24 Nisan 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
Haber Giriş: 18.03.2024 10:00 | Son Güncelleme: 18.03.2024 10:41

Çanakkale’nin kızıl melekleri

Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümünde, bu cephede yıldızlaşan ‘kızıl hilal’i anlatmak istiyoruz
Çanakkale’nin kızıl melekleri

Osmanlı Devleti için Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale savunmasıyla başladı. 18 Mart 1915’te başlayıp yıl sonuna kadar süren işgal direnişi süresince Hilal-i Ahmer Cemiyeti de genel seferberliğin etkili bir unsuruydu. Her ne kadar savaş hukuku tarafından korunuyor olsa da sağlık ekiplerinin dokunulmazlığını ihlal eden birçok olay yaşandı. Örneğin Çanakkale’yi koruyan Sultaniye Kalesi’nin doğusunda yer alan ve hastane olarak kullanılan Halilpaşa Çiftliği, bayraklarla işaretlenmiş olmasına rağmen 25 Temmuz günü düşman uçaklarının bombalarına hedef oldu ve çıkan yangından dolayı tedavi görmekte olan yedi gazi şehit oldu. Benzer bir olay da Havuzludere’deki hastanede yaşandı ve dört şehit verildi. Çevredeki tepeler bayraklarla kaplı olmasına rağmen 19’uncu Tümen’in Sıhhiye Bölüğü’ne hava saldırısı yapıldı. 20 Ekim günü yine bir uçaktan atılan dört bomba 15’inci Tümen Sıhhiye Bölüğü’nün sargı evindeki gazileri şehit etti.

Kızılay’ın hastanelerinde son teknoloji röntgen cihazı

Cephede bu denli tehlikeli ortamlarda görev yapan Hilal-i Ahmer, cephe gerisinde de birçok görev üstlenmişti. Bir yandan bölgeden kaçan göçmenler ve bulaşıcı hastalıklara yakalananların yardımına koşuyor, bir yandan da hastanelerin koltuk değneği ve serum gibi ihtiyaçlarını da karşılıyordu. İstanbul’da örülen asker çoraplarının Uşak’ta eğrilen iplerinin getirilmesinden esir düşenlere insanca muamele yapılmasını sağlamaya kadar birçok konuda işlevsel olan kurum, Çanakkale’nin ardından açılan diğer cephelerde de etkinliğini gösterdi. Rus ve İngiliz esir kamplarını teftiş ettiği gibi düşman esirlerin koşullarını düzeltme girişimlerinde de bulundu. Hatta esirlere ülkelerinden gönderilen para ve eşyaların tesliminden de sorumluydu.

Şehir hatları vapurları, Çanakkale-İstanbul arasında yaralı taşımak üzere hastane gemilerine dönüştürüldü.

Tüm bu hizmetler gönüllü hemşireler ve tıp erbabı tarafından yapılıyor, hayırseverlerce finanse ediliyordu. ABD’de yaşayan Osmanlı kökenliler toplanan yardımları Hilal-i Ahmer’e gönderiyor, Bosna-Hersek’te Nuriye Hanım, Madam Von Sartoviç ve Madam Berkoviç Şefkat Nişanı’yla onurlandırılacak kadar kayda değer bağış topluyordu. Viyana’da iki defada toplanan yardım miktarı 135 bin krona ulaşmış, derneğin Geneva Federal Bank’taki hesabında biriken para esirlere dağıtılıp makbuzları uluslararası komiteye gönderilmişti. Savaşın getirdiği yıkımı hafifletme ve temel ekonomik faaliyetlerin sürmesini sağlama girişimleri de kurumun ilgi alanındaydı. Sakat kalan askerlerin meslek edinmesi için derslikler açılıyor, Karamürsel’de tarım arazileri ayrılıyordu. 

