05 Aralık 2025, Cuma
Haber Giriş: 31.07.2025 12:51 | Son Güncelleme: 31.07.2025 13:33

Justin parıldıyordu ama organizasyon problemi nedeniyle felaketin kıyısından dönüldü

Justin parıldıyordu ama organizasyon problemi nedeniyle felaketin kıyısından dönüldü
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Justin Timberlake turnesinin son konseri için dün akşam İstanbul’daydı. İTÜ Stadyumu’na girebilenler için sahne şovları, Justin’in enerjisi, dansçılar harikaydı. Ancak keşke binlerce kişi 4-5 saat düzensiz kuyruklarda beklemek zorunda kalmasa, konsere ancak dördüncü şarkıda açılan kapılardan, üstelik güvenlik araması olmadan hücum edilmek zorunda kalınmasa ve stat içinde ezilme tehlikesi geçirilmeseydi. Çıkışta bir Justin hayranı arkadaşına, “Hayatımın en kötü konser tecrübesiydi” diyordu



Kimilerinin modasının geçtiğini düşündüğü, RB sevenlerin ise takipten asla vazgeçmediği Justin Timberlake, 11 yıl aradan sonra dün akşam yeniden İstanbul’daydı. Üstelik biletinial ve Stagepass organizasyonuyla (ya da organizasyonsuzluğuyla) İTÜ Stadyumu’ndaki konser 2 yıldır devam eden turnesinin son ayağıydı. Bir çeşit kapanış gibi.

45 yaşını geçmiş bir müziksever olarak bir Justin Timberlake fan’ı olmasam da, 17 yaşında bir kız annesi olarak konsere gitmek görevimdi. Daha kış aylarında bilet fiyatlarını görünce ürktüğümüzü itiraf ediyorum. En uygun bilet erken alırsanız saha içi 5 bin TL civarındaydı. Diamond, Golden, Silver kategorileriyle rakam 30 bin TL’ye kadar uzanıyordu. “Yok gitmeyelim,” demiştim baştan; ancak geçen hafta müzik sektöründe çalışan eski bir dostumun 2 fazla bileti olduğunu öğrenince fırsatı kaçırmadık. Biletlerimiz Golden Circle’dandı. Tanesi 11 bin TL. Hem kalabalıkta iki kız rahat da ederiz diye düşünmüştüm. 

Otopark 1000 TL, metroyla gitmeli 

Nasıl olsa biletimiz özel bir alandan diye düşünerek 21.00’de başlayacağını bildiğimiz konser için 20.00’de İTÜ’nün Ayazağa Kampüsü’nün ana caddedeki kapısındayız. Gün içinde “Acaba otomobille mi gitsek,” diye düşünüp, hem otopark fiyatının 1000 TL olduğunu görünce hem de binlerce arabanın girip çıkması zor olur diyerek vazgeçiyoruz. Biz metro ile gittik. Orada buluşmak için sözleştiğimiz arkadaşlarımız ise otomobillerini İstinye Park’a bırakıp yürüdüler. Saat 17.00 civarı gelen, “Biz geldik İTÜ’ye” mesajını görünce şaşırdım. “Erkencisiniz, biz 20.00’de oradayız,” yazdım. “Çok kalabalık, sıraya giriyoruz. Siz de geç kalmayın,” mesajını ise çok ciddiye almadım. Ne konserler gördük İstanbul’da son 30 yılda.

Sonra mesajlar birbirini izledi. 17.30, “Hala ilk güvenlikten geçemedik”, 18.00, “Hala kuyruktayız.” 19.00, “Organizasyon felaket, kalabalık artıyor. Gelince yanımıza gelin.” 19.30, “Tek kapıdan giriliyor, binlerce insan sabaha kadar ancak girer.”

Bu arada bunları yazan arkadaşım müzik sektöründe ve Türkiye’de son 35 yılda yapılan binlerce konserde görev yapan bir profesyonel. En son 19.45’te şu mesaj geldi: “Ben ömrümde böyle şey görmedim.”

