Esin Hamamcı
Hollanda Konsolosluğu, Mondriaan Fonu ve İBB Kültür AŞ destekleriyle gelişen Tuz Gölü projesi Hollandalı fotoğraf sanatçısı Scarlett Hooft Graafland’ın aynı isimli sergisiyle taçlandı. Hollanda-Türkiye Dostluk Antlaşması’nın 100. yılı kapsamında gerçekleşen proje, Kapadokya, Göreme Milli Parkı ve Tuz Gölü’nde yürütüldü. Graafland’ın “egzotik” olarak bahsettiği bu yerlere yaptığı gezilerde çektiği fotoğraflardan oluşan ve Taksim Sanat’ta görülebilen Tuz Gölü sergisi, vahşi doğanın içerisine gündelik hayatı nakşetmesiyle öne çıkıyor. Sanatçı bunu yaparken doğanın olağanüstü halini koruyarak, olağan rutinlerimizin sıkıcılığını soft bir geçişle vahşi doğadan sunduğu manzaraların üzerine konduruyor.
Doğanın sürekli değişen yapısı ve öngörülemez oluşu, kontrol etmeye çalıştığımız hayatların aksine bir rüzgar estiriyor. Bu zıtlığın ve sürreal etkinin verildiği bölge olarak da Türkiye’den Tuz Gölü, Kapadokya, Milli Park öne çıkarken, sergide sanatçının daha önce farklı ülkelerden çektiği işleri de görülebiliyor. Sanatçının Bolivya, Madagaskar, Çin ve Arktik Kanada'daki tuz düzlüklerinden çektiği manzaralar da sergide yer alan eserler arasında. Tuz Gölü sergisi üzerine fotoğraf sanatçısı Scarlett Hooft Graafland’la konuştuk.
212 Photography Istanbul’un yedinci yıl programına paralel olarak gerçekleştirilen Tuz Gölü sergisinin hikâyesi nasıl başladı?
İstanbul’a ilk kez 2021’de 212 Fotoğraf Festivali’ne katılmak için geldim. Bu benim için ilginç bir deneyimdi; gösterilen fotoğraflar çok ilgi çekiciydi ve Türkiye'de bulunmak çok güzeldi. Türkiye'de bulunmak bir yandan yabancı ve egzotik hissettirse de Amsterdam'da büyük bir Türk nüfusu olduğu için aynı zamanda çok tanıdık da geldi. Ziyaretim sırasında, özellikle Türkiye’nin muhteşem manzarasıyla karşılaştıktan sonra, bazı çalışmalar yapmak için buradan ilham aldım. Arkadaşlarım aracılığıyla tanıştığım bir Türk akrobat, fotoğraflarımda modellik yapmayı ve ekipmanımla seyahat etmeme yardımcı olmayı kabul etti.
Hollanda-Türkiye Dostluk Antlaşması’nın 100. yılı kapsamında gerçekleştirilen Tuz Gölü sergisi, Graafland’ın Kapadokya, Göreme Milli Parkı ve Tuz Gölü’nde yürüttüğünüz projeden izler taşıyor. Bu projeden bahsetmek ister misiniz?
Yolculuklarımızda ilk olarak Pamukkale’ye gittik ancak ortaya çıkan fotoğrafların sergi için uygun olmadığını düşündüm. Bu bir başlangıç noktasıydı ve buradan yeni bir proje için fikirler gelişti. Oradan Kapadokya’ya gittik. Oradaki sürreal manzarayı gerçekten çok sevdim. Orada eser, “olasılıklarla” ilgileniyor gibi göründü. Daha sonra Tuz Gölü'ne gittik. Bir kadın dansçının beyaz bir gelinlik giyerek havada zıplamasını istedim. Bu, sabit kültürel geleneklere sürreal bir unsur ekliyor. Bu beyaz manzarada, özellikle gün batımında beyaz elbise içinde zıplarken onu görmek çok etkileyiciydi.
