koleksiyonerler ve grupların uzun bir süre boyunca belli deneyler ve konuşmalar başlatmak üstüne ne kadar düşünüp meşgul olduklarıyla ilgili. Ve belki de bu bienalin yaptığı şey, projeler ve sanatçılar için zamanın içindeki farklı noktalarda uzun yolculuklara çıkıyor olmamız. Ve belki de bu bienalin hikâyesi, içeri girip bir şeyler görmek ve anlık bir şey yaşamak yerine birden fazla yolculuğun içinde bu çoklu kavrayışları elde etmektir.

Bu sorulmakta olan pek çok farklı soru kapsamında gerçekleşen katılımcıların projeleri ile şehrin mekanlarını -ki bunların arasında fiziksel olmayanlar da var- nasıl eşleştirdiniz ve ortaya nasıl bir büyük hikâye çıkmasını arzuladınız?

Bu bienalin iki amacı yeni seyircilere ulaşmak ve şehirle yeni bağlantılar kurmak. Mekanları özellikli geçmişlerine ve kişiliklerine, çeşitli kentsel muhitlere entegrasyonlarına göre seçtik. İstanbul'dan gelenler için bile, her mekânın kendine has bir özelliği var. Bizim için gerçekten önemli olan mekanlar sanatın izleyicisini bulduğu, sanatsal içeriğe genelde pek maruz kalmayan insanlara ulaşabildiği, fikirlerin ve deneyimlerin paylaşılabileceği yerler.

 David Teh

İstanbul Bienali’nin önceki edisyonlarını takip etmiş miydiniz? Sizce bu yıl onlardan nasıl farklılaşıyor?

Biz uzun zamandır İstanbul Bienali'ni takip ediyoruz ve şimdi bunun bir parçası olduğumuz için çok mutluyuz. Bu edisyonun en farklı yönü üç yıllık belirsizlik ve benzeri olmayan bir karantina sürecinde hazırlanmış olması. Sanatçılar, düşünürler, yazarlar, şairler, araştırmacılar, mimarlar, radyo sunucuları, balıkçılar, aktivistler, stand-up komedyenleri, orkestra şefleri, etnomüzikologlar, kuşbilimciler ve dünyanın farklı bölgelerinde yer alan pek çok diğer kişiyle yapılan konuşmaların sonucu. Ziyaretçilerin bienalde görecekleri projeler, bu uzun vadeli araştırma ve iş birliğinin meyveleri. Bu bienal yalnızca 12 sergi mekanını kapsamakla kalmıyor, aynı zamanda kitapçılara, hastanelere, huzurevlerine, kafelere, metro duraklarına ve bir radyo istasyonuna da uzanıyor. Herkesi birlikte vakit geçirmeye, düşünmeye, konuşmaya, okumaya, izlemeye ve dinlemeye davet ediyoruz; sorular sorun ve yanıtlar verin. Bunun büyük bir konuşma bienali olmasını umuyoruz.

Günümüzde bienallerin dünya genelinde günümüz sanatının gelişimine yaptığı katkılar açısından yerini ve önemini nasıl değerlendirirsiniz? Sizce bu artan bir ivme mi çiziyor yoksa geliştirilmesi gereken bir kavram mı?

Çağdaş sanatın küresel dolaşımını tetikleyen yüzlerce bienale baktığımızda net bir şekilde şunu görüyoruz; birçok önemli platformun kurulduğu geçen yüzyılın sonlarıyla kıyaslayacak olursak artık çok daha merkeziler. Diğer kurumlarla karşılaştırıldığında, bienaller piyasa eğilimlerine karşı değil, toplumların ve dünyamızın karşı karşıya olduğu sorunlara karşı çevik ve duyarlı olmalı. Bu amaca hizmet etmiyorlar. Ve İstanbul Bienali'nin köklü bir organizasyon olduğunu bilerek, bu işi ancak bienallerin amacını ve hepimizin karşı karşıya olduğu krizlere verilen tepkileri yeniden düşünmek için bir fırsat olması koşuluyla üstlenebilirdik. Toplumsal değişimin bu gündemin büyük bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz ama asıl amaç bu değil. Bienaller geniş ve uluslararası dinleyicilerle konuşur ve ilgilenmemiz gereken güçlükler sadece sosyal değil ekolojik ve ekonomiktir, nasıl iletişim kurduğumuz ve nasıl düşündüğümüzle ilgili problemlerdir.

Fiziksel bienal kavramını özellikle pandemi sonrası nasıl yorumluyorsunuz? Bir yandan online gerçekleştirilen “bienal” kavramıyla tanıştık. Ancak öte yandan sanat izleyiciliğinin asıl olarak bireysel değil sosyal bir eylem olduğunu da keşfetmiş olduk. Tam da pandemi sonrası gerçekleşecek bu ilk İstanbul Bienali eşiğinde siz bu anlamda neler söylemek istersiniz?

Pandemi bizleri, bienal ekibini, bir serginin üretimini esas sonuç olarak görmek yerine sürdürülebilir süreçlere yatırım yapmak için cesaretlendirdi. 17. İstanbul Bienali projelerinin birçoğu biz bu sürece başlamadan önce başladı (bu edisyon için başlatılanlar da var) ve sergi kapandıktan sonra bile devam edecekler. Herkesi birlikte vakit geçirmeye, düşünmeye, konuşmaya, okumaya, izlemeye, dinlemeye ve aynı zamanda cevapları sorgularken sorular sormaya davet ediyoruz. Ayrıca bu edisyonun tekrarlayan uluslararası sanat olayları ve onların sanatsal yönleri üstünde daha fazla deneye ilham vermesini de umuyoruz.

“Amacımız, kentin farklı mahallelerinin bu bienalde katılımcı olarak anlaşılmasını sağlamak”

 İstanbul Bienali’nin dünya bienalleri ağı içinde nasıl bir yerde görüyorsunuz?

Bienallerin aynı fikirde olanlarla bağlantı kurmayı, esinlenmeyi ve olaylara farklı bakmayı sağlayarak bir bağlılık duygusu yaratabileceğine ve bir umut ışığı olabileceğine inanıyoruz. İstanbul Bienali, özellikle de Batılı olmayan kişiler tarafından kurulan ve yakından izlenen önemli bir platform. Sonuç olarak herhangi bir bienal gerçekten İstanbul'un büyüklüğü, karmaşıklığı ve katmanlı tarihini temsil edebilir mi? Ev sahibi olarak İstanbul'la birlikte çalışmak ve misafir olarak ev sahiplerimizin misafirperverliğine cevap vermek adına yanımızda bazı hediyeler getirmek istedik. Amacımız, kentin farklı mahallelerinin bu bienalde katılımcı olarak anlaşılmasını sağlamak, yeni seyirciye ulaşmak ve İstanbul’la yeni ilişkiler kurmak.