Bülent Korman
Selim ileri onu sarsan bir beyin pıhtısından sonra ardında Trt2'de yaptığı, herbirini büyük bir hazla seyrettiğim “Yalnız Okurlar için” adlı unutulmaz bir dizi program bırakıp gitti.
İlk yazarlarımıza -özellikle horlanan ilk kadın yazarlarımıza- hiç kimse onun kadar sadık, vefalı olmamış, onları tanımaya, anlamaya çalışmamış, kıymetlerini bilmemiş, ondan önce yazılana-çiziline bir ömür boyu onun kadar sahip çıkmamıştır.
Herbirine, bir bloknottan koparılmış sıradan bir kağıda artık daktilo ile yazamadığı için el yazısıyla aldığı notlar, kitaplığından seçtiği defalarca okunmuş kitaplar ve tekerlekli sandalyesiyle gelip, yaşayan belleği olduğu edebiyatımızla ilgili çoşkuyla anlattıklarıyla, o geç vakit programları bir bakıma bunun son ve korunması şart örnekleri oldu.
Bir bakıma o da biriktirdikleriyle Hakkı Tarık Us gibi bir ‘hatır edebiyatçısıydı’.
1918'den ölümüne değin (1956) sahiplerinden olduğu Vakit gazetesinde çalışan Hakkı Tarık Us, gelirinin hemen hemen tamamını ayırarak hayatı boyunca Türkiye'nin içinde ve dışında çıkan Türkçe kitap, dergi, gazete, yıllık, almanak ve salnâmelerden, bir gün bir kütüphane olarak halkın hizmetine sunulmasını vasiyet ettiği benzersiz bir koleksiyon oluşturmuştu.
O da, Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nın Aralık 1949 yangını sonrası yeniden yapılması sırasında da büyük çaba göstermiş tam bir bibliyofiliydi.
Koleksiyonu ölümünden dokuz yıl sonra İstanbul'daki II. Bayezid Külliyesi içindeki Sübyan Okulu'na getirildi.
Kütüphane, 2003 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde hizmete sunuldu.
Hakkı Tarık Us Koleksiyonu'nun Osmanlıca süreli yayınları Beyazit Kütüphanesi ve Tokyo Üniversitesi’nin ortak projesi olarak Mart 2010 itibarıyla dijital ortama aktarıdı.
Koleksiyonda, süreli yayınlar dışında 20 bin kitap yer alıyordu.
Hakkı Tarık Us 1943 yılında bir de “Yazarlar (Muhabirler) Jübilesi” diye anılan olağanüstü bir etkinlik de düzenlemişti.
(Ne tuhaftır ki Tan gazetesi, özellikle de Refik Halit Karay, mesleğin erken çocukluk hastalığı gibi o vakitler bu sıradışı gayreti küçümsemiş.)
Jübilesi yapılacak isimler
6 Şubat günü saat:13.00’den itibaren önce Eminönü Halkevi’nde buluşmaya başlamış.
Burada bir sinema kamerasıyla her bir yazarın görüntüsü alınmış, konuşmaları kaydedilmiş ve fotoğrafları çekilmiş.
Çekimler bittikten sonra otomobille İstanbul Üniversitesi Konferans Salonu’na geçilmiş.
Tören Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in konuşmasıyla 16.00’da başlamış.
Yücel konuşmada “okuma ve yazmanın yiyip içmek kadar önemli olduğuna vurgu yaparak” yazı hayatına emeği geçenler için yapılan bu jübilenin önemine değinmiş.
Kapanış konuşmasını ise en geç yazar Nihal Yar yapmış.
Salon hınca hınç doluymuş. Günün önemli yazar, siyasetçi, akademisyen ve gazetecileri oradaymış.
Bu Türk basınında ilim, sanat ve edebiyat adamları için yapılan ilk toplu jübile olarak biliniyor.
En çok alkışı Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Mehmet Emin Yurdakul alır. Törene kadın yazarlarımızdan Abdülhak Mihrünnisa Tarhan ve Behice Ziya Kollar sağlık sorunları nedeniyle katılamazlar. Abdülaziz Mecdi Tolun, Hayrettin Nedim Göçen, Hüseyin Suad Yalçın, Abdurrahman Adil Eren, Kazım Uz, Fahrettin Reşat Amidamiri, Ali Faik Üstün İdman ve Ahmed İhsan Tokgöz’ün ise ömürleri bu töreni görmeye yetmez.
Jübilenin ardından ertesi gün Beyazıt’ta jübilesi yapılan yazarların basılı eserlerinden oluşan bir sergi açılır. Jübileye katılan günün önemli yazar ve sanatkarları o akşam Taksim’de yapılacak basın balosuna davet edilir.
