22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
Haber Giriş: 05.08.2022 04:30 | Son Güncelleme: 07.08.2022 15:22

Neil Gaiman, başyapıtı Sandman'i anlattı

Efsanevi çizgi roman yazarı Neil Gaiman’ın başyapıtı Sandman’in başlangıcı ve son parçası olan Uvertür yayımlandı. Üstelik tam dizi uyarlamasının da Netflix’te izlenmeye başladığı günlerde...
Fotoğraf: Seth Kushner
Fotoğraf: Seth Kushner

Alican Saygı Ortanca

İngiliz yazar Neil Gaiman; öykü, roman, senaryo ve çizgi roman dalında eserler veren dünyaca ünlü bir isim. En abidevi eseri; korku, mitoloji ve fantastik kurgu ögelerinden beslenen ve The New York Times çoksatanlar listesine giren ilk çizgi roman olma özelliğini taşıyan Sandman 1989’da yayımlanmaya başladığında, bu kadar etkili olacağını muhtemelen kimse düşünmüyordu. 1996’da 75’inci ve son sayısı çıktığında eşsiz bir edebiyat fenomeniydi. 

Bu 75 sayı sonuçta derlenip 10 cilt olarak bir araya getirildi. 30’dan fazla dilde tahminen 40 milyona yakın satıldı. 2003’te Gaiman, Sandman dünyasına dönüp evrenini oluşturan yedi Sonsuz kardeşin (Kader, Ölüm, Rüya, Yıkım, Keder, Arzu, Hezeyan) her biri için bir çizgi öykü yazdığı ve “11’inci kitap” olarak bilinen Sonsuz Geceler cildini yayımladı. 

Bu 11 cildin tamamı Türkçeye çevrildi. Gaiman, 2013-2014 yılında, Sandman’in 25. senesi için bir kez daha kolları sıvadı ve serinin ana karakteri Rüyalar Lordu Morpheus’un geçmişini de anlattı.  

Türkçeye henüz çevrilen, Hugo En İyi Grafik Roman Ödülü sahibi Uvertür’le (İthaki Yayınları) birlikte böylece Sandman yolculuğunu tamamlamış oldu. Hikâye bir bütün olarak Sandman adlı Netflix dizisine de uyarlandı. Neil Gaiman’la Sandman’i ve Netflix’te henüz gösterime giren diziyi konuştuk.

Kendi ilgimi canlı tutmak için bu kadar çok karakter ve hikaye var

Bunca farklılığa ve çeşitliliğe sahip karakterler ve olaylar nasıl bir araya geldi? Sandman hikâyeleri nasıl ortaya çıktı?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu, işleri kolaylaştırmak ve ilgimi canlı tutmak için yaptığım bir şeydi. Sandman’i yazarken her ay yeni hikâye çıkarmam ve içlerine ilgimi canlı tutacak şeyler koymam gerekiyordu. Umursadığım veya üzerine konuşmak istediğim her şey Sandman’de yer alabilmeliydi. İşte o noktadan itibaren her şeyi taşıyabilecek bir yapı inşa etme fikri bana fazlasıyla önemli gelmeye başladı. Sisler Mevsimi’ni yazarken Sonsuzlar’ı hikâyeye dahil ettiğimi, sonrasında Hristiyanlıktaki Cehennem tasvirini eklediğimi, ardından Mısır tanrılarını, Yunan tanrılarını, perileri, bilimkurgusal Kaos ve Düzen Lordları’nı maceraya kattığımı, işleri daha da ileri götürüp melekleri getirdiğimi hatırlıyorum. Süreç boyunca her şeyin yerle bir olmasını bekledim ama işin aslı her şey gayet yolunda gitti, bu da bana inandığımız şeylerin umduğumuzdan daha sağlam olduğunu ve hikâyelerin hayal ettiğimden de güçlü temelleri olduğunu gösterdi.

Bilim kurgu dünyayla baş edebilmek için bir tepki

Kariyeriniz boyunca büyük ölçüde korku ve fantastik türlerde eserler ürettiniz. Çizgi romanda Sandman, çocuk edebiyatında Koralin ve Mezarlık Kitabı, fantastik edebiyatta da Amerikan Tanrıları’nı örnek gösterebiliriz. Bu türler uzun süre alt kültürün birer parçasıydı ancak özellikle son birkaç yılda popüler kültürün değişmezi hâline geldiler. Spekülatif kurgunun bu denli yükselmesini neye bağlıyorsunuz?

Bana kalırsa spekülatif kurgu, fantastik korku ve bir noktaya kadar da bilim kurgu; zorluklar, dehşetler, gündelik korkular gibi dış dünyada yaşananlara ve kendilerinden daha büyük, karmaşık ve tuhaf olan gerçek dünyayla baş etmeye çalışan insanların isteklerine karşı bir tepki olarak büyüme eğiliminde. Bir yandan da bu yükseliş, dünyayı anlamlandırmak için her şeyin gerçeğine mümkün olduğu kadar yakın olmasına ihtiyaç duyan kurgusal dünyalar istemekle ya da kendi dünyamızı uzaktan incelemek için onunla arasına mesafe koyan farklı dünyalara ihtiyaç duymakla alakalı. Normalde fantastik türü yükselişe geçtiğinde korku türü de yükselişe geçmez. Ya biri ya da diğeri ön plana çıkar. Ancak şu an korku olabileceği tüm hâlleriyle etkili ve güçlü. Ama bir yandan da “Marvel tarzı” fantastik de çok büyük bir noktada. “Toplumsal olarak bunlar yaşandığı için edebiyatta da bunlar olacak” gibi basit bir çıkarımda bulunulabileceğini sanmıyorum. Edebiyatta olanın hem topluma hem de dünyaya bir ayna tuttuğunu, aynı zamanda dünyayı odağımıza almamıza önayak olan bir yol olduğunu söylemek muhtemelen daha doğru olacaktır.