Metronun merdivenlerin gün yüzüne çıkınca ne demek istediğini anlıyoruz. O sırada artık telefonlar çekmediği için birbirimizi bulmak bir hayal haline geliyor.

Boyu benden uzun kızıma, “Elimi tut,” diyorum. Bir yandan sıranın sonunun neresi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir sele kapılmış gibi kalabalığın gittiği yöne bırakıyoruz kendimizi. O sırada bilmem kaç saattir kuyrukta bekleyenlerin sabrı taşmaya başlamış. Herkes birbirini ittiriyor. Nasıl olduğunu anlamadan, kendimizi ilk kapının güvenliğinin önünde buluyoruz. Tam bir kaos ortamı. Biz oysa sıranın sonunu arıyorduk. İlk kapıda sadece çantamıza bakılıyor ve biletimiz var mı kontrol ediliyor. Ortada hiç polis olmaması dikkat çekici. Genelde bu tarz konserlerde kapıda hep polis olurdu. “Belki de sivil polisler ağırlıktadır, ben fark etmiyorum,” diye düşünüyorum. 

Bu sıranın sonu neresi acaba? 

Şaşkın ördekler gibi amacımıza ulaştığımızı düşünüyorduk o an. Ancak asıl kapı, İTÜ’nün ağaçlıklı yolundan yaklaşık 500 metre yürüdükten sonraydı. Konuşmalardan öğrendik. Yokuştan yürürken tam karşıdaki kalabalığı görünce, “Biz buraya giremeyiz,” diyorum. “Aman sen elimi bırakma.” Yine aynı durum. Tek bir sıra var ve sıranın sonu nerede? Giriş takında Diamond ve VIP sağa, diğer tüm girişler solu gösteriyor. Sıra dediysem, 1 sırasında 20 kişi olduğunu düşünün ve bu kuyruk metrelerce uzanıyor. Enlemesine 20 kişiyi geçip güvenlik görevlisine sormak istiyorum. O sırada kızım elimi bırakıyor ve kalabalıkta kayboluyor. Tamam küçük çocuk değil ama ben de anneyim. Bir güvenlik görevlisinin önünde durup yerimi tarif ederken bir türlü kalabalığı yarıp yanıma gelemiyor. Önümdeki kızların saat 16.00'dan beri kuyrukta olduğunu duydum o sırada. Sinirlerin ne kadar gergin olduğunu siz düşünün. Bu arada kuyruk asla ilerlemiyor zaten ilerleyemez ki tek bir giriş var.

Tam birbirimize ulaştığımız sırada, birkaç VIP’nin bariyerlerden geçirildiğini ve güvenliklerin de buna için verdiğini gören kalabalık kendinden geçiyor. Hemen solumdalar. “Olmaz böyle şey,” deyip bariyerleri kaldırdılar ve koşarak kapıya yöneliyorlar. Ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Arkamızdan iten güruhla biz de kendimizi sıranın en önünde buluyoruz. Bu arada güvenlik bağırıyor: “Yapmayın konser iptal olur”.

Bariyerlerin arkasında kalan ve öne geçemeyenler küfürler savuruyorlar. Biz utancımızdan kafamızı kaldıramıyoruz, geri de gidemiyoruz arkamız hemen dolmuş durumda. Sanki bir sele kendimizi bırakmış gibiyiz. Orada ezilsek kim verecek hesabını?

Bu arada ara ara telefonlar çekmeye başlamış ve arkadaşlarımızın az önce tamamen bir tesadüf eseri girdiğimiz kapının önündeki kuyruğun bilmem kaçıncı metresinde hala beklediklerini öğreniyoruz.

Bitti mi sanıyorsunuz? Elbette hayır. 

