23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 29.04.2022 04:30 | Son Güncelleme: 21.05.2022 08:44

Gezi davası her adımıyla tarihe geçecek bir yargılama

Beraat edilen suçlamalardan 26 ay sonra mahkumiyet çıkması bağımsız yargı sistemlerinde görülebilecek bir durum değil. Gezi davası soruşturma süreciyle, mahkeme heyetiyle, uygulanmayan AİHM kararlarıyla ders olarak okutulacak türden bir örnek
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının açıklanmasının ardından Türkiye’nin dört bir yanında protestolar düzenlendi
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının açıklanmasının ardından Türkiye’nin dört bir yanında protestolar düzenlendi

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Gezi davasında Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet hapis, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi ve Hakan Altınay’ı 18 yıl hapisle cezalandırması büyük tartışma konusu oldu. Ancak Gezi davası sadece bu mahkemenin verdiği karar nedeniyle değil, 2013’ten bu yana yaşananlardan dolayı tarihe geçecek ve uzun yıllar tartışılacak nitelikler taşıyor. 

Gezi eylemleri 27 Mayıs 2013’te İstanbul’da başladıktan bir süre sonra dalga dalga bütün Türkiye’ye yayıldı. Eylemler sürerken, katılımcıların daha önce belki de hiç duymadıkları iki ayrı yapılanmanın ismi, bazı medya organlarında konu edilmeye başlandı: Otpor ve Canvas...

Yazılarda her iki yapılanmanın birçok ülkede sivil kalkışmaları organize ettiği, Soros bağlantılı çalıştıkları yazılıyordu. O dönem kimsenin ciddiye almadığı iddialardı. Ancak adı ortaya atılan iki örgüt, 9 yıl sonra Gezi davasındaki mahkumiyetlerin ana nedenleri arasında gösterildi.

Aslında Gezi eylemlerinde örgüt iddiası somut olarak ilk kez, eylemlerin bitmek üzere olduğu dönem Taksim Dayanışma’dan Mücella Yapıcı’nın da bulunduğu 26 kişi hakkında açılan davada gündeme geldi. İddianamede örgütün suç işlemek amacıyla kurulduğu ve eylemleri organize ettiği öne sürüldü. Ancak İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi bu davayı beraatle sonuçlandırdı ve karar kesinleşti.

Aynı dönemde Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala hakkında, Gezi eylemlerinin finansörü olduğu iddiasıyla bir fezleke hazırlandığı ortaya çıktı. Fezleke Gezi iddianamesinin ve çıkan kararların nüvesini oluşturması açısından önemli. Ancak o dönem hazırlanan fezleke rafa kaldırıldı ve Kavala hakkında işlem yapılmadı. 

Fezlekeyi hazırlayan isim ise halen FETÖ davalarından aranan, firari savcı Muammer Akkaş’tı. Akkaş’ın fezlekeyi hazırlattığı isimler de cemaatçi polislerdi. 

FETÖ’cülerin kayıtları

Ancak rafa kaldırılan fezleke, 17-25 Aralık sürecinden sonra cemaatçi savcılar sistemden ayıklandıktan, 15 Temmuz sonrası toplu ihraçlar yapıldıktan sonra akla geldi. İstanbul Başsavcılığı cemaatçi firari savcıların yaptırdıkları dinlemelerin kayıtlarını kullanarak Kavala hakkında soruşturma başlattı. 

Kavala 18 Ekim 2017’de Gaziantep dönüşü uçak İstanbul’a indiği sırada gözaltına alındı ve 1 Kasım 2017’de “hükûmeti devirmek veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” (TCK 312) ve “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni devirmeye teşebbüs” (TCK 309) suçlamalarıyla tutuklandı. Kavala’nın dosyasında iki ayrı konu vardı. Gezi olayları ve 15 Temmuz darbe girişimi...

Dosyalardan çıkan belgeler Kavala’nın sürpriz bir isimle aynı soruşturmada tutuklandığını gösterdi. O isim, ABD Konsolosluğu’nda görevli Metin Topuz’du. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın evrakına göre, 14 Aralık 2018 tarihine kadar Kavala ve Topuz ortak dosyada soruşturuldu. Bu tarihte Kavala’nın dosyası Topuz’unkinden ayrıldı. Gezi olayları ile ilgili aynı dönemde, 2013’te başlatılan soruşturma kapsamında 97 kişinin isminin geçtiği bir soruşturma söz konusuydu. Kavala zaten isminin de geçtiği bu dosyaya dâhil edildi. Daha sonra Kavala dâhil 16 kişinin dosyası da ana dosyadan ayrıldı ve 657 sayfalık Gezi iddianamesi hazırlandı. 

İddianamede dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay ve Bekir Bozdağ’ın da aralarında bulunduğu kabine üyeleri mağdur olarak yer aldı. İddianamede 746 kişi müşteki sıfatıyla yer buldu. Erdoğan’ın ismine müştekiler arasında yer verilmedi. Buna karşılık, birçok bakanın ismi müşteki olarak da sıralandı. 

