Time is a Child sergisini gerçekleştirmeye nasıl karar verdiniz? Serginin ismi, antik Yunan filozof Herakleitos’a ait olduğu düşünülen “Zaman, sahilde beş taş oynayan bir çocuktur” sözünden geliyor; neden bu ismi seçtiniz?
Burcu Fikretoğlu: Bu serginin bir adada gerçekleşiyor olması serginin başlığı için kaçınılmaz bir belirleyiciliğe sahip oldu. Theo Angelopoulos, Sonsuzluk ve Bir Gün filmine Heraklitos’a yaptığı bu göndermeyle başlar. Göçmen bir çocuk ve ölümcül bir hastalığa yakalanan Alexandros isimli bir şairin hikayesini anlatan film boyunca, yönetmenin genel olarak zaman, zamanın akışı ve bu akışın farklı coğrafyalar, farklı insanlar için nasıl bambaşka deneyimlendiğine dair duyduğu ilgiyi anlatır. Bu sergi zamanın aslında bizlere verilen değişmez ve nesnel bir gerçeklik olmadığını, deneyimlerin zamanı nasıl değiştirebildiği üstüne düşündürmeyi hedefliyor. Time is a Child, Türkiye anakarasına bu kadar yakında gerçekleşmesine rağmen, ritmi bir o kadar farklı olan bir adada gerçekleşiyor. Leros, dünya savaşları sırasında uzun yıllar boyunca İtalyan işgali altında kalmış, mimarisi, planlaması, yaşam biçimi buna göre şekillenmiş bir ada. Serginin gerçekleştiği Lakki bölgesinin merkezinde yürürken zaman ileriye mi gidiyor, kendi içinde döngüsel bir akışı mı var, yavaş mı, hızlı mı, yaşanan deneyimlerin geri dönüşü var mı gibi sonsuz sayıda soru, serginin başlığına ve içeriğinin bu şekilde oluşmasına ilham oldu.
Doris Benhalegua Karako: Bir sergi ve bu serginin bir ara getirdiği yapıtları üzerinden bu soruları düşünmek “zaman” hakkında sorduğumuz sorulara sanat nesnesinin rolünü de dahil etti. John Keats’in “Bir Yunan Vazosu’na Ağıt” şiirinde bahsettiği geçicilik ve sonsuzluk mefhumları, akıp giden yaşamın içinde geriye kalan düşünceleri, fikirleri, nesneleri düşünmek için bir çıkış noktası oluşturdu. Tam da bu nedenden ötürü “Bu sonsuz akış içinde yaratıcı düşüncenin yeri nedir?” sorusu sergiyi oluştururken bizim için çok önemli oldu. Zamanı algılayış biçimimiz ve içinde kendimizi konumlandırdığımız şeklin tamamen göreceli oluşu aslında sergiye Time is a Child adını verirken bir çocuk için zamanın bulanıklığı ve hafifliğini daha da derinlemesine deneyimlemek istediğimiz bir alan oluşturdu.
Sergide Alice Guittard, Ayça Telgeren, Burcu Yağcıoğlu, Elif Uras, Evgenia Vereli, Kostis Velonis, Lara Ögel, Malvina Panagiotidi, Maria Joannou, Martin Creed, Merve İşeri, Nazım Ünal Yılmaz, Nil Yalter, Nuri Kuzucan, Rashid al Khalifa, Savvas Laz, Serkan Özkaya, Silva Bingaz, Stefania Strouza, William Kentridge, Yeşim Akdeniz ve Yusuf Sevinçli’nin eserleri bir araya geliyor. Sergideki eserleri nasıl seçtiniz?
DBK: Az önce sözünü ettiğimiz farklı zaman algıları ve deneyimleri üzerine düşündüğümüzde, yakından birlikte çalışma şansını bulduğumuz sanatçıların her birinin kaçınılmaz olarak bu soruyla yüzleştiklerini ve kendi medyumları, ait oldukları jenerasyonları ve içinde yetiştikleri coğrafyalar üzerinden bu konuyla farklı biçimlerde yüzleştiklerini gördük.
Her biri kendine özgü üretim biçimleriyle aslında farkında olmadan bile zamanın tesiri üzerine çeşitlemeler ve yorumlamalar oluşturdular. Kimisi yeni üretilen kimisi yeniden, farklı bir bağlamda bir ara getirilen eserlerde, zamanın her yönüne dokunan işler bir araya geldi.
Sergideki eserler kendi aralarında nasıl bağlar kuruyorlar?
BF: Zamanın coğrafi, sosyolojik ve psikolojik boyutlarını düşündüğümüzde ve bu düşünceleri sergiyi planlama aşamasında sanatçılarla paylaşmaya başladığımızda, her biri farklı perspektiflerden düşünceler önermeye başladı. Serginin kavramsal çıkış noktası sanatçıların aktif olarak sürece dahil olmasıyla organik olarak oluştu. Time is A Child, yoğun sanatçı katılımının olduğu bir sergi, karma bir grup sergisi organizasyonunda bu problemli bir durum olabilme riskini de taşıyor tabii. Fakat “zaman” çok yoğun ve katmanlı bir kavram. Serginin yerleşiminde, eserlerin birbiriyle kurduğu çok yönlü ve çeşitli ilişki bize ilham veren bir ritim sağladı.
Serginin sergi mekanıyla kurduğu etkileşim hakkında neler eklemek istersiniz?
DBK: Bu ada son yıllarda on binlerce göçmenin, sığınmacının yaşamını sürdürmeye çalıştığı, geçmişteyse 30 yılı aşkın bir süre işgal altında kalmış bir ada. Serginin gerçekleştiği Koulouki koyunun tam karşısında dev bir göçmen kampı ve yanı başında dev bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesi yer alıyor. Mussolini tarafından kurulan bu hastane topluma adapte olamayan on binlerce bireyi yıllar boyu hapsetmiş bir hayalet yapı şu anda.
BF: Bu hastanenin içine girmeyi bırakın, yaklaşmak bile çok zor hâlâ… Yanı başındaki kampta ise hâlâ 350 göçmen kalıyor. Leros bu kadar güzelken, onu çevrelen sular bu kadar berrakken ve güneşin altında deneyimlenen sonsuz güzellikte deneyim varken, bütün bu gerçekliklerin de bu deneyime dahil olması tabii ki düşündürücü ama bir o kadar da insani. Zaman kavramı üzerine düşünürken Leros bize zamanın nasıl iç içe geçen bir hatıralar bütünü olduğunu eşsiz bir şekilde gösterdi. Sergi hazırlığı boyunca adada geçirdiğimiz haftalar bunu her an başka bir şekilde önümüze sundu.
DBK: Bir sergiyi kurgularken mekanla nasıl bir araya geldiğini de hesaba katmamak elbette mümkün değil. Bu nedenle biraz süreç içerisinde bize de deneyimleme ve keşfetme fırsatı veren Leros ve serginin gerçekleşeceği alan olan eski Donanma Deposu aslında zamana nasıl tutunduğumuz, tarihlerimizden neleri günümüze taşımayı seçtiğimiz ve taşıdıklarımızla nasıl baş ettiğimizin de bir göstergesi oluyor. Bu nedenle sergimize ev sahipliği yapan Leros’da Time is a Child ile beraber yeniden bir zaman keşfi yapmayı umuyoruz.