Muammer Brav
Birbirinden güzel filmlerle dolu bir 10 günün ardından Venedik’te ödüller dağıtıldı. Julianne Moore başkanlığındaki jüri, 23 film arasından, olabilecek en güzel seçimleri yaptı. Oscar yarışında ve başka ödül törenlerinde bolca konuşulup, ödüllendirilecek izleyici dostu filmleri es geçen jüriye kocaman bir alkış! Bu kez kazanan “has” sinema oldu.
En başından söyleyelim, The Whale ile herkesin En İyi Erkek Oyuncu ödülü almasını beklediği Brendan Fraser ve yönetmeni Darren Aronofsky, Bardo filmiyle bir çok kişinin “yönetmen ödülü kesin onun” dediği Alejandro G. Inarritu, 10 dakikalık müthiş plan sekansıyla açılıp, izleyenden alkış alan ama gerisini getiremeyen Romain Gavras filmi Athena, Marilyn Monreo’yu sadece hayatındaki erkekler üzerinden tanımlayan ve ikonumuza ihanet eden Andrew Dominic filmi Blonde; ödüllerden eli boş döndü ve bu satırların yazarını pek sevindirdi. Derdi genel izleyici tavlamak olan egosu şişik yönetmenlere ders olsun!
Venedik uzun yıllardan sonra ilk kez bir belgesele Altın Aslan ödülü verdi. All the Beauty and the Bloodshed’in ödülü hepimizi şaşırttı! Belgeseli çok beğenmeme rağmen, ödül alabileceğini düşünmemiştim. Festivallerde genelde belgeseller yan ödüllerle taçlandırılır veya gözden kaçar. Nan Goldin’i tanıyıp hele de seviyorsanız filmi sevmemek olanaksız zaten. 70’lerin sonunda başladığı fotoğraf kariyerinde kendi yakın çevresini, günlük yaşamlarında fotoğraflayan bu müthiş kadının işleri, dünyanın en önemli müzelerinde sergileniyor. Goldin uzun yıllar OxyCodin adlı bir ilacın bağımlısı olup, tedaviyle kurtuluyor ve bu ilacın iptali için çalışmalar yapıyor. Belgesel paralel kurguyla Codin’in hem yaşamını, hem de bu savaşını anlatıyor. Citizenfour belgeseliyle Oscar kazanan Laura Poitras’ın yönettiği film umarız bizde de vizyona girer.
Jüri Büyük Ödülü ve Geleceğin Sinemacısı ödülü kazanan Alice Diop, ilk kurmaca filmiyle bu ödüllerin sahibi oldu. MUBI’de izlenebilen Nous (Biz) belgeseliyle geçen yıl Berlin’de ödül alan genç yönetmen, belgesel tonunda çektiği Saint Omer’le izleyeni şaşkına çeviriyor. Afrika kökenli yazar bir kadın, 15 aylık bebeğini öldüren yine Afrika kökenli bir kadının mahkemesini takip ediyor. Mesafeli yaklaşımı, derinlikli ve incelikli senaryosu ve iki harika kadın oyuncusuyla Saint Omer yine çok konuşulacak bir film.
İlk günden, son güne kadar favorimiz olan Tar, şaşırtıcı olmayan bir kararla Cate Blanchett’e En İyi Kadın Oyuncu ödülü getirdi. Todd Field’in 16 yıl aradan sonra Blanchett için yazdığını sıklıkla tekrarladığı film, üzerine uzun uzun konuşmak isteyeceğiniz filmlerden. Filmde Cate B. klasik müzik dünyasının en ünlü şeflerinden birine hayat veriyor ve asla unutamayacağınız bir performansla, yaşayan en büyük oyunculardan olduğunu biz fanilere bir kez daha hatırlatıyor.
2017 yılında Venedik’te Three Billboards Outside Ebbing, Missouri’yle En İyi Senaryo ödülü kazanan Martin McDonagh, bu yıl The Banshees of Inisherin filmiyle yine aynı ödülün sahibi oldu. Filmin diğer hak edilmiş ödülü başroldeki Colin Farrell’a gitti. 1923 yılında İrlanda taşrasında geçen filmde Farrell ve Brendan Gleeson, birdenbire birbirinden uzaklaşan eski dostları canlandırıyor. İrlanda yakın tarihine göndermelerle dolu, incelikli ve nüktedan senaryosuyla film, festivalin gönülçeleni oldu.
En İyi Yönetmen ve Genç Oyuncu ödüllerini kazanan Bones and All, izleyenleri ikiye böldü. Çok beğenenlerin yanı sıra (ben!), hiç sevmeyeni de oldu. Call Me by Your Name’in yönetmeni Luca Guadagnino’nun Timothee Chalamet’yle tekrar birlikte çalıştığı film, bir roman uyarlaması. 18 yaşını doldurduğu gün babası tarafından terk edilen bir genç kızın, kendi gibi yamyamlarla(!) tanışıp, yollara düşmesinin hikayesi. Call Me by… filminde başrolü oynayan ve yamyamlık suçlamasıyla tepki toplayan Armie Hammer’ı akla getirmesi de başlıca geyiklerin en başında geliyor. Genç oyuncu Taylor Russell adını da aklınıza yazın, ileride çok konuşacağız!