Yemek içmek kimin umrunda daha başlamadan yorulduk

Artık karşımızda stadyumu görüyoruz. Ancak bir kapı daha var geçmemiz gereken. Asıl giriş meğer oradaymış. Çok az müziksever oraya kadar gelebildiği için bu sıra biraz daha makul. Yine de ulaşmak 20 dakikamızı alıyor. Herkes kaderine razı. Burada bile sol yandan bir koridor açıp VIP’leri geçiriyor görevliler. Arkalarından da kuyruk onları takip ediyor. Trafikte ambulansın arkasına takılan arabalar gibi görünüyorlar.

“Hiç mi ayrılmayacak bu girişler, bizim Golden Circle neresi acaba?” derken fark ediyoruz ki, son kapıyı bilet kategorilerine göre ayırmışlar. Biraz geç tabii. Keşke bunu daha ilk kapıdan yapsalardı. Kolumuza bir bileklik takılıyor, bizler ayrı, çantalar ayrı x-ray’den geçiriliyoruz.

Önce yeme içme alanı karşılıyor bu noktadan sonra bizi. Karavanlar dizi dizi. İlk dikkat çekenler, 3 dilim pizza 400 TL, kutu içecek 150 TL, su 70 TL. Tişört stantları, albüm stantları da var. Tabii erken gelsek bakmak isterdik ama kimsede tişört alacak bir ruh hali yok. Sadece 2 su. 

Herkes girmeden bu konser başlar mı?

Bu arada saat 21.10. Justin 10 dakika önce sahneye çıkmalıydı. İçeride kimseyi bulamayacağımızı, herkesin dışarda kaldığını düşünürken bir de bakıyoruz ki stat dolmuş. Sadece arkalarda küçük boşluklar var. Sora sora sonunda sahnenin sağ tarafında, Diamond Circle’ın hemen altındaki Golden Circle’ı buluyoruz.

Boylarımız kısa ama sahneyi görebilecek mesafedeyiz. Önler dolmuş, gitmek zor. Bulunduğumuz yerin çimenlerine oturuyoruz. O sırada hala arkalar boş, çimenlere oturma imkanı var.

2 gün önce Bakü konserinin playlist’i paylaşılmıştı WhatsApp grubundan ona bakarken yandan genç bir kız duyuyor konuşmalarımızı. “Mirror ile mi başlayacakmış, ayyy çok severim,” diyor. Ardından da ne zor girdiklerini ve az kalsın vazgeçip geri döneceklerini anlatıyor. Herkes biletli izleyicilerin bir bölümünün hala dışarıda olmasından tedirgin. Justin’in ekibinden bir görevli sahneye çıkıp, “İçeriye girişlerde problem yaşandığı için sizden 10 dakika müsaade istiyoruz. Kimsenin konserin başını kaçırmasını istemeyiz,” diyerek izin istiyor izleyiciden. 10 dakika nedir ki bizim için, kapıda 5 saattir bekleyenler var.

Bu arada arkadaşlarımız hala ikinci kapıda. Yüzlerce insan gibi. “Kavga çıktı,” yazıyor gelen son mesajlardan birinde. Demek ki artık sinirler iyice koptu. 

Justin'de de konsantrasyon bırakmadılar

Ve ışıklar sönüyor. Gerçekten de Bakü’de olduğu gibi Mirror ile çıkıyor Justin Timberlake sahneye. Üzerinde siyah bol bir kumaş pantolon, siyah tişört ve üzerinde siyah taş işlemeli bomber ceket. Gözlerinde güneş gözlüğü ve boynunda pırlanta kolyeler… Müthiş bir enerji getiriyor yanında. Bizlerde ise vicdan azabı. Arkadaşlarım kapıdayken eğlenmek haksızlık gibi geliyor. Ancak oradayız ve müzik çok güzel… Telefonlar yüksekte, herkes kayıtta. Cry Me River, No Angeles, Love Stoned, Sexy Ladies derken My Love’ı binlerce kişiyle birlikte söylüyor Justin.

