07 Ekim 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 07.10.2024 09:40 | Son Güncelleme: 07.10.2024 10:49

Altın Portakal’da Ulusal Yarışma başladı!

Geçen yıl yapılamayan Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde bu sene 12 film yarışıyor. Bunların ilk ikisi Ayşe ve Galata, dün ilk kez seyirci karşısına çıktı. Antalya halkı belli ki festivalini özlemiş. Bütün salonları dolduruyorlar
Binnur Kaya / Ayşe Fotoğraf: Instagram ayse.film
Binnur Kaya / Ayşe Fotoğraf: Instagram ayse.film

İşte ulusal yarışmanın seyirci karşısına çıkan ilk iki filmiyle ilgili kısa izlenimlerim şöyle:

Ayşe

Başından sonuna kadar ‘ne zor hayatlar var’ diye iç geçirerek izleyeceğiniz gerçek bir hikayesi var Ayşe’nin. Şehir dışında küçük bir mahallede yaşayan Ayşe, down sendromlu ve sürekli bakıma ihtiyacı olan kardeşi Rıdvan’a ve hastanede ölüm döşeğinde yatan babasına bakan kırklarında bir kadındır. Küçük bir benzin istasyonunda pompacı olarak çalışmakta, kıt kanaat geçinmektedir. Benzinciye zaman zaman uğrayan bir uzun yol tır şoförü ona ilgi gösterir ve bir gün evlenme teklif eder. Ayşe çok zorlandığı ve sık sık kamandığı bu hayattan bir çıkış olarak görür bu teklifi. Zor bir karar vermek zorundadır. 

Gerçek bir hikaye demiştik, yönetmen Necmi Sancak’ın kuzeni Fatma Sancak bu hikayedeki Ayşe aslında ve Rıdvan’ın gerçek ablası. Rıdvan filmde kendini oynuyorken Fatma’yı da tecrübeli oyuncu Binnur Kaya canlandırmakta. Binnur Kaya bu hikayeye fazlasıyla inanmış ve kendini de kaptırmış belli ki, hatta senaryosuna da katkıları olmuş. Yönetmen Necmi Sancak ve görüntü yönetmeni Meryem Yavuz bu gerçek hikayenin gerçekliğini her an seyirciye hissettirmek ve filme biraz da belgesel film hissi verebilmek adına aktüel kamera çekimleri kullanmışlar genellikle. Kamera çoğunlukla omuzda ve Ayşe’nin etrafında dönmekte. Bu da seyircinin onun sıkıntılarını daha yoğun bir şekilde hissetmesini sağlıyor. Bu tekniğin de katkısıyla Binnur Kaya’nın zaten içedönük ve kısık ateşte pişirdiği performansını seyircinin hissetmemesi zor doğrusu. Özel bakım gerektiren aile üyelerine bakmak zorunda kalıp da kendi hayatlarından büyük fedakarlıklar yapan insanları anlamamızı ve takdir etmemizi sağlıyor.

İçinin en karanlık zamanlarında saçındaki bir tutam perçemin bir gözünü kapatması boşuna değil. Bazen Ayşe’nin içinde koca koca bombalar patlatıyor çünkü. 75 dakikalık bu film Ayşe’nin hayatının ne kadar zor bir hayat olduğunu anlatıyor anlatmasına ama bu kısa süre filmin hikayesine göre yine de uzun kalıyor. Senaryo gerçeklere çok bağlı kalmak ve gerçeğin çarpıcılığından uzaklaşmamak adına hikayeyi açıp geliştirmiyor. Mesela Ayşe’nin babasının hastalığı ve ölümü biraz daha işlenebilir ve bu hikaye için daha işlevli bir hale getirilebilirdi. Ayşe’nin ona abilik yapan patronunu canlandıran Menderes Samancılar gibi yüksek performans alabileceğiniz bir oyuncudan da daha çok faydalanılabilirdi.

Zaten bir süre sonra, son perdede hikaye Ayşe’nin kritik seçim anına odaklanıyor. Oraya kadar yapılan her hamlenin o noktaya ulaşmak için yapıldığı fazlaca belli olmakta. Senaryoda bu amaç başka bazı durumlar yaratılarak biraz daha gizlenebilseydi çok daha vurucu bir filme ulaşılabilirdi.

Yine de seyirci özellikle Binnur Kaya’nın performansından etkilendi ve karakterin sıkışmışlığını onunla birlikte hissedebildi. Kaya en iyi kadın oyuncu kategorisinin en güçlü adaylarından biri…    

Galata

İlk filmlerini çeken yönetmenler Umut Osman Demirkol ve Kenan Mansur Doğru ilk filmleri “Galata”da çok zor bir meselenin altına en zor anlatım yöntemiyle girmeye çalışmışlar.

