27 Kasım 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
Haber Giriş: 30.08.2024 04:30 | Son Güncelleme: 30.08.2024 17:25

Büyük Zafer’den çarpıcı hatıralar

Fahrettin Altay, Yunan mevzilerinin arkasına nasıl sızdı? Futbol bir kamuflaj aracı olarak nasıl kullanıldı Teğmen Mahmut Akif’in ateş hattından anıları. Yunan mevzilerine atılan bildirilerde ne yazıyordu? 1. Kolordu Kumandanı Albay İzzettin’in günlüğünden notlarla zafere giden yol...
Yedek subaylığını yaparken Batı Cephesi fotoğrafçısı olarak atanan Etem Hamdi’nin (Tem) 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de çekip İzmir yolunda Uşak’ta banyo ettiği karede, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa
Yedek subaylığını yaparken Batı Cephesi fotoğrafçısı olarak atanan Etem Hamdi’nin (Tem) 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de çekip İzmir yolunda Uşak’ta banyo ettiği karede, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa

Harekât planı SAD

Sakarya zaferi sonrası hem Meclis’in hem halkın beklentisi, kesin zaferi getirecek bir karşı taarruzdu. Komutanların ortak görüşü, bunun ancak denk askeri güç ve düzenli orduyla yapılabileceğiydi. Hazırlıklar yaklaşık bir yıl sürdü. Gizlilik amacıyla harekât planına Arap alfabesindeki sad harfinden dolayı ‘Sad Planı’ adı verildi. Taarruz tarihi birkaç kez ertelendikten sonra 26 Ağustos sabahı olarak belirlendi


İzzeddin Çalışlar

Yüz iki yıl önce bugün, Türkiye’nin yakın tarihini belirleyecek bir askeri zafer kazanıldı. 1919’un mayıs ayında İzmir’den başlayıp Ege’nin içlerine doğru yayılan ve İnönü ile Sakarya bölgesinde durdurulsa bile Afyon’a kadar ilerleyip güçlü bir tahkimat kurması engellenemeyen Yunan Küçük Asya Ordusu’na karşı planlanan genel taarruz, uzun süredir kesin sonuç alma hedefiyle planlanmıştı. Adını Arap elifbasının 14’üncü harfi “sad”dan alan harekât planı, tıpkı harfin kaligrafisindeki gibi alttan kuşatmayı ve hattı yarmayı öngörüyordu. Düşman mevzileri Afyon Ovası’nı çevreleyen tepelere hâkimdi ve olası bir saldırıyı kuzeyden bekler şekilde kurulmuştu. Son bir yıl boyunca büyük çaplı muharebe yaşanmamış olmasından dolayı işgal altındaki yerleşimlerde barış antlaşması ve Yunan varlığının kalıcı olacağı beklentisi doğmuştu. İşgal kuvvetlerinin subayları arasında ailelerini getirenler olmuş, hastane ve okul gibi hizmet kurumları açılmış, güven altında olduğuna inanılan bir yaşam sürülmeye başlanmıştı. Benzer bir durum Trakya bölgesi ve başkent İstanbul’da da görülüyordu. Oysa Ankara ve Akşehir arasında mekik dokuyan komutanlar bambaşka bir gelecek hayal ediyordu.

Başkumandanın beyninin yarısı

Sakarya Meydan Savaşı sonrasında TBMM tarafından gazi unvanıyla birlikte mareşal rütbesi de verildiğinden beri Mustafa Kemal Paşa TBMM ordusundaki en yüksek rütbeli subaydı. Başkumandanlık Meydan Muharebesi başarıyla sonuçlandıktan hemen sonra, 31 Ağustos günü henüz takip harekâtı sürerken Mustafa Kemal Paşa TBMM’ye Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın mareşalliğe yükseltilmesini önerdi. Öneri aynı gün kabul olundu ve ordu ikinci mareşaline kavuştu.

