03 Mayıs 2025, Cumartesi Gazete Oksijen
Abone Ol Giriş yap
Haber Giriş: 24.01.2025 11:13 | Son Güncelleme: 24.01.2025 11:13

İki farklı kuşak Nazım Hikmet Kültürevi’nde bir arada

Bursa Nilüfer Belediyesi, Nazım Hikmet Kültürevi, Derya Yücel küratörlüğünde gerçekleşen Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir adlı duo sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi iki farklı kuşak sanatçıyı bir araya getiriyor
İki farklı kuşak Nazım Hikmet Kültürevi’nde bir arada
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Esin Hamamcı

Derya Yücel’in küratörlüğünü üstlendiği Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir, iki farklı kuşak sanatçıyı bir araya getiriyor. Yaratım sürecini entelektüel bir uğraş olarak tanımlayan Yüksel Arslan’la, eleştirel tavrı ve çok yönlü pratiği ile öne çıkan Erinç Seymen’in eserleri birbiriyle adeta konuşuyor. Bursa Nilüfer Belediyesi, Nazım Hikmet Kültürevi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen sergi, ismini Yüksek Arslan’ın tekrar eden bir rüyasından alıyor. Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu ve Galeri Zilberman iş birliğiyle gerçekleşen sergi üzerine Derya Yücel’le konuştuk.

Nazım Hikmet Kültürevi’nde başlayan Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir sergisinin hikayesi nasıl başladı?

Küratöryal bir yöntem olarak duo sergileri önemsiyorum. İki sanatçının pratikleri arasındaki kesişmeleri, farklılıkları ya da aynı minvali paylaşma hallerini ortaya çıkarmayı ve bunun sonuçlarını geliştirici buluyorum. Kimi zaman farklı kuşaklardan sanatçıların ürettiği yapıtlar arasındaki ilişkilere işaret edecek bir kurgu yaratmaya çalışıyorum. Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir sergisinin merkezinde bu düşünce ve yöntem yatıyor.

Derya Yücel

 

Nilüfer Belediyesi, Görsel Sanatlar Bürosu’nun daveti ve ev sahipliği ile hayata geçen sergi, iki farklı kuşak sanatçıyı bir araya getiriyor. Sanatçılar arasında biçimsel yakınlıkların ötesinde düşünsel bağlamda bir akrabalığın izini sürüyor. Sergi başlığını Yüksel Arslan’ın ilk gençlik yıllarında sürekli tekrar eden bir rüyasından alıyor. Sanatçı, güzel bir duyguyla başlayan rüyasında önce gökte parlak yıldızlara baktığını, sonrasında ise yıldızların alevler içinde dev kaya parçaları halinde üstüne doğru düşmeye başladığını görüyor ve her seferinde aynı kabustan çığlıklarla uyandığını yazıyor. Bana göre hem Arslan hem Seymen’in üretimlerinde insanı sarsan, konforunu bozan bir yan var. İki sanatçının üretim pratikleri arasında duygu ve atmosfer olarak güçlü yakınlıklar olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, sergi mekanında Yüksel Arslan ve Erinç Seymen’in yapıtlarını yan yana, bir tür karşılaşma formunda sunmaya çalıştım.

Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu ve Zilberman iş birliğinde gerçekleşen serginin koleksiyon ve galeri hikayesi nasıl gelişti?

Yüksel Arslan’ın bu sergide yer alan yapıtlarını Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu’ndan seçtim. Koleksiyon, 20. yy. Modern Sanatı, 1960 sonrası Çağdaş Sanatı ve günümüz yükselen sanatçıların eserlerine sahip en önemli koleksiyonlardan biri. Bu sergi için önce Erinç ile birlikte Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu’ndaki Yüksel Arslan eserlerini inceledik, sonrasında Arslan’ın eserleri ile anlamlı bir diyaloğu kolayca yakalayan üretimlerini teşhis ederek sergiyi aramızda olgunlaştırdık. Bu aşamada Erinç’in farklı yıllara ait eserlerini belirledik ve bu eserleri de Moiz Zilberman’ın koleksiyonu ile Galeri Zilberman’dan ödünç aldık. Kendilerinin değerli destekleri benim için çok kolaylaştırıcı oldu.

