Derya Özkök
Son yıllarda kamuoyunun da baskısıyla hayvan hakları meselesi daha çok gündem olmaya başladı. Bunda sosyal medyanın gücü etkili oldu hiç kuşkusuz. Bunun yanında sivil toplum örgütleri ile kamuoyu tarafından yakından tanınan isimlerin hayvan hakları üzerine çalışmaları da farkındalığın artmasına neden oldu. Bu isimlerden biri de 1990’lı yılların ünlü mankeni Begüm Özbek. Hayvan hakları savunucusu bir annenin kızı olan Özbek ile hayvanlarla olan bağını, hayvan hakları savunuculuğunu ve sokak hayvanlarına yaklaşımı konuştuk.
Öncelikle sahiplendiğiniz ilk hayvanı ve minik dostlarımızla aranızdaki bağı paylaşır mısınız?
Çocukluğumdan beri hayvanlarla iç içe büyüdüm ve hepsi sokaklardan veya barınaklardan kurtarılmış sokak hayvanlarıydı. İlk köpeğim, 2000’li yılların sonunda Amerika’da yaşadığım dönemde barınaktan sahiplendiğim Rott kırması Tyson ve ilk kedim de ilkokul yıllarında yine sokakta ölmek üzere bulduğum kedim Boncuk. Şu anda sokaklarda ve apartmanımızın bahçesinde baktığımız çocukları saymazsak pansiyonda baktığım dört sokak köpeğim ve evde baktığım sekiz sokak kedim var. Bu çocukların kimisi beni seçmiş kimisi yaşama veda etmek üzereyken karşıma çıkmıştır ki bunun için kendimi her zaman çok şanslı sayıyorum. Minik dostlarımızla kurduğumuz bağ anlatılmaz yaşanır cinsten. Onların temiz ve karşılıksız sevgileri, dürüstlükleri ve sadakatleri, bize olan yürekten bağlıkları bunu tecrübe edenler için gerçek bir hediye. Dilerim hiç kimse bu dünyadan, bir sokak hayvanı sahiplenip onunla en azından yaşamının bir kısmını geçirmeden ayrılmaz. Onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
İlk uyanış toplu mezarlara gömülen sokak köpekleriyle oldu
Hayvan hakları konusunda sizin kendi farkındalığınızın artması süreci ne şekilde gelişti?
Annem Süsen Erkuş, bir yaşam hakkı savunucusu ve 5199 Hayvan Hakları Kanunu’nun çıkması için öncülük etti. Onun varlığının ufkumu fazlasıyla açtığını söyleyebilirim. Ancak konuya uyanışım ve sahiplenişim, Ankara Mamak Belediyesi’nin yüzlerce sokak köpeğini öldürerek toplu mezarlara gömdüğünün ortaya çıkması ve basına yansımasıyla başladı ve zaman içinde hızla arttı. Bu konuda şunu eklemek isterim, farkındalığım sadece sokak hayvanları için değil, aynı zamanda tüketim için yetiştirilen, hayvanat bahçelerinde hapsedilen, sirklerde rehin tutulan, üzerinde deneyler yapılan tüm hayvanlar için. Hayvanların bizler için yaratıldığını bize empoze eden toplum ve çarpık düzen maalesef bu ucube, acımasız ve açgözlü sistem üzerinden para kazanan fırsatçıların yalanlarıyla besleniyor. Değişimin kilometre taşı kesinlikle bireysel uyanış. Bireylerin farkındalıkları arttıkça bu vahşi düzen değişecek. Bu bağlamda bireylerin etik, vegan veya en azından vejetaryen yaşam şeklini benimsemelerinin hayvan refahı ve çevre için önemine burada değinmek isterim. Doğru seçimler yapmak elimizde. Hayvanat bahçelerine ve sirklere gitmeyin. Kanlı parayı desteklemeyin. Endüstriyel hayvancılık barbardır ve küresel ısınmanın bir numaralı sorumlusudur. Hayvanlar üzerinde test yapan ürünleri kullanmayın. Petshop’lardan hayvan asla satın almayın, sahiplenin. Bakamayacağınız canı ise sahiplenmeyin, sahiplendiğinizi de muhakkak kısırlaştırın ve ona bir ömür sahip çıkın. Onlar ailemizin bir parçası!
Şu an herhangi bir STK’ya üye misiniz? Gönüllü olarak yaptığınız çalışmalar var mı?
Yaşam Hakkına Saygı Derneği’nin (YHS) kurucu üyesiyim ancak tüm diğer dernek ve gönüllülere de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.