Cepheyle başkent arasında kurulan sağlık köprüsü

Çanakkale’deki muharebe düzeni birbirine yakın siperlere dayalı olup sık sık karşı taarruz gerektirdiğinden görece daha çok kayıp doğuruyordu. Orduya bağlı sağlık birimlerinin yetersiz kalması üzerine Hilal-i Ahmer Cemiyeti de seferberliğe katıldı. Hafif yaralılar cephe gerisinde kurulu sargı yerlerinde tedavi edilip yeniden cepheye gönderilirken sahra hastaneleri tam kapasite çalışıyor, uzun süreli tedavi gerektiren ağır yaralılar ise gemilerle İstanbul’a taşınıyordu. Kentteki mevcut sağlık tesislerinin dolması üzerine geçmişte Tıbbiye Mektebi olarak hizmet vermiş olan Galatasaray ve İstanbul liselerinin bir kısmı da hastane olarak düzenlendi. Öğrencilerin yatak ve yemekhane olanakları ödünç alınırken maddi mağduriyet doğurmaması için okul ödenekleri dernek tarafından üstlenildi. Bina cephelerine olası hava saldırısına karşı Kızılhaç ve Hilal-i Ahmer amblemleri çizildi ve gazilerle öğrenciler birlikte yaşamaya başladı.

Hilal-i Ahmer tarafından tedavileri sürdürülen Çanakkale gazileri Mektebi Sultani bahçesinde.

Benzer bir dönüştürme transatlantik özelliği olan Gülcemal gemisine de yapıldı. Bu sivil ticari gemi Gelibolu ile Dolmabahçe rıhtımları arasında yüz bine yakın yaralı ve asker taşınmasında kullanıldı. Cepheden İstanbul’a ilk yaralı nakli 30 Nisan’da oldu. Hemen ardından devreye giren dernek, gazilere hizmet veren farklı birimleri devreye soktu ve on ay boyunca toplam 19 bin 443 yaralının tedavisini üstlendi. Savaş şartlarının gereği olarak kademeli yaralı aktarma merkezleri kurulmasını örgütleyen derneğin nakliye yollarında açtığı aşevleri ve çayhaneler de hem örgütün görünürlüğünü artırdı hem de adının daha sık şefkatle anılmasını sağladı. Göğüslerinde kumbara asılı öğrenciler, yaka rozeti satan genç kızlar, kartpostal serileri ve etkili bağış kampanyalarıyla sağlanan gelirler genişleyen organizasyonu finanse ediyor, hilal amblemi de kamuoyu gözünde giderek yüceliyordu.

Kızılhaç’la ortak sergi

1917’de Büyük Harp’in artık İtilaf Devletleri’nin umduğu kadar kısa sürmeyeceği belli olmuştu. Çanakkale’nin ne denizden ne karadan geçilememesi hesapları bozmuş, dünyanın ilk küresel krizinin akıbeti ekonomik dayanıklılığa bağlı duruma gelmişti. Osmanlı Devleti ve müttefikleri İstanbul’da büyük bir sergi açarak hem halka moral aşılamak hem de düşmanlarına gözdağı vermek istedi. Savaş alanları ve cephe gerisindeki sağlık hizmetlerinin nasıl verildiğini ve tıp teknolojisinin ulaştığı noktaları gösteren serginin ev sahibi Hilal-i Ahmer’di; fakat diğer müttefiklerin Kızılhaç örgütleri paydaş olarak katıldı. Böylece haç ve hilalin buluştuğu yeni bir simge doğdu.

Savaşın ortasında Enver Paşa’nın himayesinde düzenlenen bu sergi, Mektebi Sultani’nin iki katındaki salonlarda yer aldı ve kataloğu Kızılhaç aracılığıyla tüm dünyaya dağıtıldı. Örgüt yaptığı çalışmalarla antimiliter bir barış temsilcisi gibi işlev görürken savaşın tarafları için bir propaganda aracı olarak da kullanıldı. Sergi ve kataloğu özellikle protez ve röntgen uygulamalarındaki gelişmeleri öne çıkarıyor, yaralıların sağaltımındaki özeni vurguluyordu.