İddianamede Otpor ve benzeri yapıların dayandığı ‘sivil başkaldırı’ yönteminin teorisyenliğini Gene Sharp’ın yaptığı, yazdığı ‘Diktatörlükten Demokrasiye’ isimli kitapta yer alan 198 maddelik faaliyetlerin Gezi Parkı eylemlerinde ‘bire bir uygulandığının tespit edildiği’ belirtiliyor. İddianameye göre burada yazılan “şiddet içermeyen eylemleri” yapmak suç. Yine iddianameye göre, elleri yumruk yapmak, eylemlerde en önde kadın ve gençlerin olması, rock konserleri, Gezi’de piyano çalınması, bazı dönemlerde evde durmak, sloganlar, semboller, karikatürler, memurlar ile alay etmek, memurlar ile arkadaşlık etmek, ölülere saygı göstermek, müşteri boykotları, kitapta yazan ve Gezi’de uygulanan eylemlerden...

26 ayda neler oldu?

Bu iddianame ile ilgili yargılamayı yapan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Şubat 2020’de davayı beraat kararıyla sonuçlandırdı. 

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 18 Şubat 2020’de Kavala’nın da aralarında olduğu 9 sanığın beraatine, Kavala’nın tahliyesine hükmetti. Kavala ile birlikte Mücella Yapıcı, Yiğit Aksakoğlu, Yiğit Ali Ekmekçi, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay’ın beraatine karar verdi. 7 firari sanığın dosyası ise ayrıldı. Gezi davası, savcının itirazı üzerine istinaf mahkemesine gitti.

Kavala aynı gün eşyalarını topladı. Ancak henüz işlemleri yapılırken, İstanbul Başsavcılığı, 15 Temmuz darbe girişimi soruşturmasını gerekçe göstererek yeni gözaltı kararı verdi. Birkaç ay önce tahliye edildiği dosyadan hakkında gözaltı kararı verilen Kavala yeniden tutuklandı. Kavala’nın 2017’de de tutuklandığı, 11 Ekim 2019’da resen tahliye edildiği 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında, ABD’li Henry Barkey ile ilişkileri gerekçe gösterilerek tutuklandığı ortaya çıktı. Üç yıl sonra aynı dosya yeniden işleme konulmuştu.

Kavala tutuklama kararından birkaç gün sonra 9 Mart 2020’de yeniden hakim karşısına çıktı. 15 Temmuz dosyasında Barkey ile ilişkisi gerekçe gösterilerek, bu kez hakkında casusluk suçundan tutuklama kararı verildi. 2017’deki soruşturma dosyasından iki ayrı tutuklama kararı verilmiş oldu. 20 Mart 2020’de, casusluk suçundan verilen tutuklama kararından 11 gün sonra, 15 Temmuz dosyasından yeniden tahliye edildi. Ancak casusluk suçundan tutuklama verildiği için yine cezaevinde kaldı. İki suçlama aynı iddialara dayanmasına rağmen birinden tahliye verildi. Bu işlemin AİHM’nin verdiği kararın 15 Temmuz suçlamasını da kapsaması nedeniyle yapıldığı anlaşıldı. Yargı, AİHM’nin Kavala kararında yer alan suçlama yerine, casusluk suçlamasından işlem yapmayı tercih etti.

Kavala hakkında 2017’de tutuklandığı dönemde olduğu gibi Barkey ile birlikte casusluk yaptığı iddiasıyla dava açıldı. İddianamede Barkey ile Kavala’nın temasları ve telefon görüşmeleri olmamasına rağmen telefonlarının aynı bölgeden sinyal vermesi, kanıt sayıldı. Davanın ilk duruşması 18 Aralık 2020’de yapıldı ve Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verildi. 

22 Ocak 2021’de istinaf mahkemesi, Gezi davasındaki beraat kararını bozdu. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin (istinaf) kararında, Kavala hakkında açılan yeni davanın bu davayla birlikte değerlendirilmesi ayrıca dosyaların Beşiktaş Çarşı grubu hakkında Gezi olayları nedeniyle açılan davayla birleştirilmesi gerektiği belirtildi. 

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, bu karara direnmedi. Zaten geçen sürede beraat kararı veren mahkeme heyeti de değişmişti. 

Davalar 30. Ağır Ceza yerine 13. Ağır Ceza’da birleşti. Mahkeme yargılamayı hızlandırmak için Çarşı grubu davasını ilerleyen duruşmalarda dosyadan ayırdı. Kavala ve Gezi davaları birlikte yürütüldü ve çok hızlı bir yargılama yapıldı. 

Karar aşamasına gidilirken, Kavala’nın AİHM kararına rağmen tahliye edilmemesi nedeniyle ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Ankara büyükelçileri ortak bir açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamaya “Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Türkiye’ye ders vermek sizin haddinize mi?” yanıtını verdi ve elçilerin istenmeyen adam ilan edileceğini söyledi. Kriz büyükelçilerin, bulundukları ülkelerin kanunlarına uyması kuralını anımsatmalarıyla yatıştı.