Çözüm net: Kısırlaştır, aşılat, yaşat
Politikadan kimi isimlerin sokak hayvanlarıyla ilgili tehditkar söylemleri olduğu düşünülüyor. Siyasetçilerin sokak hayvanlarını hedef alan söylemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu tip çözümden uzak, vicdansız ve afaki konuşmaları açıkçası ciddiye almıyorum. Satış ve üretime izin veriyorlar ama ne kısırlaştırma var ne de yaptırım. Bu şekilde sokak hayvanları meselesinin çözülmesi zaten mümkün değil. Kalıcı çözüm net: Kısırlaştır, aşılat, yaşat. Satışı ve üretimi durdur. Sokağa atanlara ağır yaptırımlar uygula. Sayın Mustafa Destici’yi ayrıca kınıyorum. Bu tip konuşmalar halkı galeyana getirip yaşam hakkı savunucuları ve sokak hayvanlarına karşı şiddete teşvik ediyor. Sokak hayvanlarına gelene kadar bu ülkede çözülmesi gereken çok daha derin konular var. Onlar konuşamıyor belki ama biz yaşam hakkı savunucuları sonuna kadar arkalarındayız. Sokak hayvanları sahipsiz değil.
Bu yargı kararları tarihe birer utanç olarak geçecek
Hayvan hakları savunucularının en çok çabaladığı konulardan biri de yasaların değişmesi. Sizce hayvan haklarının yasalarda ne şekilde düzenlenmesi gerekiyor?
Şiddet şiddettir. Bunun kadını, erkeği, çocuğu, sokak hayvanı, sahipli hayvanı gibi ayrımları olamaz. Olmamalı… Hayvana şiddet kabahat değil suçtur. Hayvan mal değil candır. Hayvana eziyet, işkence, tecavüz halinde 6 aydan 3 yıla kadar hapis; hayvanı kasten öldürmede ise 6 aydan 4 yıla hapis cezası öngörülüyor. Burada önemli olan konu hakimlerin kanunu doğru yorumlamasının sağlanması. Sahipli hayvanlar mal statüsünde oldukları için ekstra bir ceza söz konusu olabiliyor. Örneğin, Eros cinayetinde hakimler sanığa 4 yıl hapis cezası verebilirdi. Aynı şey Konya’da barınakta kürekle öldürülen can için de geçerli ancak onlar serbest bırakmayı tercih ettiler. Bu kararlar tarihe birer utanç olarak geçecek. Eros için karar istinafta, ben hala ümitliyim. Artık katillerin salıverilmemesini ümit ediyorum. TBMM hayvan hakları ve refahı konusunda gerekli adımları artık atmalı. Kanunlar yetersizse yeni kanunlar çıkartmalı. Hayvana tecavüz eden, yakan, döven, öldürenlere hapis cezaları gelmeli.
Sokak hayvanı popülasyonundan belediyeler sorumlu
Sokak hayvanları konusunda belediyelere de büyük iş düşüyor. Belediyelerin bu konudaki tutumu ne olmalı?
Bugün sokak hayvanı popülasyonunun bir numaralı sorumlusu işlerini yapmayan belediyeler ve yerel yönetimler. 2004 yılında çıkan 5199 Hayvan Haklarını Koruma Kanunu sokak hayvanlarının kısırlaştırılması, aşılanması, rehabilite edilerek doğal yaşam alanına yani mahallesine bırakılması görevini belediyelere verdi. Belediyeler bu iş için devletten fon alıyor. Yasa çıktığından bu yana yani tam 20 yıldır 1380 belediyenin 1200 tanesi ne kısırlaştırma yapıyor ne de rehabilitasyon merkezleri var. Eğer belediyeler işlerini yapıp kendilerine ayrılan ödeneği iyi niyet ve vicdanla sokak hayvanları için kullansalardı popülasyon çoktan kontrol altına alınırdı. Oysaki onlar hayvanları toparlayıp ormanlara, dağlara, otobanlara ölüme atmayı veya ölüm kampı barınaklara tıkarak yok etmeyi tercih etti. Bu düzeni kalbim asla affetmeyecek. Hayvanlar için “Uyutulsun, öldürülsün” gibi söylemlerde bulunanlar bunları görmüyor mu? Hesap sormaları gerekenler belediyeler, köhneleşmiş ve işlevsiz sistemler. Sorumluluk insanlarda ama fatura hayvanlara kesiliyor. Bu kabul edilemez.
Belediyeler ceza kapsamına alınmalı
Barınakların iyileştirilmesi konusundaki önerileriniz neler?