Kızılhaç’tan Hilal-i Ahmer’e

Uluslararası yardım kuruluşları 19’uncu yüzyılın ortalarında görülmeye başladı. İsviçreli yazar J. H. Dunant’ın 1862’de yayımladığı Bir Solferino Hatırası adlı savaş tanıklıklarını aktaran kitap, ilk yardım kuruluşu örgütlenmesine esin kaynağı oldu. Savaş sırasında yaralananların kendi kaderlerine terk edilmesini önleyecek bir dernek kurulmasını öneren yazar, bu çabayı gösterecek kuruluşun milli aidiyet gözetmemesi gerektiğini de söylüyordu. Gönüllü olarak cephede görev alacak sağlık personeli ve tedavi merkezlerinin uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınması fikri de Avrupalı devlet adamlarınca kabul görünce Kızılhaç’ın temeli atılmış oldu. İlk olarak Cenevre’de hayata geçirilen girişim, birçok farklı ülkede yardım dernekleri kurulmasına yol açtı. 1863’te toplanan ilk uluslararası toplantıda ayrıntılar görüşüldü ve resmi katılımla uluslararası bir kongre toplanması kararlaştırıldı. Amblemi ev sahibi ülkenin bayrağından dolayı kırmızı bir haç olan kongre, 1864’te tüm Avrupa ülkeleri, ABD ve Rusya’nın katılımıyla Cenevre’de düzenlendi. Cenevre Sözleşmesi’yle resmi kimlik kazanan girişim hızla birçok ülkeye yayıldı. Kurulan dernekler faaliyet alanını savaşlarla kısıtlı tutmayıp salgın hastalık ve doğal afetlerde de görev üstlenme kararı alınca organizasyon genişledi.

Osmanlı-Rus Savaşı

Osmanlı Devleti ilk kongreye delege göndermese de 5 Temmuz 1865 günü uluslararası sözleşmeyi imzalayıp Kızılhaç organizasyonuna katıldı. İki yıl sonra Paris’te toplanan ilk Uluslararası Kızılhaç Kongresi’ne de temsilci olarak Dr. Abdullah Bey’i gönderdi. Kongrede kuruluşun daimi üyeliğine seçilen Dr. Abdullah’ın ısrarlı girişimleri sonucu, 1868 yılında yerel örgüt olarak Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti kuruldu. Fazla etkinlik göstermeyen bu dernek uzun ömürlü olmadı. Yeniden örgütlenmeyi sağlayan olay Osmanlı ordusunun büyük kayıp verdiği Osmanlı-Rus Savaşı oldu. Sıhhiyecilerin yaralılara yetişmede yetersiz kaldığı görülünce Kızılhaç’ın yarattığı fark değerlendirildi ve cepheye yardım göndermek için dernek yeniden yapılandırıldı. Kızılhaç ambleminin dini bir anlamı olmadığı defalarca dile getirilse de Hristiyanlığı çağrıştırması genel bir rahatsızlık sebebiydi. Bu duyarlıktan dolayı simge olarak hilal kabul edildi ve 14 Nisan 1877’de Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti kuruldu.

Özellikle Plevne cephesinde etkinlik gösteren dernek, bölgeye iki operatör ve elli doktor göndererek dört bine yakın hasta ve yaralıya baktı. Cephe gerisinde kurulan dokuz seyyar hastane ve İstanbul’daki dört ilk yardım istasyonu da 25 bin kişiye hizmet verdi. Savaş sonrasında varlık sebebi yine tartışmalı hâle gelse de 1897’deki Osmanlı-Yunan savaşı, sadrazamlık emriyle tekrar göreve çağrılmasını getirdi. Dernek yaralı ve hasta askerlerin İstanbul’a getirilmesi için iki hastane vapuru kiraladı ve orduya sağlık malzemesi ve ilaç desteği verdi. Derneğin başkanı Dr. Besim Ömer (Akalın) Paşa 1907’de Londra’da, ardından Lahey Konferansı’nda haç yerine hilal kullanılmasını önerdiyse de kabul görmedi.

