23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 01.04.2022 04:30 | Son Güncelleme: 28.06.2022 11:33

Cüneyt Arkın: Bizim mesleğin en güzel tarafı halkın sevgisi

Usta aktör Cüneyt Arkın, Benim Kahramanım Türk Halkıdır adlı anı kitabında, çocukluğundan ölümden döndüğü güne kadar anılarını bir araya getiriyor. Fatma Girik’ten Kemal Sunal’a, Tarık Akan’dan Cemal Süreya’ya dostlarına selam yolluyor
Fotoğraflar: Oksijen
Fotoğraflar: Oksijen

Sibel Oral

[email protected]

Cüneyt Arkın… Sanki hâlâ o bozkırda yaşıyor gibi anlatıyor hayatını. Sinemamızın bileği bükülmez kahramanı. Kötülerle hep mücadele eder yiğitçe, kazanır da. Bunlar bildiğimiz şeyler ama bir zamanların öykücüsüdür de aynı zamanda. Kimi dergilerde adı Erde Us’tur. Cemal Süreya’nın arkadaşıdır, Gülten Akın’ın kitabı çıkınca bayram eder. Çocukluğunun geçtiği bozkırdan öyküler yazar, yoksulluğunu asla unutmaz, şairlerle ahbaplık eder. Geçen hafta Benim Kahramanım Türk Halkıdır başlıklı yeni kitabını okuyunca hem kitabındaki anıları hem de bir dönem edebiyata düşkünlüğünü konuşmak için Cüneyt Arkın’la buluştuk.

Türk sinemasının yenilmez kahramanı olarak siz de bu kitabınızda sürekli Türk halkının sizin kahramanınız olduğunun altını çiziyorsunuz...

Kendimi bildim bileli halkın içinde oldum, Anadolu’da doktorluk yaptım, sanatçı oldum hep halkın içindeydim. Benim için çok önemlidir halkın içinde olmak. Türk halkı adamı adam ediyor, bir kudreti var. İnsanın içini temizliyor, öylesine saf, vakur ve dayanıklı. Her millette bu özellik yoktur. 

Zorlukları düşündüğümüzde sizin önce kendi hayatınızın kahramanı olduğunuzu da düşünebiliriz…

Bugün Türkiye’de ekmek götüren, ailesinin karnını doyuran herkes bir kahramandır. Ben Anadolu’da ekin tarlaları içinde büyüdüm. Ekin tarlası mübarektir. Bir destan, bir şiirdir ekin tarlaları, bozkır rüzgârı gelir, başaklar dalgalanır. Tarlaların kıyılarında gelincikler. Annem tandır ekmeği yapardı, bir dilim keserdi kocaman. Tereyağı üzerine kırmızı biber. Anadolu’da köy hayatı bir başka güzel, saf bir şiirdir. Ben buralardan büyüdüm beslendim. 

“Bu canı Allah vermiş o alır”

Rahatsızlandığınız dönem intihar etmeyi düşündüğünüzü yazmışsınız. Alain Delon da sakat bir yaşlı olmak istemediğini ifade ederek; ötanazi istedi. Siz ne düşünüyorsunuz? 

Alain Delon’un ötanazi istediğinden haberim yok ama yaşlılık çok fena. Hastalandığım sırada hiç nefes alamıyordum, nefesin ne kadar kutsal olduğunu anladım. O ara psikolojik olarak kurtulmak istedim yaşamaktan evet, o yüzden belki yaşadığım sıkıntıyla o cümleyi yazdım. Yoksa bu canı Allah vermiş, o alır. 

Çocukluğunuzu anlattığınız bölümlerde babanızın şükrettiğini, toprağa tabiata emek verdiğini söylüyorsunuz. Yaşadığımız çağda insanlığın ve tabiatın ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim evin önünde böyle kayalık taşlık bir arazi vardı. Yoksulduk. Bir çare bulmak lazımdı. Babam, annem, ablam toplanıp o taşları ezdik, küçülttük, un ufak ettik. Sonra bozkırdan toprak getirdik. Babam mevsimlik ırgat olarak çalışmaya gitti, döndü sırtında iki çuval tohum. Her bir tohumu tek tek o toprağa ektik. Gözümüz hep ekinlerde günlerce, gecelerce. Babam bir sabah güneş doğarken beni uyandırdı, tarlanın kıyısına oturduk. “Bak oğlum ekin filizleri büyüyor, büyüme sesini duyuyor musun?” dedi. Büyüme sesini duyan bir çağdan, bir anne babadan geliyorum. Şimdi ise; insan tabiatın gücünü yendikçe uygar olduğunu düşünüyor. Bu yanlış. Toprağa basamıyoruz; denize giremiyoruz. Bu uygarlık değildir. İnsanlar tabiattan koptukça mutsuzlaşıyorlar. 