Buralarda da çeşitli kötü muamelelere şahit oluyoruz. Ülkemizde barınaklarda katliam yaşanıyor. Belediyeler işlerini yapmadıkları ve herhangi bir cezai yaptırımdan muaf oldukları için umursamıyorlar. Bizler sadece sosyal medya ve basına yansıyanları görüyoruz ki kim bilir daha neler oluyor. Hiçbir canlı yaşamını küçücük bir kafeste, kendi dışkısı içinde gün yüzü görmeden, itile kakıla, aç biilaç, barınak çalışanlarının işkencelerine maruz kalarak sürdürmeyi veya hayatının bu şekilde sonlanmasını hak etmez. Belediyeler derhal ceza kapsamına alınmalı. Bu kıyımlara ve cinayetlere göz yuman belediye başkanları da görevden alınmalı.
Bu dava, adalet yerini bulsun çırpınışımız
Sanat camiasında hayvan hakları konusunda bir farkındalık olduğunu düşünüyor musunuz? Bu isimler tanınmış da kişiler olduklarından halkı etkileme gücü daha yüksek.
Hayvan hakları konusunda sanat camiası ve hatta medya ikiye bölünmüş diyebiliriz. Bir kısmı ağzı var dili yok canlara saldırırken bir kısmı da haklarını savunmaya çalışıyor. Ancak bu, olması gereken sıklıkta ve yoğunlukta değil maalesef. Örneğin Eros cinayetini ele alalım. Hepimizde travma yaratan, geceleri uykularımızı kaçıran, adalete olan inancımızı tamamen kaybetmemize sebep olan cinayetten bahsediyorum. Eros’un katili İ.K’nın tutuklanmamasına karşı sosyal medyada bir cümle ile destek olmayan ama göz önünde olan milyonlarca insan görüyorum. Onlara göre “ bir kedi için” olan bu dava ilgilerini çekmedi. Fakat şiddetin kadını, erkeği, çocuğu olmayacağını anlamaları gerekiyor. Bu dava, adalet yerini bulsun çırpınışımız aynı zamanda. “Eşim beni öldürecek” diye defalarca şikayetçi olup sonunda eşi tarafından öldürülen, 3-5 yıl yatıp çıkarım diye düşünüp “namus cinayeti” adı altında öldürülen kadınlar için de bir arayıştı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerin de Eros ve sokak canlarına layık görmediği adalete ihtiyacı olacak. Adalete türcü, ırkçı, cinsiyetçi vb. sıfatlarla yaklaşamayız. Adalet her canlı için mümkün olmalı. “Susma sustukça sıra sana gelecek” hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Tüm sanatçıları, influencer’ları, sporcuları hayvan hakları için mücadeleye davet ediyorum.
Çocuklar empati kurabilmeyi öğrenmeli
Sokak hayvanlarıyla ilgili önyargıların önüne geçmek için neler yapabiliriz?
Eğitim şart. Empati temel eğitimin bir parçası olarak erken yaşlarda çocuklara okullarda ve aile ortamında öğretilmeli. Sokak hayvanlarının da kanıyla, canıyla, ailesi, duyguları ve sosyal yaşamıyla bizler gibi birer birey olduklarını ve yaşam haklarına saygı duyulmasının esas olduğunu anlamalı ve anlatmalıyız. Çocuklarınızı mümkün olduğunca doğayla ve hayvanlarla iç içe yetiştirmeliyiz. Evcil hayvan bakımı maddi ve manevi anlamda büyük bir sorumluluk gerektirir. 10-15 yıl boyunca 2 yaşında bir çocukla yaşamak gibi düşünün. Buna hazır mısınız? Hazır değilseniz; taşınıyorum, tüyü döküldü, havladı, yaşlandı gibi bahanelerle terk edecekseniz sahiplenmeyin. Onları ailenizin bir bireyi olarak görebiliyorsanız sahiplenin.
Son olarak bir gün hayvanlar için de adaletin dilediğiniz gibi işlediği bir dünya hayal ediyor musunuz? Sizce bu mümkün mü?
Evet, umutluyum. Yıldızlar karanlıkta görünür demişler. Ben büyük ihtimalle göremeyeceğim ancak ileriki yıllarda kesinlikle göreceğiz. Hayvanların yaşam hakkına saygı duyulduğu, birer meta olarak görülmediği, haklarına karşı uygulanan her türlü saldırının karşılıksız kalmadığı ve adaletin yerini bulduğu bir dünya gelecek. Bunun ilk kıpırtıları Avrupa ve Amerika’da Covid döneminde başladı. Umudumuzu asla kaybetmeyelim.