Film hem günümüzün tutucu-modern ayrımına dair ciddi eleştiriler getirmeye hem de kişisel alanlardaki önyargılar ve kalıplara sıkışmış evlilik ve ikili ilişkilere bodoslama dalmayı amaçlıyor. Doğrusu başka bir senaryo ve daha profesyonel bir yaklaşımla ortaya seyir zevki daha yüksek, daha hedefe odaklı bir film çıkabilirdi.

Filmde İtalya’dan yeni gelmiş, tam da Victoria’s Secret mankeni olmaya hazırlanırken bir seks görüntüsünün internete sızdığı Sevda’yla ve karısını sevmesine rağmen mutsuz bir evliliğin içinde sıkışmış doktor Yusuf ile tanışıyoruz önce. Yusuf karısının dominant halinden sıkılmış, ilişkideki ağırlığını artık yitirmiş bir adam olduğunu düşündüğü için ayrı eve çıkmış, hep istediği gibi Galata semti üzerine bir belgesel çekmeye başlamıştır. Tam da bu sırada bir sahaf dükkanında Sevda ile tanışır. Sevda’nın enteresan bir dünyası var. İç çamaşırı defilelerinde çalışıyor, kendisinin seksi videolarını çekmeyi ve izlemeyi seviyor, ama diğer yandan inançlı, namazını kılan orucunu tutan, tasavvuf bilgisi olan bir insandır. Yusuf’la kısa sürede arkadaş olurlar ve Galata etrafında birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Bir süre sonra birbirlerinin sırlarını dinleyip dertlerini çözmeye çalışırlar.

Bu öyküde her ikisinin de komik reaksiyonlar gösteren yakın arkadaşları var. İkisi de bu ilişki hakkında arkadaşlarını konuşturuyor ve onlara öğütler veriyorlar. Bir de, Yusuf’un karısı Aysel de son derece seksi bir kadın olarak filme girdiği ilk andan itibaren bir aşk üçgeninin diğer kenarını oluşturmakta. Yani ortada tam bir romantik komedi kalıbı var diyebiliriz. Ancak yönetmenler filmi bu geleneksel yapıdan uzaklaştırmak için olsa gerek, seyirciyi zorlayacak birçok yabancılaştırıcı çekimler yapmışlar. Bu çekimler sanki sadece bir kere prova edilerek yapılmışlar gibi acemi gözüküyorlar. Gereksiz kamera hareketleri, kadraj arayışları, odağı bozulan planlar, sahneye giren ve aslında olmaması gereken sesler… Bütün bunlar, özellikle de ilk bir saatindeki tonla senaryo sorunuyla birleşince çok zor adapte olunan bir filme dönüşüyor. En başta The Interview filmini hatırlatan ve Sevda karakteriyle önyargılarımıza saldıran bir hikaye izleyeceğimizi düşünürken ünlü Before Sunrise filmindeki gibi şehirde dolaşan ve birbirine yavaş yavaş aşık olan iki kişiyi takip ediyoruz. Sonra bir anda Halkalı Köle gibi bir evlilik eleştirisine dönüşüyor. Filmin ilk bir saatinde konuşulan konular unutuluyor ve olay cinsel fanteziler üzerinden sorgulanan bir aşk üçgenine kitleniyor.

Özellikle Sevda’nın karakterindeki tutarsızlıklara seyirciyi ikna edebilmekte zorlanıyor senaryo. Çünkü her seferinde konu kadının “ben böyleyim sana ne!” ya da “hangimiz tutarlı ki?” gibi kalıplara sığınmasıyla bağlanıyor. Yusuf’un da bazı cinsel fantezileri ve fetişleri var. Bundan dolayı sürekli sapık yaftası yiyor. Onun da açıklaması şu: “hangimiz sapık değiliz ki?” Tutarsız insanları anlatmak için birbirine uç şeyler söyletmek sinemada yeterli olmaz. Seyirciyi o hareketlerin onların birer parçası olduğuna ikna etmek zorundasınız.

Aslında dindarlık, namaz gibi içinden çok da çıkamadığı konular yerine bu insanların hayatına daha cesurca cinsel hayatları, fantezileri üzerinden yürüse çok daha odaklı bir filme dönüşecekmiş “Galata”. Şehirli üst orta sınıf insanların evlilik ve cinsel hayatlarına doğru düzgün bakabilen o kadar az film var ki aslında. Daha iyi bir senaryoyla çok daha ilgi çekici bir film olabilirdi.

Filmin üç oyuncusu; ilk kez sinemada izlediğimiz ve ilgi çekici bir yüzü olan Suyumbige Dadalı, tiyatro kökenli ve özellikle de Arkadaşım Hoş Geldin şov programından hatırlanan Sarp Bozkurt ve yüksek enerjisini sınırlı bir rolde de olsa hissettirebilen Eda Nur Hancı.