Karar aşamasına bu tartışmalarla gelindi. Mahkeme ilk beraat kararından 26 ay sonra, Türkiye’deki yargılama hızı düşünüldüğünde çok hızlı denilebilecek bir sürede davayı karara bağladı. Mahkeme Osman Kavala’yı TCK 312/1. maddesi uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm etti. Diğer sanıklara da “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya teşebbüse yardım” suçundan ceza verdi. Mahkeme iyi hal ya da takdir indirimi uygulanmasını gerektirir bir durumun da olmadığına hükmetti. Böylece Kavala, defalarca değişen suçlamaların ardından Türkiye’nin AİHM’de mahkûm olmasına yol açan ilk suçlamadan ceza almış oldu. Haklarında o güne kadar yurt dışına çıkış yasağı bile konulmamış diğer sanıklar da kararla tutuklandı. 

AKP’den aday adayı

Kararla ilgili en önemli tartışmalardan biri de heyette yer alan ve mahkûmiyet yönünde oy kullanan Murat Bircan’ın AKP’li çıkması oldu. Duruşmada sanık avukatları, Bircan’ın Samsun’da AKP’den milletvekili aday adayı olduğunu, Bafra Belediyesi’nde yöneticilik yaptığını, iki yıl önce avukatlıktan yargıya geçtiğini, Erdoğan’ı öven açıklamalarının bulunduğunu, bu nedenle heyette yer almaması gerektiğini söyledi. Ancak Bircan bu sözlere sadece gülümseyerek yanıt verdi ve kararın 1’e karşı 2 oyla mahkûmiyet yönünde çıkmasını sağlayan oyu kullandı.

Bircan’ın eşi Arzu Bircan’ın da 15 Temmuz darbe girişiminden iki hafta sonra, 29 Temmuz 2016’da, Bafra Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifadesinin alındığı, Bafra Aile Sağlığı Merkezi’nde hemşire olarak çalışan Arzu Bircan’ın bizzat başsavcıya ifade verdiği ve itiraflarına rağmen tutanağa isminin “müşteki-şikayetçi” olarak geçtiği de anlaşıldı. Bircan’ın kuzeni Adem Bircan’ın da AKP’li olduğu ve yargıya geçtiği, halen Danıştay Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yaptığı ortaya çıktı. 

Karşı oy gerçekten karşı mı?

Karara muhalif kalan Kürşad Bektaş’ın yazdığı karşı oy yazısı medyada çok tartışıldı. Davadaki delillerin “yasak delil” niteliğinde olduğunu, mahkumiyete yeter kanıt bulunmadığını belirten Bektaş’ın tavrı örnek gösterildi. 

Ancak sanık avukatları davanın başından bu yana farklı hakimlerin sürekli olarak Kavala’nın tahliye kararlarını değerlendirirken karşı oy kullandığına dikkati çekiyor. Avukatlar bunun AİHM’ne “bağımsız yargı” görüntüsü vermek ve savunmada kullanılmak üzere verildiğini düşünüyor. Kavala hakkındaki tahliye taleplerinin reddi kararlarında aylardır sürekli karşı oy kullanan bir hâkim bulunuyor. 

Bu hızın sebebi ne?

Mahkemenin bu hızının elbette bir gerekçesi var. Kavala tutuklandıktan hemen sonra Anayasa Mahkemesi başvurusu reddedilince AİHM’ne gitti. AİHM, 10 Aralık 2019’da Kavala’nın tutukluluğa itirazını öncelikli olarak görüştü ve Türkiye’nin birden fazla hak ihlali yaptığını tespit ederek Türkiye’yi ilk kez AİHS’nin 18. maddesine göre mahkum etti. Ayrıca Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiğine hükmetti. Yargılamalar sürekli bu kararın gölgesinde yapıldı. Ancak Türkiye Kavala hakkındaki suçlamaları sürekli değiştirerek kararı uygulamadı. Karar uygulanmayınca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2 Aralık 2021’deki toplantıda oy çokluğuyla ihlal prosedürünün başlatılmasına karar verdi. 2 Şubat 2022’de ise Türkiye’nin AİHM kararını uygulayıp uygulamadığının tespiti için dosya AİHM’ne gönderildi. 

AİHM bu başvuruyla ilgili yargılama yapmayacak. Durumu tespit edip Bakanlar Komitesi’ne bildirecek. Belgelerini göndermesi için Türkiye’ye 11 Mayıs’a kadar süre tanınmıştı. Mahkemenin bu süreden önce Kavala hakkında hüküm kurmak için ‘acele ettiği’ değerlendirmeleri bu nedenle yapılıyor.

Türkiye büyük ihtimalle AİHM kararının Kavala’nın tutuklanmasıyla ilgili olduğunu, bu tutukluluğun ortadan kalktığını, başka bir maddeden yargılama yapıldığını ve bu davada da karar çıktığını savunacak. AİHM’nin bu tezi kabul etmesine düşük bir ihtimal olarak bakılıyor. Sürecin devamında Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracına kadar uzanan bir dizi yaptırımla karşı karşıya kalması söz konusu.

Bu aşamada istinaf ve Yargıtay’ın kararları etkili olacak. Yüksek yargının olası bozma ve tahliye kararları Türkiye açısından önemli. Zira Ankara aksi bir halde hiç ummadığı durumlarla karşı karşıya kalabilir.