Defne Akman
First lady kuşkusuz Beyaz Saray’ın en önde gelen kadını. Ama görev tanımı hiçbir şekilde belli değil. ABD geleneğinde başkan karısı olmak, kocanın gölgesinde bir adım geride kalmak anlamına gelirdi. Bu kalıbı kırmaya çalışan kadınlara ise hemen “yerleri” hatırlatılırdı. Bu yüzden first lady’ler çoğunlukla anaçlığı çağrıştıran -çocuklarla ilgili faaliyetler, Noel’de Beyaz Saray’ı süslemek vb.- işlerle ilgilenmek zorunda kaldılar.
The First Lady’de ABD siyasi tarihi kadınların bakış açısından anlatılıyor. Bir siyasetçi ile evlenmenin nasıl bir şey olduğunu görüyoruz. Bu ikonik kadınların yalnızca Beyaz Saray’daki yaşantılarına değil, aynı zamanda çocukluklarına, eğitim ve çalışma hayatlarına da tanık oluyoruz. Ayrıca ruhsal çöküntülerini kamuoyuyla paylaşmak, kariyerlerini sürdürmeye çalışmak gibi zorluklarına da değiniliyor.
Müthiş başkanlar
The Crown’daki Margaret Thatcher performansıyla 2021’de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Altın Küre alan Gillian Anderson, burada bir başka önemli tarihi figürü canlandırıyor. Açık sözlülüğü ile tanınan Eleanor Roosevelt, ataerkillik ve ırkçılığa karşı mücadele vermiş bir kadın. Özellikle yurttaşlık hakları hareketinde gücünü ve etkisini kullanarak inandıklarının arkasında durmuş bir lider. Eleanor sağlık sorunlarıyla boğuşurken bile Franklin Roosevelt’in en büyük yardımcısı ve yoldaşlığı görevini aksatmadı.
Michelle Pfeiffer, 1974-77’de first lady’lik yapmış olan Betty Ford rolünde. Kendisi de uzun yıllar bağımlılıkla ve ruhi çalkantılarla mücadele etmiş olan Betty Ford bu konuları Amerikan kamuoyu gündemine getirdi. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ile göğüs kanseri hakkında kayda değer çalışmalar yaptı, kendi adıyla anılan bir kliniğin kurulmasına ön ayak oldu.
ABD geleneğinde başkan karısı olmak, kocanın gölgesinde bir adım geride kalmak anlamına gelirdi.
Viola Davis ise karizması ve zarafetiyle Jackie Kennedy ile karşılaştırılan Michelle Obama’yı canlandırıyor. Kocasıyla birlikte omuz omuza çalışan Michelle Obama, dünyanın en ilham verici kadınlarından biri oldu. Viola Davis bu role hazırlanırken onunla uzun saatler konuşmuş. Ünlü oyuncu, Obama’yı canlandırırken dudaklarını büzdüğü için özellikle sosyal medya ve basında eleştirildi. Dizinin aynı zamanda yapımcılarından biri de olan Davis, bu eleştirilerin hiçbir amaca hizmet etmediğini, sanki bilmediği bir şey söylüyorlarmış gibi davrandıklarını ve eleştirileri zalimce bulduğunu belirterek geri püskürttü.
The First Lady’nin başkanlarına gelince…
Kiefer Sutherland müthiş bir Franklin Roosevelt portresi çiziyor. Aaron Eckhart Gerald Ford’u, O.T. Fagbenle (The Handmaid’s Tale) Barack Obama rolünde. Tüm kadro varını yoğunu ortaya koyarak doyurucu bir seyirlik ortaya koyuyor. İnsan dizinin yerli versiyonunu düşünmeden edemiyor. Papatyalar’dan kasetlere, dernek çalışmalarından sanat koleksiyonculuğuna ve iftarlara kadar kimlerin hangi anekdotları hangi oyuncularla nasıl aktarırlar kim bilir?
The First Lady’de Roosevelt’in lezbiyenliği de işleniyor
1933-1945 arasında ABD’nin First Lady’si olan Eleanor Roosevelt, kendini açıkça biseksüel ya da lezbiyen olarak tanımlamasa da, First Lady’nin cinselliği tarihçilerin ilgisini çeken bir konuydu. Dizi ilk kez ekranda bu konuya yer vermesi açısından da önemli.
Eleanor Roosevelt’in, dizide Lily Rabe tarafından canlandırılan gazeteci Lorena Hickok ile olan ilişkisi hakkında bir sürü dedikodu var. Birbirlerine ER ve Hick olarak hitap eden ikili, ilk olarak Associated Press’de çalışan Lorena Hickok’un First Lady hakkında bir haber yapmaya karar vermesi sonucu bir araya geldi. Ancak daha sonra yakınlaşmaya başlayınca Hickok tarafsızlığını koruyamadığı için AP’deki işinden ayrıldı. Aralarındaki mektuplaşmalar, ilişkiyi ortaya koymakta.
Örneğin Hickok “Seni kollarımla sarıp dudaklarının köşesinden öpmek istiyorum” diye duygularını ifade ederken, Roosevelt’in de onu kollarına almayı özlediğini yazdığı bilinmekte. Yapımcı Cathy Schulman ise dizi henüz başlamadan “Artık zamanı gelmişti” şeklinde bir açıklama yaparak, hikayede bu romantik ilişkiye yer verileceğini doğrulamıştı.
The First Lady’de Gillian Anderson beden dili, yüzü, sesi ve tüm varlığı ile harika bir performans ortaya koyuyor. Beyaz Saray yönetiminin kocasının seçilmesine hizmet ettikten sonra ekarte etmeye çalıştığı Eleanor’un yaşadığı hayal kırıklığı, ciddiye alınmak için verdiği mücadele, kocasıyla olan karmaşık ilişkisi ve Hickok’un kollarında yaşadığı uyanışın hepsini bu dizide görmek mümkün.
Thelma ve Louise gibi
Hickok 1940’larda cinsel yönelimini gizlemeyen bir butch’tu (maskülen lezbiyen). Her ne kadar Lily Rabe gibi ince bir kadın tarafından canlandırılsa da aslında cüsseliydi. Eleanor ise ona tapıyordu. İkili gizli servisin korumasını reddederek Thelma ve Louise gibi tüm ülkeyi birlikte kat etti. Eleanor Roosevelt bir mektubunda “Seni öpemiyorum, bu yüzden her sabah ve her gece resmini öpüyorum” diye Hickok’a olan özlemini ifade etmişti..
Eleanor ve Hickok birbirlerine doyamayan bir çiftti. Âşık olmak tam da böyle bir şey. Eleanor’u sırdaşı, aşığı ve en iyi arkadaşıyla birlikte görmek heteroseksüel seyirci için bir ilk. Bilerek tarihten silinmeye çalışılmış, üstü kapatılmış bu aşk hikayesi ise elbette anlatılmayı hak ediyor.