Mareşal Fevzi Paşa (Çakmak)

 

İki mareşalin yolları daha önce de kesişmiş, Çanakkale Savaşı’nda eşzamanlı görev almışlardı. Fevzi Paşa, Mustafa Kemal’in ardından Anafartalar Grubu komutanlığına getirilmiş, 1917’de yine Mustafa Kemal’den sonraki 7’nci Ordu Komutanı olmuştu. Bu görevi sırasında rahatsızlanınca da makamını yeniden Mustafa Kemal Paşa’ya devretmişti. Mütareke döneminde genelkurmay başkanı olarak ordunun silah ve cephanesinin işgal kuvvetlerinin eline geçmesini önleme çabaları ve İzmir’in işgali üzerine Anadolu hareketini destekleme kararına rağmen harbiye nâzırı olarak İstanbul’da kalan Fevzi Paşa, 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından zorla makamından atılınca Ankara’ya gidip TBMM’ye katılmıştı. Meclis’te milli savunma bakanlığı, bakanlar kurulu başkanlığı ve genelkurmay başkanlığı yapan ve 2. İnönü ve Sakarya savaşlarına katılan paşa, Büyük Taarruz hazırlıkları ve zaferde en çok payı olanlardandı ve Mustafa Kemal Paşa İzmir’e onunla birlikte girdi.

Taarruz planı bu binada yapıldı

2001’den beri Batı Cephesi Karargâhı Müzesi olarak kullanılan eski Akşehir Belediyesi binası, Sakarya Savaşı sonrasında Alagöz köyünden buraya taşınan Batı Cephesi Karargâhı’na tahsis edildi. 18 Kasım 1921’den 24 Ağustos 1922’ye kadar bu binada çalışan komutanlar Büyük Taarruz hazırlıklarını buradan yönetti. Mustafa Kemal Paşa da birçok kez Akşehir’e gelerek onlara katıldı ve 20 Ağustos’ta nihai taarruz kararını bu binada alıp gizli emrini kolordulara gönderdi. 1964’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen bina onarılıp iki yıl sonra Atatürk ve Etnografya Müzesi olarak ziyarete açıldı. 1981’de yeniden düzenlenip bugünkü adı ve işlevini alan müze, son olarak 2001’de yenilendi. Halen çalışma salonu, Batı Cephesi komutanı, kurmay başkanı ve yaverler odası canlandırmaları ile Atatürk’e ait eşyalar dışında karargâhta çalışanların biyografileri, fotoğraf, belge ve silahlar sergileniyor.

Sessiz süvariler tarihi değiştirdi

Büyük Taarruz’un başarıya ulaşması için yazılan senaryoya göre birlikler sadece geceleri güneyden ve kuzeyden, düşmana sezdirmeden ilerleyerek cepheye yaklaşacaktı. Fahrettin Paşa (Altay) komutasındaki 5. Süvari Kolordusu da cephe yarıldıktan sonra devreye girecekti. Bölgeyi keşfe çıkan Fahrettin Paşa, Ahır Dağları’nı aşıp Sinanpaşa Ovası’na inen bir patika saptadı. Köylülerden patikanın çıkışının geceleri güvenli olduğunu öğrenince kolordusunu cephenin yarılmasını beklemeden harekete geçirdi ve Yunan mevzilerinin arkasına sızdı.

26 Ağustos’ta gün doğumuyla başlayan topçu ateşi, hedeflenen mevzileri düşürüp piyade birliklerinin süngü hücumuyla Tınaztepe’yi ele geçirmesini sağladıktan üç saat sonra Belentepe de ele geçirildi. Takviye alarak karşı taarruza geçen Yunan birlikleri Tınaztepe’yi geri alsa da aynı akşam 57’nci Alay’ın karşısında tutunamadılar.

Ertesi sabah 4. Kolordu Erkmentepe’yi aldı ve cepheyi yaran birlikler Afyon’a girdi. Bir yandan da kaçan düşmanın batıya çekilmesi önleniyor, Yunan tümenleri ateş çemberinde kalıyordu.

Süvari fırkalarının hızla farklı noktalara takviye sağlamasının yanında aldığı keşif görevlerini de yerine getirmesiyle muharebe üstünlüğü kazanıldı.