Erinç Seymen ve Yüksel Arslan’ın yer aldığı, iki farklı kuşak sanatçılarının üretim hikayelerine bakan duo sergide sanatçıların birbirleriyle konuşabildiği ortak kavram sizce neydi, sanatçılara nasıl karar verdiniz?

Sergi öncelikle dünyaya geliş tarihleri arasında nerdeyse yarım asır olan bu iki sanatçının tanıklığı ve bu tanıklığı eserlerine yansıtma biçimlerine bakıyor. Sergi, sanatçıların farklı şehirler/ülkeler ve farklı tarihlerde ürettikleri yapıtları yan yana getirerek ilginç bir şekilde kurulmuş olan o ortak atmosferi, benzer bir duygusal yoğunluğu, akrabalık taşıyan fantastik imgelemi ve ardıl bir eleştirel siyaseti paylaşma hallerini ortaya çıkarmayı ve bunu izleyici ile paylaşmayı hedefliyor. Yüksel Arslan, yaratım sürecini entelektüel bir uğraş olarak tanımlayan, resim yapmayı fikirlerin ifadesinde bir araç olarak gören, sanat tarihinde herhangi bir geleneğe ve ekole bağlanamayacak kadar özgün bir sanatçı. Hayranlık duyduğum bu sanatçının sergileri, yazıları, kitapları dışında onunla yapılmış söyleşileri, üzerine yazılmış metinleri okuduğum uzun yıllara yayılan bir temas söz konusu. Erinç Seymen ile neredeyse yirmi yıla yaklaşan dostluğumuzun dışında birçok sergide küratör-sanatçı ilişkimiz oldu. O da zihin açıcı ve derin entelektüel yanı, titiz çalışma sistematiği, eleştirel tavrı ve çok yönlü pratiği ile kendi kuşağı içinde belirgin biçimde öne çıkan sanatçılardan. Benim için bu iki sanatçının ortaklıkları oldukça fazla. Arslan’ın başka bir dünyadan çıkagelmiş gibi görünen, hayal ile gerçek arasında grotesk varlıkları gibi Seymen’in alegorik ve fantazmatik imgeleri birbirleriyle adeta akraba gibi. Bu iki sanatçının yaratıcı evreni, izleyiciyi bu dünyaya yabancılaştıran, trajedi ve mizah, dişil ve eril, gerçeklik ve sanrı gibi karşıt görünen kavramların tuhaf karışımı ile tedirgin edici bir atmosferi paylaşıyor. Hem Arslan hem de Seymen bedenlere, hayvanlara, yaratıklara, nesnelere bir bakıma doğaüstü ve gizemli bir dünya yaratıyor. Arslan ve Seymen, arzunun mekanizmalarının şiddetine ve insanın kırılganlığına işaret ediyorlar. İkisi de normatif kurguları yapı bozuma uğratıyor. İki sanatçı da uygarlığın, modernist ilerlemeciliğin ve hegemonik erilliğin gösterenlerini şiddet, tekinsizlik, erotizm, tiksinti, ifşa, sabotaj, ikirciklik ve sahiplenme gibi stratejilerle ters yüz ediyorlar. Sanatçılar yapıtlarında, aile, aidiyet, sınıf, mülkiyet, cinsiyet/cinselliğin ideolojik işlevlerine, ortak menfaatler etrafında kümelenmiş yapılara, imtiyaz olgusu ve hakimiyet/egemenlik mefhumlarına dair üretilen mitleri bozarak sahneliyorlar. Biri 1933 diğeri 1980 doğumlu iki sanatçının üretimleri arasındaki bu ilişkiler başlı başına dikkat çekiciydi. Dolayısıyla küratöryal anlamda bunları yakalayıp ortaya çıkarmak ve sergi formunda izleyici ile paylaşmak benim için de oldukça heyecan verici oldu.

Sergi bir yandan hegemonik sistem eleştirisi geliştiriyor ve gerçekliğe kanal açıyor diyebiliriz. Eserler bu noktada birbiriyle nasıl konuşuyor?