 “İnsanları sevmekle yaralandım. Teselliyi hayvanları sevmekte buldum” demişsiniz. 

Ben her şeyi doğadan ve hayvanlardan öğrendim, benim okulum onlardı. 

İnsanlardan ne öğrendiniz?

Çok iyi arkadaşlarım oldu, mesleğimde zorluklarım oldu, benim için önemli olan tek şey sevgi. Meslekte alamıyorsun o sevgiyi, kıskançlıklar var ama meslekte güzel taraf halkın sevgisi. Türk halkı kendisine iyilik etmiş insana bakar, o bakışta minnet duygusu vardır. İnsanın insana yaptığına inanamıyorum, midem bulanıyor. 

Kitabınızda birçok kez Kemal Sunal’la yaşadığınız anılara yer vermişsiniz. Ona “Nasreddin Sunal” diyorsunuz, nasıl bir dostluğunuz vardı?

Kemal modern Nasreddin Hoca’dır benim için. Önemli bir yemek davetindeyiz, asansör yakınında bekliyoruz. Meşhur bir arabeskçi geldi, kadınlar, gazeteciler etrafında. Kemal’i gördü aklı sıra Kemal’le dalga geçecek. “Oo Kemal Abi bana bir fotoğrafını imzalar mısın?” dedi. Kemal anladı tabii durumu, çok bilge bir adamdı ve o bilge haliyle “Tabii” dedi, bir fotoğrafını çıkardı ve o meşhur arabeskçiye bakıp “Adınız ne?” dedi… Arabeskçi fena bozuldu tabii. Sonra asansöre bindi, Kemal dedi ki “Bu adam anca asansörle yükselir…” Kemal harika bir insandı. Bir adamın zenginliğini tarif edecek mesela “Çocuklarının oyuncak arabalarına şoför tutar” derdi.  Çok zeki ve çok iyi bir adamdı.

Arkadaşlarınızı kaybettiğinizde ne eksiliyor hayatınızdan?

Her birinde bir parçam gidiyor. Hepsinin ölümünden çok etkilendim tabii ama Fatma (Girik) öldüğünde bağıra bağıra ağladım. Erkek Fatma. Sıcak, içten dosttu. 

Maden filmi çekimlerinde Yavuz Özkan ve Tarık Akan’la yaşadığınız bir olay var, sonra sizden habersiz filmin satıldığını yazmışsınız…

Yavuz Özkan ilerici, devrimci pozlarıyla insanları kendi etrafına topladı. Herkes bir şey söylüyor da Maden filminin maliyetini kim karşıladı?

Siz mi?

Yani…

Tarık Akan’la dargın mıydınız? 

Dargın değildim. Allah rahmet eylesin.

Vatandaş Rıza filminizde adaleti yumrukla bilek gücüyle değil hak hukukla arıyorsunuz. Bu filmin sizin için önemi nedir?

Çok önemli! O Rıza’yı tanıdım, bana anlattı, onun üzerine yaptım filmi. Vatandaş Rıza, köylü Rıza bir gecekondu yapıyor, çocuğu bahçede yardım ediyor, karısıyla hayaller kuruyorlar. Bir herif geliyor arabadaki kadınlara gösteriş olsun diye gecekonduyu yerle bir ediyor. Komşuları da Rıza’ya sırtını dönüp yalancı şahitlik yapıyor. Vatandaş Rıza şaşırıyor. Vatandaş hakkını nasıl arayacak? Son sahne çok önemli: “Kalk vatandaş Rıza kalk!” O dönemde Türk halkına söylenen önemli bir cümledir. Bu hikâye değil destandır. 

Ya bugünün “vatandaş Rıza”ları?

Değil köylü Rıza, koskoca üniversite hocalarını dinliyorum, çıkıyorlar öyle şeyler söylüyorlar ki şaşırıyorum. Bu kadar mı memleket sevgisinden uzak kalmış bu insanlar? Eğitildikçe doğrulardan kopmuşlar mı? Aydınlarımız halktan koptu, gitti.

Neredeler, nasıl koptular?

Havadalar. Büyük trajedi. Bizim aydınlarımıza Batı suyu katılmış. Batılılaşma halktan gelmedi üstten geldi.

“Babalık bir miras”

Biraz açar mısınız?

Üstten yani siyasetten geldi, halktan gelse büyük bir başarı olurdu.

Bugünün Türkiye’sine baktığınızda ne görüyorsunuz?

Canhıraş yaşamaya çalışan bir halk! Bazen Betül’e “Şunu al, canım onu yemek istiyor” diyorum. Alışverişe gidiyor, geliyor bakıyorum almamış. Neden almadın Betül? “Çok pahalı, alamadım” diyor. Bak, Cüneyt Arkın’ın karısı alamıyor! Halk, nasıl alsın? Kimse de çıkıp bu pahalılığın önüne geçemiyor. Nerede bu adamlar? Ben yoksulluktan geldim, rüyamda ekmek görürdüm, peki bu adamlar nerden geldi, bunları yaşamadı mı? 