Baloya davetlilerden İbnülemin Mahmut Kemal katılmaz ve bunun gerekçesini bir gazeteciye şöyle açıklar:
“Bize bir davetiye göndermişler. Fakat devetiyenin altında yazıldığı üzere smokin midir frak mıdır? Nedir. Şu kuyruklu elbiselerden giymemizi istiyorlar. Biz o kuyrukluları giyip de elalemin içine nasıl çıkarız?”
Bu cümelleri Vatan gazetesinde okurla paylaşan Faruk Fenik yazısına balodan şu izlenimi ekliyor:
“Taksim Belediye Gazinosuna gittiğim zaman orada eski üstatlardan bu kuyrukluları giymek külfetine katlanabilecek çok fazla kimseye rastlayamadım.”
Tarık Hakkı Us tarafından “50 Yıl” adıyla kitaplaştırılan bu jübile hakkında günlerce konuşulur.
Gazetelerde yazılar yazılır. Yazıların büyük çoğunluğu övgüyle bahsetse de eleştirenler de vardır.
Jübileye katılan yazarlarla söyleşiler gazetelerde yayınlanır.
Hakkı Tarık Us Jübilede yaptığı konuşmasında bu jübile törenlerinin beş yılda bir yapılmasını önerir: “Benim basından anladığım, gazeteciler ve mecmuacılarla, hikâyecilerle, romancılarla sınırlanmış bir meslek değildir.
Basın bütün mesleklerle birden ilgili hatta bütün mesleklerin ihmal ettiği yerde onları ikmal edicidir. Geçenlerin vazifesi gelenleri yetiştirmektir” der.
Hakkı Tarık Us konuşmasında 40 yıldır sır gibi sakladığı bir gerçeği de itiraf eder.
1900’lü yılların başında tanımadığı bir imzanın sahibinden Uşaklıgil’in mektup aldığını hatırlatır.
O mektupta birkaç şiir ve makale vardır.
Uşaklıgil’e bir baba bu yazıların oğluna ait olduğunu belirterek henüz 10-12 yaşlarında olan oğlunu İstanbul’a gönderip okutsun mu yoksa tüccar mı yapsın diye sorar. Uşaklıgil’den gelen cevap tüccar yapması yönündedir. İşte o mektubu bir baba rölüyle kaleme alan Hakkı Tarık Us’dur. Müsearla mektubu göndererek Uşaklıgil’in kendi yazıları hakkında fikirin öğrenmek istemiştir. Ancak Uşaklıgil’in ‘tüccar ol’ çağrısına kulak asmayıp gazeteci ve yazar olduğunu da bu konuşmada itiraf eder.
Basın İlan Kurumu tarafından Tarık Hakkı Us imzalı bu albüm kitabın yeniden tıpkıbasımı yapıldı.
Basın, kültür ve düşünce hayatından 63 ismin fotoğraflarının, kendi el yazı örneklerinin ve ilk ürünlerinin yer aldığı albüm dijitale de aktarıldı.
Trt2 şu ara yazdıklarımın büyük bir bölümünü ondan öğrendiğim mükemmel bir belgesel yayınlıyor.
Belgeseli o mesleğin günümüzdeki korkunç rakım kaybını düşünerek hüzünle seyrettim.
Halit Ziya, o toplantıda, altmış yıl boyu yazdıklarından ileride hatırlanan acaba altmış sayfa , altı satır olur mu, diye hüzünle sorduğu konuşmasını yanlış hatırlamıyorsam
şöyle bitirmiş:
“Baki kalan bu kubbede hoş bir sedadır, derler. Benden hatırlanan belki boş bir seda olur.”
Taş taş üstüne koymakta güçlü çeken bir toplumun acı bir ifadesi midir büyük bir romancının bu serzenişli cümlesi?
Halit Ziya Bey “İnsanlar tuhaftır”, diye yazmıştı, “Kötü bir şey yaptıklarını sezinleyecek olurlarsa ilk önce vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar.”
Romancın oğlunun yaşamı üzerine
“Kırık Deniz Kabukları” adlı bir kitabı da olan Selim, çok sevdiği Uşaklıgil için yazdığı “Siyah Bir Adam/ Bende Kalan ‘Sanata Dair’ler” başlıklı dört ciltlik eserinde, onun entelektüel ilgileri, büyük üslupçuluğuyla ilgili en kadirbilir yorumları yapmaktan geri durmamıştı.
Dilerim, Selim İleri için de, bütün ömrünü okuyup yazmaya adanmış ve sadece öyle mutlu olduğunu bizzat yazmış yalnız biri olarak, hakını teslim edenler, biriktirdiği onca kitaba, belgeye, nota, hatıraya onun zarif adını ölümsüzleştiren alçakgönüllü bir kütüphaneyle sahip çıkanlar olacaktır.