Dakika 59. Arda Güler korneri kullanmak için köşe gönderine geliyor. En ateşli Avusturya taraftarlarının bulunduğu yere doğru yaklaşırken konfeti yağmuru başlıyor. Ama konfetiler bira bardağı şeklinde ve Arda’nın üzerine yağıyor. Sağanak yağmur da çığırından çıkmış durumda. Türkiye 1-0 önde. Arda tek başına durmuş kolunu havaya kaldırıyor. Arkadaşlarına işaret veriyor.
Elbette hepimiz Arda’yı tanıyorduk. Gürcistan’a uzak mesafeden attığı golü, sezon sonuna doğru Real Madrid’de nasıl parladığını, takım arkadaşları ve hocalarından gelen övgüleri görmüştük. Hatta vaktinden önce büyümüş gibi görünen sol ayaklı gencin çocukluğuna ve Fenerbahçe günlerine uzanan geçmişinin izlerini bile takip etmiştik. Neler yapabileceğini biliyorduk. Ama bütün bunları ne zaman yapacağını hiçbirimiz bilmiyorduk.
Aralık ayında Torino’daki Golden Boy (Altın Çocuk) ödül töreninde Jude Bellingham’dan bir uyarı geldi. Genç yıldıza göre günün birinde Arda kendisinin izinden gelip Avrupa’nın en iyi genç oyuncusu olacaktı. Ama Arda’nın Avusturya maçındaki gürültüye ve baskıya nasıl tepki vereceğini o da bilemezdi.
Kulübeye ne dedi?
Aslında Arda için gecenin en önemli anı o kornerden birkaç dakika önce yaşandı. Henüz Merih Demiral’ın kafa vuruşuyla Türkiye’nin ikinci golünü atmasını sağlayacak korneri kullanmamış, Avusturya tarafına dönüp “duyamıyorum” hareketi yapmamıştı. Avusturya ikinci yarıya iyi başlamıştı ve beraberlik golüne yakın görünüyordu. Marko Arnautovic’in bulduğu pozisyonun ardından Arda Türkiye yedek kulübesine dönüp kollarını açarak sinirli bir şekilde bağırmaya başladı. Gürültü sebebiyle duyamadık. Ama mesajı netti: Bu kadar yeter! Yardım lazım. Sonra taç çizgisi kenarında hareketlilik başladı. Montella orta sahayı güçlendirmek için Salih Özcan’ı oyuna aldı. Birkaç dakika sonra Türkiye ikinci golünü kutluyordu. O golün mimarı da Arda’ydı.
Pasör değil paşa
Kıran kırana bir mücadele ve kargaşayla geçen gecede Arda orkestra şefi olmayı dabaşardı. Sadece pasör değil paşaydı. Türkiye’nin yeni jenerasyonunun en büyük zaferinde nefesini, yüreğini ve komutan enerjisini ortaya koydu.
Avrupa’nın en parlak genç oyuncularından birinin en büyük sahnede, Hakan Çalhanoğlu’nun yokluğunda, turnuvanın en iyi ekiplerinden birine karşı liderlik yapabileceğini bilmiyorduk. Bu gerilimin onu mahvedip mahvetmeyeceğini bilmiyorduk. Maçın ilk saniyelerinde cevabımızı aldık.
Birinci dakikada Merih’in golünü getiren korneri kazandıran da Arda’nın ara pasıydı. O andan itibaren Arda başka bir vitese geçti. Otuz dakika boyunca ortalığı sakinleştirdi. Bazen çocukluğundan alışkın olduğu oyun kurucu rolünü üstlendi. 50 metreden attığı şutta az kalsın ağları buluyordu.
Aslında bu bölümde Arda oyunun içinde değilken de içinde kaldı. Sürekli sağı solu işaret ediyor, direktifler veriyor, ses yükseltiyordu. Son pası veremeyen Mert Müldür’e sinirli bir şekilde elini salladı. Anlamsız bir kale vuruşundan dolayı Mert Günok’a çıkıştı. Madrid kulübesinin önünde gördüğümüz, Carlo Ancelotti’nin son değişikliğini yapması sonrası oyuna alınmayacağını anlayınca yeleğini çıkarıp soyunma odasına doğru gittiği anları hatırlatan huysuzluğun benzerini gösterdi.
Ama bu Arda’nın performansının şaşırtıcı tarafı Real’deki haline hiç benzememesiydi. Madrid’de korunması gereken çok yetenekli bir çocuktu ve ilk sezonunda zaman zaman sadece şık hareketlerden ibaret, kariyerinin nereye gideceği belirsiz bir oyuncu gibi görünüyordu.
Çeyrek final Berlin’de, Türkiye’den uzak bir Türkiye’de oynanacak. Bu çoğu kişinin hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir fırsat. Şimdilik buraların yabancısı olabilirler. Ama en azından artık sahneyi ele geçirebilecek bir oyuncuları var.