Babanızla, ailenizle çok kutsal bir ilişkiniz olmuş hep…

Aile bizim için çok kutsal. Babalık bir miras. 

Siz baba olduğunuzda, babanızın mirasını devraldığında ne hissettiniz?

Bir sorumluluk, ağır bir yük. Babam gibi bir baba olmak örneği hep önümdeydi her zaman yol gösterdi. Bana ilk din bilgisini babam öğretti, oğlum yalan söyleme derdi, sorumluluğun önemini o öğretti. 

Betül Hanım’la da aşktan öteye uzanan bir yoldaşlığınız var… 

Betül… Doğduğumdan beri beraberim sanki onunla. Cüneyt Arkın’ın karısı olmak kolay değildi. Evlilikler saygı üzerine kurulmalı. Saygı bittiği anda evlilik biter. Betül benim için sessiz bir kahramandır. Hiç de şımarmaz. 

“Ekmek yemiyor; dergi çıkartıyorduk”

Sizin edebiyatçı yönünüz de var. Cemal Süreya dahil birçok şair ve öykücü ile yakın arkadaştınız.

Ah Cemal... Üvercinka çıktığında bayram ettik. Yine aynı şekilde Gülten Akın’ın Kestim Kara Saçlarımı kitabı çıktığında bayram ettik. Dergi de çıkarıyorduk. Cengiz Çelikten vardı, o düzyazı yazardı. Haftanın iki üç günü edebiyat gecesi yapardık. Cemal gelirdi.

Sizin yazdıklarınız için yorum yapar mıydı Cemal Süreya?

Yapardı, bir keresinde bir öykümü okudu “çok görsel” demişti. Bu arada ben o zaman tıp talebesiyim. Sirkeci’de bir han, iki üç tane amele ile odanın masraflarını bölüşerek kalıyordum. Mum ışığında ders çalışıp, yazıyordum. 

Sanıyorum Erde Us mahlasıyla Varlık dergisinde öyküleriniz çıkmış. Siz ilkin yazmaya nasıl başladınız?

Evet, doğru. Açlıktan nefesimiz kokuyordu yazıyorduk yine de. Erek diye bir dergi de çıkarıyorduk, ekmek yemiyorduk ama dergi  çıkarıyorduk. 

Nasıl başladı peki öykü yazma, edebiyata düşkünlüğünüz? 

Okuyarak. İlkokul öğretmenim Mahide Coşkuner. Benim merakımı gördü, bir sürü kitap verdi. İnsan okuyunca, yazınca sormayı da öğreniyor. Bostan bekçiliğine başlamıştım orada da tabiatla baş başasın köpeğim ve sıpam yanımda. Görmeyi, fark etmeyi, fark ettiğinle yaşamayı öğreniyorsun. Sonra yazdım hep. 

Yeni öyküler yazıyor musunuz?

Durmadan yazıyorum, durmadan. Çünkü yaşıyorum. Köy hikayeleri yazıyorum. Bozkırın sabahını, gecesini, her halini yazıyorum. Yazarken oralarda oluyorum, bana çok iyi geliyor. 

Biyografilere rağbet var. Hayatınızın film olmasını ister misiniz?

İstemez olur muyum, isterim… Ama çok zor. Ben koyunları otlatırken ayakta uyurdum, bunları kimse bilmez ben bunlarla Cüneyt Arkın oldum. Köy ekmeğini yerken yaşadığımı nasıl anlatacak? Babamla koyun güttüğüm geceleri, sabah gün doğuşunu, babamla beraber dinlediğimiz ekinlerin, filizlerin sesini…

“Sevilmeyen ünlü arabeskçi” tartışması

Cüneyt Arkın’la yaptığımız bu röportajı yayına hazırlarken sosyal medyanın gündemine kitaptan alıntılarla “sevilmeyen ünlü arabeskçi” tartışması düştü. Cüneyt Arkın’ın Kemal Sunal’la ilgili kaleme aldığı iki anısında yer alan o “ünlü arabeskçi”nin Orhan Gencebay olduğu iddiası sonrası Gencebay ve eşi Sevim Emre çifti kitabı toplatacaklarını söyledi. Söyleşimiz sırasında Kemal Sunal’la ilgili konuşurken sorularımdan biri de "o ünlü arabeskçi"nin kim olduğuydu, fakat Cüneyt Arkın soruma boş ver dercesine gülümseyerek yanıt vermemeyi seçti. 

Benim Kahramanım Türk Halkıdır, Cüneyt Arkın, Kırmızı Kedi Yayınları, Anı, 152 Sayfa