Mukadderat
Nur Sürer’in olağanüstü samimi bir performans gösterdiği Mukadderat’ta da Cide’de yaşayan bir ailenin babasının ölümüyle başlıyor hikaye. Sultan bir sabah yanında yatan kocasının uyanmadığını farkedince İstanbul’daki kızı Reyhan’a ve yine Cide’de ailesiyle yaşayan ve kahvehane işleten oğlu Nevzat’a haber verir. Cenaze evinde toplanan aile ertesi sabah Sultan’ın haberiyle ikinci bir şok geçirir. Sultan hanım hemen evlenmek istiyordur. Çünkü yalnızlıktan ve bundan sonraki hayatında gayesiz kalmaktan korkuyordur. Hatta hemen koca aramaya da başlar. Ancak bir süre sonra hayata yeniden tutunmak için ille de bir erkeğe ihtiyacı olmadığını anlayacak ve kendisine yeni bir hayat çizmenin başka bir yolunu bulacaktır.
Mukadderat bir kadının özgürleşme hikayesi... Bu zamanda o kadar iyi gelen bir hikaye oldu ki festival seyircisi de hemen gönlüne bastı filmi. Senaristi Erdi Işık popüler sinema kalıplarını doğru kullandığı bir yapı kurmuş. Anne Sultan’da Nur Sürer olağanüstü sıcak bir performansla seyirciyi hemen avucunun içine alıyor. Aslıhan Gürbüz babasının vasiyetinde onun hakkını yemesini bir türlü hazmedemeyen Reyhan’da kariyerinin en iyi performansını göstermiş kanımca. Babasından istediği ilgi ve sevgiyi göremeden büyüyen gelenekselci bir yapıya sahip Nevzat rolünde de Osman Sonant çok doğal. Sanki onu orada ailesiyle kahvehanesinde yaşamaya devam ediyormuş gibi bırakıyoruz film bittikten sonra da…
Bu başından sonuna ilgiyle izlenen, seyirciye çok yakın duran bir şekilde tasarlanmış filmde Sultan’ın kocasının aslında onun potansiyellerinin prangası olduğunu anlaması çok dengeli ve güler yüzlü bir şekilde anlatılmış. Bu durum asla bir erkek düşmanlığına evrilmiyor mesela. Hatta dedikodu çıkaran erkeklerin Reyhan tarafından susturulduğu sahne bu anlamda filmin en iyi başarılmış kıvrımlarından biri.
Mukadderat’la ilgili söylenebilecek tek olumsuz nokta ise, biraz TV filmi estetiği taşıyor olması. Bizim bu tip sıcak hikayeleri bir İtalyan sineması ya da daha genel bir tabirle bir Akdeniz sineması estetiği ve görselliğiyle anlatmanın yollarını bulmamız lazım. Mesela filmin ışığı tümüyle TV dizisi ışığı sanki. Kaldı ki artık diziler bile sinema filmi görselliğini yakalıyor bazen. Her sahnede her şey bu kadar net ve renkli görünmeyebiliyor. Karanlığın ve gölgelerin de zaman zaman anlatıma eşlik etmesi bekleniyor. Tiyatrodaki vodvillerdeki gibi, sahnelerde biraz fazla diyalog olmasından dolayı da bazı görsel numaralara başvurulamamış.
Ama sonuçta seyircinin ilgisiz kalamayacağı, vizyonda da ilgi çekeceği kesin bir film Mukadderat. Nur Sürer de ulusal yarışmanın En İyi Kadın Oyuncu kategorisindeki en favori isim şimdiden.
Hatırladığım Ağaçlar
Ülkemiz sinemasında dinmek bilmeyen bir baba problemi anlatma isteği ve tutkusu var. Hikayesini “Akıl Defteri”ndeki (Memento) gibi sonundan başa doğru bir kurguyla anlatmaya soyunan “Hatırladığım Ağaçlar”da da bir değil, iki tane problemli baba var. Çocukları bu babalar yüzünden istedikleri hayatın çok dışında hayatlar yaşıyorlar.
30’larında bir kadın olan Bahar karnında taşıdığı bebeğiyle, birlikte yaşayan bir baba-oğulun yanına gelmiştir. Anne onları terketmiş, baba Cemal kendisini alkole bırakmış yarı ayık bir durumdadır. Oğlu Mahir geçirdiği bir kaza sonucu yürüme yetisini kaybetmiş genç bir adamdır. Cemal oğlunun bu durumundan kendisini sorumlu tutuyordur ve bunun ağırlığı yüzünden yaşama arzusunu tümüyle yitirmiştir. Mahir’le üniversite zamanında güzel bir arkadaşlık yaşayan Bahar kaçtığı baba evinden sığınacağı tek liman olarak gördüğü bu acılı baba-oğulun evine gelmiştir. Aslında bu iki adamın da Bahar’a dokunacak bir hayrı yoktur ama yine de üçü birlikte geçirdikleri bu bir hafta içinde birbirlerine kendileriyle yüzleşme imkanları yaşatırlar.
Bu hikaye düz de anlatılsa ters de anlatılsa sorunlu. Herkesin ölmek istediği bir hikayede seyircinin tutunacak bir dalı yok. Yani böyle bir hikayede umudu aramak seyircinin ilk arayacağı şeydir. Film bir şekilde ana karakterinin hüzünlü de olsa tebessümüyle açılıyor. Ama aslında bu filmin sonu, bundan sonra geriye doğru akan filmde ölmek isteyenler, kendi öz yıkımını gerçekleştirmek isteyenler ve sürekli ağlatılan bir kadın izliyoruz. Seyirci acı çektikleri ve mutsuzluktan ölmek üzere olan bu insanlara karşı hiçbir şey hissedemiyor. Sondan başa anlatıldığı için zaten karakterlerin gayelerine bağlanmakta zorlanıyor. Çünkü ortada büyük bir merakı körükleyen bir gizem yok. Didaktik diyalogların dışında yönetmen Erhan Tuncer’in bazı tercihleri de filmi izlemeyi daha da zorlaştırıyor. Konuşan kişiyi göstermeyen uzun planlar, bir türlü yerinde duramayan ve insanın gözlerini yoran aktüel kamera zaten ağır aksak olan bir hikayeyi daha da zorluyor. Üstüne üstlük bazı ses problemleri de (duyulmayan diyaloglar, gidip gelen sesler vs.) üstüne eklenince “Hatırladığım Ağaçlar” sıkıntılı bir seyir deneyimine dönüştü.