Peki ya kapıdakiler? Biz şarkılara dalmışken mesaj geliyor bizimkilerden: “Herkes isyan etti, kapıları açtılar, biletlere bakmadan, güvenlik kontrolü olmadan içeri aldılar herkesi. Dördüncü şarkıya yetiştik. En arkadayız. Yanınıza gelmemiz mümkün değil. 3 şarkı dinleyip çıkarız biz.”

Çok sıkışmadan izlediğimiz konserde o noktadan sonra yer daralıyor. Arkadan ittirmeler başlıyor. İğne atsan yere düşmeyecek bir hal alıyor ortam. Artık sahneden nasıl görünüyorsa, tam konserin en neşeli anında Justin, “Durun,” diyor. Soluna dönüyor ve, “Arkadaşlar, sıkışanlar var. Herkes bir adım geri atabilir mi?” Dedi. Hatta şaka ile karışık, “Haydi hep beraber bir adım geri gidiyoruz,” diyerek dans figürleriyle ne yapmaları gerektiğini gösteriyor. Sonrası daha fena, “Sanırım orada sıkınlısı olanlar var, sağlık ekibi yönlendirebilir miyiz? Sizin iyi olmanız benim için her şeyden önemli,” diyor dünya starı. Böylece konser birkaç dakika durmuş oluyor. Elbette Justin bir makine değil, tekrar konsantre olabilmek için vakit istiyor. Bir dakika kadar gözlerini kapatıyor ve: “Hazırım, eğlenmeye devam.” 

Kapılar açıldı, dans edecek yer kalmadı 

O dakikadan sonra hem kendisi eğlenmeye çalışıyor, hem de sıkışıklıktan dolayı artık dans edemez haldeki kalabalığı eğlendirmek için elinden geleni yapıyor. Zatan sıra slow şarkılara geliyor. Kimi zaman eline gitarını aldı, kimi zaman sahnenin ortasındaki piyanosunun başına oturuyor. Duygusallığın doruk yaptığı bir anda mikrofonu eline alıyor ve şöyle diyor: “Bizi görmeye geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Birkaç gündür şehrinizdeyiz. Çok güzeldi. Bu gece uzun bir turnenin son konseri için buradaydık. Küçük bir çocukken kurduğum hayalin gerçek olması bu. Bazen bu yaptığımız için dünyanın en kolay işi olmuyor ancak sahnedeyken bana bakan yüzleri gördüğüm zaman her zorluk unutuluyor.” Sanırım konserin sonuna doğru geliyoruz. O sırada gözleri doluyor. Eminim ki o anda orada olan herkesin içinden Justin’e sarılıp “Harikasın,” demek geçiyor.

Birkaç şarkı daha söylüyor Justin, Can’t Stop Feeling, Selfish, Holy Grail… Elimizdeki Bakü playlist’ine göre son 2 şarkıda, çıkışa doğru yöneliyoruz biz. Aynı anda dağılan kalabalığın nasıl bir karmaşa yaratacağını düşünerek… Kalabalığı yararak dışarı çıkabilmek ve metroya ulaşabilmek 40 dakikamızı alıyor. Arkadaşlarım ise gerçekten de aylar önceden aldıkları biletlerle en arkadan dört şarkı dinleyip çıkıyorlar. Ezilmediklerine şükrederek. Çıkışta da ortada ne güvenlik ne de polis var. El yordamıyla yolumuzu buluyoruz.

Tesadüflerle girdik dün gece konsere ve tesadüfen de başımıza ciddi bir şey gelmedi. Ancak aynı mekanda 7 Ekim’de Robbie Williams sahnede olacak. Bu karmaşayı göze alıp gider miyim? Hiç sanmıyorum. Peki ama bilet alan binlerce müziksever ne olacak? Bu işi sansa bırakmak olur mu?

Kaynak: Gazete Oksijen