Korku edebiyatının günümüzdeki en önemli temsilcilerindensiniz. Korkuyu edebi bir tür ve araç olarak nerede konumlandırıyorsunuz?

Ben korkuyu, yemeğin çeşnisi gibi görüyorum. Korku yazan yazarları çok takdir ediyorum. Bence Stephen King ve Joe Hill (korku yazdığında) inanılmaz işler çıkarıyorlar. Peter Straub, Lovecraft ve Arthur Machen muazzam korku yazarları. Ben öyle bir yazar değilim. Sadece korku yazarak bir senemi geçirmeyi tercih etmiyorum. Sandman’in 24 Saat başlıklı macerasını yazdığımı ve tam üç buçuk hafta boyunca zihnimi oraya odaklamam gerektiğini hatırlıyorum. Kendimi hiçbir zaman korku yazarı olarak görmedim. Onun yerine korkuyu ve korku anlarını, tıpkı bir şefin yemek yaparken sos, tuz veya baharat kullanması gibi kullanan biri olarak gördüm. Yemeği lezzetlendirmesini, yemeğin baharatını eklemesini, yemeğe farklılık katmasını istersiniz ancak hiçbir zaman tadına bakılacak tek şeyin o olmasını tercih etmezsiniz. 

Mitler bize kalan miras

Fantastik yazarken mitolojik yeniden anlatımlara özellikle sık başvuruyorsunuz. Eski mitleri eşelemenin günümüzdeki önemi nedir?

Çünkü mitlerin güçleri olduğunu düşünüyorum. Peri masallarını sevme sebebim de bu. Ayrıca peri masallarının mitlerin çürüyen bedenlerinden ortaya çıktığını düşünüyorum. Mitler, Homo Sapiens’in ilk 200 bin yıllık tarihi boyunca dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan yöntemlerden kalan bir mirastır, temeldir, işlevseldir. Mitler beni büyülüyor. Dinler ortadan kalktığında geriye mitler kalıyor. En eski bazı ibadet yerleri Türkiye’de ve insanların buralarda kime, nasıl veya neye taptığını tam olarak bilmiyoruz. Kalanlara bakıp “Buraya geliyorlarmış, ibadet ediyorlarmış, bereket mevzubahismiş, bir şeyleri büyütmeye çabalıyorlarmış ama detayları bilmiyoruz” diyebiliyoruz. Oysa mitler elimizin altında, beni mutlu etmeye yetecek kadar çok olmasa da  mevcutlar. Ve bu inanılmaz. 

Bereketli topraklara mı düşüyorum yoksa kayalık alana mı?

Türkiye’de her geçen gün büyüyen okur ve hayran kitleniz için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Sadece, merhaba! Orada olduğunuzu biliyorum! Sandman’in ve diğer eserlerimin bereketli topraklara mı yoksa kayalık zemine mi düştüğünü görmek ilgimi her zaman fazlasıyla çekiyor. Bazı kültürlerde insanlar işlerime bakıp, “Bunu seviyoruz, bu gerçekten çok iyi ve gerçekten ilginç,” diyorlar; bazılarındaysa bakıp, “İnsanlar bundan niye keyif alır ve okur zerre fikrimiz yok,” diyorlar. Türkiye’nin de yazdıklarımı keyif ve heyecanla karşılayan bir kültüre sahip olması çok hoşuma gidiyor.

“Dizide hiç modernizasyon olmadı”

Sandman bir Netflix dizisi olarak uyarlandı. Dizinin yapım aşamasından biraz bahsedebilir misiniz?

Neredeyse hiç modernizasyon olmadı. Asıl mesele, her ay yaklaşık 24 sayfa olarak yayımlanmış ve hâliyle kendisine ait belli bir şekli olan bir şeyi alıp onu televizyonda, 55 dakikalık 10 bölümde yeniden şekillendirmekteydi. Ki bu da çok zor bir işti. Bu noktada bir şeyin nasıl işlevsel hâle geldiğini, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu yeniden hayal etmeye çalışmak, ne yapabileceğini ve neyin işe yarayacağını sıfırdan tasavvur etmek zorundasın. Bu bizim için büyüleyiciydi. Ama esas amacımız her zaman Sandman’i aktarmak oldu. Replikler yeterince iyi ve işlevsel olduğunda hiç kimsenin özgün çizgi romandaki diyalogları baştan yazmaya yeltenmemesi çok hoşuma gitti. Özgün diyalogların bu kadarının ekrana taşınmış olması hayret verici. Ayrıca benim adıma, insanların aşina olduğu hikâyeyi alıp onu farklı bir biçimde anlatma fırsatı tanıması heyecan vericiydi. 

Sandman-Uvertür / Neil Gaiman / Çizen: J. H. Williams III / Renklendiren: Dave Stewart / Çeviren: Elif Ersavcı / İthaki Yayınları / Çizgi Roman / 232 Sayfa