1912’de toplanan 9. Vaşington Kızılhaç Konferansı’nda ise Müslüman ülkelerin hilal simgesi kullanması tüm katılımcı devletler tarafından onaylandı. Böylece savaş ve afet durumlarında ihtiyaç sahibine kimliğinden bağımsız olarak yardım ulaştıran, çift simgeli ve yerel örgütlenmelere dayalı uluslararası bir örgüt doğdu. Temel ilkesi savaşta ve barışta renk, dil ve din farkı gözetmeksizin karşılıksız olarak insanlığa hizmet etmek olan örgüt, artık yurt içi ve dışında doğal afet, salgın hastalık ve savaş başta olmak üzere her ihtiyaç duyulduğunda yardıma koşacaktı. Gereken finansman ise derneğin en etkili faaliyet alanlarından biri olan yardım organizasyonları olacaktı. Her dernek tüm dünyadan yardım toplayabilecek, kamu yönetimleri de bu çabalara destek olacaktı. Balkan savaşlarında Hilal-i Ahmer’e Endonezya’daki Cava halkından bile yardım geldi. Haç ve hilali ortak renkleriyle tüm dünyada faaliyete geçiren ise 1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı oldu.

Atatürk ve Kızılay

Kuruluşundan bugüne kadar uluslararası yardım hareketinin etkin bir üyesi olan Kızılay, Hilal-i Ahmer adı altında kırmızı hilal amblemini kullanan ilk örgüttü. Zamanla diğer Müslüman ülkeler de aynı simgeyi kullanarak örgütlenip uluslararası ağa katıldı. Atatürk örgütle ilk kez Trablusgarp savaşında yaralandığında tanışmış, bir ay Hilal-i Ahmer Hastanesi’nde yatmıştı. Büyük Harp ve Milli Mücadele döneminde Hindistan, Mısır, SSCB gibi ülkelerden gelen yardımların koordinasyonunda gösterdiği başarıdan dolayı şahsına iletilen yardımların önemli bir kısmını derneğe aktarmış, yardım gönderenlere teşekkür mektupları yazmıştı.

Batı Anadolu işgalden kurtarıldığında da harap yerleşimlerin imdadına ilk yetişen Hilal-i Ahmer olmuştu. TBMM Hükümeti karma komisyonda derneğe de yer verdi ve resmen görevlendirdi. Cumhuriyetin kurulmasıyla Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti adını alan dernek, cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında da rol aldı. Ardından kamuyla ilişkileri düzenlendi ve ulusal eğitim programına sokuldu. Dil Devrimi sonrasında kısa bir süre Kırmızı Ay adını kullandıysa da 1935’te Atatürk’ün dile yeni sözcükler katma çabasının bir örneği olarak Türkiye Kızılay Cemiyeti’ne dönüştü. Kızıl sözcüğü Orhun Anıtları’nda “kızıl kanım tökti kara terim yögrdi” olarak kan renginin karşılığı olarak kullanılmıştı.

Kızılay arşivinden eşsiz kitaplar

Son dönemde değişen yapısı ve deprem sonrası ticari odaklı davranışları sebebiyle eleştirilen Kızılay’ın bir de akademik çalışmalar yapan birimi var. Kızılay Akademisi’nde yapılan kurum tarihi ve arşiv çalışmaları, üzerinde titizlikle durulmuş belge yayınlarına dönüşüyor. Ankara’daki kampüs halen çadır üretip ihtiyaç sahiplerine ulaştıramıyorsa da tarih araştırmacılarını fazlasıyla tatmin eden içerik ve kalitede yayınlar yapıyor. Kızılay arşivinde başta savaş esirlerinin kayıtları olmak üzere sayısız belge ve fotoğraf korunuyor ve üzerinde gerekli çalışmalar yapıldıkça özgün halleri, transkriptleri ve üç dilde özetleriyle kitaplaştırılıyor. Bu yayınlardan imparatorluk dönemine dair farklı bulgulara ulaşmak mümkün olduğu gibi, Milli Mücadele döneminde kurumun orduya yaptığı katkıların boyutlarını öğrenmek de mümkün. Kurumun Kurtuluş Savaşı’nda neredeyse Milli Ordu’nun sıhhiye birliği gibi çalıştığını gösteren çok sayıda belge bulunuyor. Yayınlar Türk Kızılay ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin ortak çalışması olarak okurla buluşuyor.