Gerek savunma gerekse saldırılarda birçok fayda sağlayan Fahrettin Paşa, 30 Ağustos günü ani ve şiddetli bir mide rahatsızlığı geçirdi ve kolordusundan ayrılmak zorunda kaldı. Süvari fırkaları ise takip yürüyüşüne katılarak harekata devam etti. Kuvvetlerinin yarısı imha ya da esir edilen Yunan ordusunun kalanı üç gruba ayrılarak kaçarken sadece bir grup Uşak’a ulaşmayı ve General Frangu kuvvetlerine katılmayı başarabildi, diğerleri teslim olmak zorunda kaldı. İsmet Paşa esir düşen General Trikupis’e “Biz Akşehir’e yan dönmüş vaziyette taarruz ediyoruz. Niçin Akşehir istikametine bir taarruz yapmadınız?” diye sorduğunda, şu yanıtı aldı: “Süvariniz arkamıza düştü, telaş ettik.”

Büyük Taarruz’un şifreleri

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa 18 Haziran günü İzmit’te yaptığı konuşmada “Kesinlikle belirtirim ki, TBMM Hükümeti milletten aldığı yasal yetkilerle devletin varlığını ve bağımsızlığını sağlayıp korumak için her bağımsız millet ve devlet gibi hak ve yetkilerini korkusuzca kullanır ve kullanacaktır” derken blöf yapmadığını iki buçuk ay sonra kanıtladı.

20 Temmuz oylamasında TBMM’den süresiz başkumandanlık yetkisi alan Mustafa Kemal Paşa, Akşehir’de Fevzi Paşa’yla birlikte taarruz planını gözden geçirdikten sonra hazırlıkları 15 Ağustos’a kadar tamamlama kararı aldı. 6 Ağustos günü Bakanlar Kurulu da konuyla ilgili bilgilendirildi ve muhalif milletvekilleri ikna edildi. 20 Ağustos’ta komuta kadrosu eksiksiz olarak Akşehir’de buluştu, harita üzerinde planı son kez irdeledi. Her biri deneyimli ve kurmay subay zekâsına sahip paşalar, her olasılığı ve riski ele alarak ortak akıl ve karşılıklı ikna sürecinden sonra taarruzun 26 Ağustos 1922’de gün doğumuyla yapılmasına karar verdi. Bir gün öncesinden karargâhlar Kocatepe’deki çadırlı ordugâha çekildi ve kıtalar düşman hattına yaklaştırılmaya başlandı.

26 Ağustos sabah 05.00’te Türk topçusunun amansız ateşiyle başlayan taarruz hızlı ilerledi. Dört gün sonra, ayın 29’unu 30’una bağlayan gece sabaha karşı fırkalardan gelen raporları inceleyen Mustafa Kemal Paşa, 1. Ordu Karargâhı’ndan şu emri verdi: “Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverlik kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir; ileri!”

Büyük Taarruz’un hedefi Yunan ordusunun büyük kısmını kısa sürede imha etmek ve düzensiz çekilmeye zorlayarak yeni bir cephe oluşturmasını önlemekti. Bu harekâtın başarılı olabilmesi için planın mükemmelliği yeterli değildi. Bu yüzden son bir yıl boyunca stratejik ve lojistik birçok adım atılmış, tam anlamıyla hazır olana kadar beklenmişti. Alınan önlemlerin başında ordu teşkilatının yeniden yapılanması geliyordu. Atılan adımlardan biri 1899-1901 arası doğumlular ve geri hizmetlerdekilerin cephe görevine hazırlanması ve Harbiye öğrencilerinin muharebe ve ihtiyat subayı olarak eğitilmeleriydi. Asker mevcudu 200 bine çıkarılmış, Sovyetler Birliği, Fransa ve İtalya’dan alınan tüfek, makineli tüfek ve toplarla silah ve cephane parkı güçlendirilmişti. Ankara Anlaşması sayesinde Fransız işgalinden kurtulan Mersin ve İskenderun limanları tedarik amaçlı kullanılabiliyordu ve yeni keşif uçakları envantere katılıyordu. Diğer yandan TBMM’deki muhalefetin hükümeti yıpratma çabalarıyla da uğraşılmış, yetki ve sorumluluklara dair eleştiriler karşılanmaya çalışılmıştı. Finansman yönetimi ise başkomutan, maliye ve savunma bakanları ve genelkurmay başkanından oluşan komiteye devredilmiş, mali kaynakların öncelikle ordunun ihtiyaçlarına harcanması sağlanmıştı. Hazırlık sürecinde yoğun diplomatik temaslar da yapılmış, SSCB, Japonya, Ukrayna, İtalya temsilcileriyle görüşmelerin yanında Yunanistan’a işgale son verip Anadolu’yu boşaltma çağrısında bulunulmuştu.

