İngiliz eski oyuncu Gary Lineker bir zamanlar “Futbol 22 kişinin 90 dakika boyunca bir topun peşinden koştuğu ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur” demişti. Onlarca yıldır AB’nin siyasi dinamikleri de benzer şekilde öngörülebilirdi: Birlik ister altı ülkeden ister 12 ya da 27 ülkeden oluşsun, Fransa ve Almanya’nın masaya getirdiği her şey herkes tarafından kabul edilene kadar tüm üye devletler uzlaşma peşinde koşuyordu. Ancak AB’nin en büyük iki üyesinin bu eski hakimiyet modeli uzun süredir çatırdıyor. Üst üste gelen krizlerle karşı karşıya kalan Avrupa’da yeni ve daha değişken bir güç dengesi oluşuyor.
Üç yıl süren salgın ve ardından Ukrayna’daki savaş, Avrupa projesinin yeniden şekillendirilmesine yol açtı. Yaşanan bu değişime kimin daha önemli olduğu konusundaki denge de dahil. Bir zamanların atıl politika alanları olan savunma ve Doğu’ya doğru genişleme artık yeni öncelikler haline geldi ve Ukrayna’nın Orta Avrupa’daki komşularını ön plana çıkardı. Çin’in yükselişi ve ABD’deki Trumpizmin yeniden canlanma ihtimali, AB’nin ekonomik düzenlemelerini tekrar değerlendirmesine neden oldu ki bu da daha ziyade devletçi Fransa çizgisinde gerçekleşti. İklim zorunlulukları, kolektif hareket etmenin değerini artırdı. AB’nin Brüksel’deki yarı federal kurumları bu yaklaşımı benimsiyor. Finlandiya’dan Fransa’ya, birçok ülkede aşırı sağcı popülistler haziranda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde nüfuz kazanıyor.
Haber Giriş: 12.01.2024 04:30 | Son
Güncelleme: 13.05.2024 16:54
Avrupa’nın önderi kim?
Almanya başbakanı, Merkel gibi bir kıta liderliğine soyunmadı. Fransa, İngiltere’nin yarattığı boşluğu kısmen doldurdu ama o da kendisine ortak bulmakta zorlanıyor. Bu arada Avrupa Komisyonu Ursula von der Leyen ile çok güçlendi