26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 27.05.2023 08:30 | Son Güncelleme: 27.05.2023 08:34

“Sular kabardığında ve çekildiğinde nasıl manzaralarla karşılaşırız?”

Muhtelif sınırların yeni soru işaretlerine dönüştüğü bir sergi Khora. Fotoğraf sanatçısı Begüm Yamanlar belki de en çok bu yüzden ara bölgelerde yol almaktan hiç çekinmiyor
Kahraman Çayırlı
Kahraman Çayırlı
“Sular kabardığında ve çekildiğinde nasıl manzaralarla karşılaşırız?”

Genç sanatçı Begüm Yamanlar’ın yeni sergisi Khora’da doğanın fotografik görüntüleri resim ve hareketli görüntülerle bir araya geliyor. Yamanlar bir yandan bu metotlar arasındaki hudutları da araştırıyor. 3 Haziran’a dek Öktem Aykut Art Gallery’de sürecek serginin detaylarını sanatçının kendisiyle konuştuk.

Yeni serginizi oluşturmaya nasıl karar verdiniz?

Uzun süredir hem teorik hem de pratik olarak fotoğraf ve video mecraları ile çalışıyorum. Sabit ve hareketli görüntülerin ve gelişen görselleme teknolojilerinin zaman-mekan algımızı nasıl yeniden inşa ettiği, görme biçimlerimizi neye evrilttiği, üzerine hep kafa yorduğum bir konu. Daha önceki işlerin çoğunda olduğu gibi bu sergide de ana konu gözle göremediğimiz ancak sezgisel olarak farkına varabileceğimiz çok yavaş ve büyük ölçekli doğal ya da kültürel birtakım dönüşümler. Bu konular üzerine çalışırken de fotoğraf ve video mecralarının gerçeklikle olan bağını mümkün mertebe esnetip, dönüşüme dair manzaraları resme yakın bir pratikle parça parça kurguluyorum. Bunları da farklı farklı zaman ve mekanlarda çekilmiş bir sürü fotoğrafı katman katman işleyerek, her biri bir sürü fotoğrafın parçalarından oluşan kompozit manzaralar oluşturacak şekilde birleştiriyorum çoğunlukla. Videolarda da her bir kare bu şekilde üretilmiş kompozit fotoğraflardan.

Yeni serginiz Khora, yine Öktem Aykut’ta gerçekleştirdiğiniz bir önceki serginiz Eşik’ten hangi noktalarda farklılaşıyor? Eşik’ten Khora’ya neler değişti?

Aslında içerik olarak bir paralellik var hâlâ iki sergi arasında. İki sergi de çeşitli mekanların dönüşüm geçirdiği birtakım aradalık anlarına odaklanıyor. Fakat o sergideki mekanlar hem kişisel hem de toplumsal tarihten referansları olan daha tanımlı mekanlardı. Ve o mekanların bende bıraktığı parçalı hatıralarla yeniden kurgulandığı manzaralardan oluşuyordu. Bu sergi başlangıç noktasını hem su ve yücelik kavramı arasındaki ilişki üzerine çalıştığım doktora tez konumdan hem de Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ındaki Boğaz’ın Suları Çekildiği Zaman bölümünden alıyor. Khora’daki seri, zamanın dondurulmuş bir kesiti gibi geçmişe dair kalıntıları bir zaman kapsülü gibi içinde barındıran suların yükseldiği ve çekildiği bir senaryoda, -başlangıçta Boğaz’da- nasıl manzaralarla karşılaşırız diye düşünerek başladı. Eşik’te geçmişte fiili olarak geçmişte var olan birtakım mekanlar ve onların hafızada nasıl parçalı anlar olarak yer ettiğine odaklanırken, Khora’da geleceğe dair kurmaca bir hikaye üzerinden oluşturulmuş manzaralar var.

“Doğa ve varlık zaten birbirinden ayrı düşünemediğim döngüsel bir bütün”

Göstergebilimde Khôra “varlığa yer veren alan”ı anlatır, serginize neden bu ismi verdiniz? Ayrıca doğa ve varlığı nasıl bir arada yorumlamalıyız?

Türlü canlının varoluş ve yok oluşuna, türlü medeniyetin kuruluş ve yıkılışına, türlü hikayenin yazılış ve unutuluşuna, mitolojik efsanelerden ekolojik dönüşümlere alan sağlayan deniz, Plato’nun Timaeus’unda varlık ve yokluk arasında gidip gelen, her şeyin oluşmasına, hareket etmesine olanak sağlayan, içinde var olan ve dönüşen elementlere alan sağlayan ve onlarla şekillenen bir matris, ara bölge, soyut ve akışkan bir başlangıç noktası olan Khora kavramını çağrıştırıyor bana. Doğa ve varlık zaten birbirinden ayrı düşünemediğim döngüsel bir bütün. Khora da deniz gibi bu bütünlüğün oluştuğu evrildiği akışkan bir alan. Hem ara bir bölge olarak bir önceki serginin, -Eşik’in- devamı gibi olduğu hem de işler tam da bu konular etrafında döndüğü için Khora oldu serginin ismi.

Serginizdeki işler kendi aralarında nasıl iletişim kuruyorlar?

Bütün seri, doğanın yaratma, yok etme ve dönüştürme gücünü, yüceliğini ve bu yücelik karşısında aynı anda uyandırdığı heyecan ve dehşet hissinin bugünün teknolojileriyle, fotoğraf ve video ile nasıl tasvir edilebileceği üzerine bir araştırma aslında. Varlıkla yokluğun birbirine karıştığı, bir zaman kapsülü gibi organik ve tarihi kalıntıları içinde barındıran sular kabardığında ve çekildiğinde nasıl manzaralarla karşılaşırız sorusu etrafında dönüyor sergi. Sergide başta su olmak üzere çeşitli elementlerin hareketleri ve değişimleri üzerinden büyük ölçekli bir yeryüzü dönüşümünün uzaktan, yakından, farklı ölçeklerden çeşitli manzaralarına bakıyoruz. Tabii görsel dil olarak da doğanın gücünü, büyüklüğünü verdiği dehşet ve huşu hissini en çok taşıyan, 18. ve 19. yüzyıllarda yapılmış deniz manzaralarına çokça referans veriyor.

Lisans ve yüksek lisans öğreniminizi fotoğraf, video, sanat ve tasarım konularında Bahçeşehir Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi’nde aldınız; Bahçeşehir Üniversitesi'nde doktora çalışmasına devam ediyorsunuz ve Bilgi Üniversitesi’nde Video Art ve Fotoğraf dersleri veriyorsunuz. Öğrencilerinize video ve fotoğraf hususunda en çok neyi öğütlüyorsunuz?

Öğütlemekten öte, fotoğraf ve video mecralarını kullanarak içinde bulundukları kültürü, gündelik hayatı, değer yargılarını, sanattan beklentilerinin ne olduğunu, kullandıklarını mecraların sınırlarının nasıl esnetilebileceğini düşünmeye, sorgulamaya, tartışmaya açacak özgür bir alan açmaya çalışıyorum derste.

Sergi 3 Haziran’a dek Öktem Aykut’ta sürecek.