Savaşlar, siyasi krizler, sosyo-ekonomik travmalar, göç, ekolojik yıkım hızla artarak yalnızca dünya gündeminde değil, sanat alanında da aciliyeti olan olgular haline geldi. Sanat pratikleri de işte o gerçekliğin yani politikanın ve sanatı icra etmenin kesiştiği bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Bu gerçeklik bir yanda umudu besleyici ama aynı zamanda yıkıcı ve korkutucu, tıpkı rüyalar ve kabuslar gibi… Bu bağlamda Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir sergisi iki sanatçının yaratım süreçlerindeki benzerliklerin, farklılıkların ve kesişmelerin izini sürerek sanatçıların zamanın ruhunu yansıtma biçimlerinin ve dünyaya bıraktıkları mesajların sürekliliğine işaret etmeyi amaçlıyor. Sergide izlenen yapıtlar aynı anda hem iki sanatçının pratiğini özetleyen hem de birbirleri ile yakınlıklar kuran form ve içeriklerle yan yana geliyor. Örneğin, Erinç Seymen’in “Aile Değerleri 1” ile Yüksel Arslan’ın “Arture 92 Afriq, Arture” isimli çalışmaları aile ideolojisi, normatif yaşam biçimleri, mülkiyet, imtiyaz ve değer ekonomisinin aile yapısıyla ilişkilerine eleştirel biçimde bakıyor. Yüksel Arslan’ın “Arture 120” ve Erinç Seymen’in “Konfor Alanı A” ise yan yana gelerek hakimiyet ve egemenlik mefhumlarına gönderme yaparken birey ve toplum ilişkisine dair mitleri bozarak sahneliyor. Körler körlere yol gösteriyor. Yüksel Arslan’ın “Arture 131” resmi ile Erinç Seymen’in “Herkes herkese karşı / Alle gegen alle” isimli video çalışması sermaye dolaşımı ve kapitalist sömürü sistemini metaforik olarak görselleştiriyor. Seymen’in kopyalanarak çoğaltılmış ve sürekli hareket halindeki fındık kıracakları ile Arslan’ın kentin sokaklarından meydanlarına akan yaratıkları adeta az sonra yaşanacak bir çatışmanın gerilimini yansıtıyor. Erinç Seymen’in “Bir Cennet için Eskizler”i ve Yüksel Arslan’ın “Arture 636, Henry David Thoreau” isimli kendi tarzının biraz dışında ve alışılmadık olan resmi bana göre uygarlığın modernist ilerlemeciliğinin ve hegemonik erilliğin gösterenlerini doğa üzerinden görselleştiriyor.

Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir sergisinde hangi malzemelerle hazırlanmış toplam kaç eser görüyoruz?

Sergide, Yüksel Arslan’ın Arture 40 Arture 92-Afriq gibi” Düşünsel Dönemi”, Arture, Arture 131, Arture 149 “Le Capital” gibi “Toplumcu Dönemi” ve Arture 636-Henry David Thoreau gibi “Bileşimci Dönemi” ile ilişkilenen Kağıt üzerine karışık teknik 7 yapıtı izleniyor. Sanatçının aynı zamanda çizim, suluboya ve kağıt üzerine mürekkepli kalem olan 3 mektubu da sergide yer alıyor. Erinç Seymen’in kağıt üzerine mürekkepli kalem çalışmaları Offspring 4-6, Bir Cennet İçin Eskizler, Konfor Alanı A, Aile Değerleri 1, Kırılgan İnsan, fotoğraf ışıklı kutu Homo Fragilis, Uğur Engin Deniz ile birlikte ürettiği Evhamlı Konak videosu dışında Herkes Herkese Karşı ve Trubadurlar isimli video çalışması ile kağıt üzerine offset baskı enstalasyonu MisPrintce gibi farklı dönemlere ait yapıtları izlenebiliyor.

Sergiyi 26 Ocak’a dek Bursa Nilüfer Belediyesi, Nazım Hikmet Kültürevi'nde ziyaret edebilirsiniz.