Türkiye’nin önemli turistik noktalarından olan bu bölgelerde sizi etkileyen neydi?
Bu bölgelerin sertliğini, vahşi, dizginlenemez doğasını ve bu manzara genişliğini beğendim. Tuz Gölü içindeki eserler, Kapadokya'daki Göreme Milli Parkı’nın konik kaya siteleri arasında oluşturuldu, burada sıra dışı manzara, figürlerin tanıdık, tanınabilir hareket ve jestleriyle ilginç bir karşılaşma yaşatıyor. Havadaymış gibi görünen bir iş adamı, rotasız duran ve beyaz gelinlik giymiş bir kadın figürü, sahnenin üzerinde bir bulut gibi süzülüyor, kadın potansiyeli hakkında güçlü bir ifade oluşturuyor. Günün sonunda Karadeniz’in üzerinde, sırtüstü yatarak, havada süzülerek, zamanı durdurarak, boşta kalarak ve dinlenerek görülebiliyorlar.
Geleneksel kültürün kayboluşu ve doğanın kırılganlığını da ele alıyorsunuz. Bu temalarda geleneksel kültürün değişiminde ve doğanın başkalaşmasında, devinim halinde olmasında size ilham veren nokta ne oldu?
Pratiğimde, uzak manzaralarda yerinde müdahaleler ve şaşırtıcı karşıtlıklar sahneleme ile karakterize edilir. Ya manzaranın ya da orada sergilenen kültürel adet ve alışkanlıkların ‘doğal tuhaflığına’ vurgu yaparım. Çalışmalarımı, doğanın düzensiz bağlamı içinde kültürel olarak şekillendirilmiş alışkanlıklar ve kurallar arasındaki karşıtlığın bir araştırması olarak tanımlamak isterim. Dünyadaki yerimizi ve kendi oluşturduğumuz dünyayı şekillendiren eylemleri üstü kapalı bir şekilde sorguluyor. Bu bağlamda, manzara ve doğa fotoğraflarımın, her zaman yoğun ve gürültülü şehrin merkezinde, Taksim Metro İstasyonu galerisinde sergilenmesi, fotoğraflarımda vurgulamak istediğim karşıtlığı güçlendiriyor.
“Doğanın dizginlenemez, sürekli değişen yönünün her zaman farkındayım”
Renk paletiniz oldukça etkileyici. Soft, hafif ve gerçeküstü diyebiliriz. Bu üslubun sizin için önemi nedir?
Renkler benim için çok önemli. Doğanın ve kültürün güzelliğini gösteriyor. Karşılaştığım doğal renklere sadık kalmaya ve onları fotoğraflarımda göstermeye çalışıyorum. Bu yüzden fotoğraflarımı neredeyse bir muhabir gibi, analog şekilde, herhangi bir dijital manipülasyon olmadan çekmek benim için önemli.
Manzaraya yerleştirilmiş figürler, o coğrafyanın hem yabancısı hem de bir parçası olarak görülebiliyor. Buradaki zıtlıkla izleyicide nasıl bir tesir bırakmak istediniz?
Doğanın dizginlenemez, sürekli değişen yönünün her zaman farkındayım. Biz insanlar, hayatı kontrol etmeye ve kesinlik ve öngörülebilirlik yaratmaya çalışıyoruz. Ancak bu, hayatı dışlama ve gizleme eğilimine sürüklüyor. Hayat ise sürekli değişen, yeni ve heyecan verici olan şeydir.
Bir yolculuğun sonucunun üretimi olan Tuz Gölü’nde hangi tekniklerle çalışılmış toplam kaç işinizi görebiliyoruz?
Toplamda 33 eser sergileniyor. Yeni Türk serisi dışında birçok başka ve eski eser de var. Bolivya, Madagaskar, Çin ve Arktik Kanada'daki tuz düzlüklerinden gelen eserler de yer alıyor.
Tuz Gölü sergisini 31 Mayıs tarihine dek Taksim Sanat'ta ziyaret edebilirsiniz.