Sonuçta süreç bir savaşla son buldu. İzmir’in kurtuluşunun ardından ordu Trakya’ya doğru ilerlemeye başlayınca İtilaf Devletleri’nin ateşkes çağrısı gelecek, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa 11 Ekim’de Mudanya’da masaya oturacaktı. Bağımsızlığın resmiyet kazanacağı Lozan’daki barış imzasına dokuz, cumhuriyetin ilanına on bir ay kalmıştı.

Ordular maç yapıyor komutanlar toplantı

20 Ağustos 1922 günü Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanan bir haber şöyle diyordu: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Ağustos’un 21’inci pazartesi günü öğleden sonra saat 4.00’te Çankaya’daki köşklerinde şehrimizde bulunan kordiplomatiğe bir ziyafet vereceklerdir. Ziyafette bütün elçiler ve siyasi kişiler hazır bulunacaktır. Birçok kişiye dün bu hususta davetiye gönderilmiştir.” Gazetenin daha önce de bu tür haberler verdiği görülmüştü. Örneğin 28 Temmuz’da düzenlenen futbol maçlarını seyretmek için neredeyse ordunun tüm üst düzey komutanları Akşehir’de buluşmuş, gazetelere göre heyecanlı saatler geçirmişlerdi.

Aslında bu haberlerin arka planında gerek Ankara’da çok sık rastlanan casusların gerekse basını takip eden Yunan ordusunun ileri gelenlerinin dikkatini başka konulara çekmek ve taarruz hazırlığını hissettirmemek vardı. Hesapta maç seyretmeye gidenler, iki gün boyunca harekât planının detaylarını görüşmüş, çay ziyafeti ise Mustafa Kemal Paşa’nın gizlice Ankara’dan ayrılışını kamufle etmişti.

Irak’ta Osmanlı ordusuna esir düşen İngiliz General Townshend’in kendisiyle görüşmek için Konya’ya gelmesi üzerine 23 Temmuz’da Ankara’dan ayrıldığında da Mustafa Kemal Paşa önce Akşehir’e uğramış, İsmet Paşa ile planın son durumunu konuşmuştu. Dönüş yolunda Fevzi Paşa’nın da katıldığı bir toplantı daha yapmıştı. Yani onun her hareketini izleyenler, hiçbir zaman gerçek seyahat sebebiyle ilgili bir kuşkuya kapılmıyordu.

28 Temmuz 1922 günü Akşehir’de ordu takımları arasında düzenlenen futbol maçını seyretme bahanesiyle tüm komutanlar davet edildi. 28-29 Temmuz gecesi Mustafa Kemal, Büyük Taarruz ’un ayrıntılarını komutanlara anlattı. Plana karşı çıkanlar oldu. Mustafa Kemal, “Tarihe karşı bütün sorumluluğu üzerime alıyorum” diyerek toplantıyı bitirdi.

 

Ziyafette olduğu sanılan Gazi, aslında 17 Ağustos’ta Ankara’dan otomobille hareket etmişti. Geceyi Konya’da Demiryolları Genel Müdürü Behiç Bey’in (Erkin) evinde geçirmiş, kimseye haber vermeden Akşehir’e geçmişti. 25 Ağustos günü Gazi Paşa’nın cephede olduğuna dair fısıltılar kulaktan kulağa yayılırken o ertesi sabah 1310 numaralı tepeye yapılan hücumu izliyor olacaktı.

Bu kandırma ve kamuflaj haberlerinin yanında taarruz hazırlıkları sırasında ordu spor şenlikleri de düzenleniyordu. Sürekli talim, manevra ve tatbikat yapan birlikler stresli teftişler geçiriyor, her ayrıntının mükemmel olması için azami çaba sarf ediliyordu. Askerin moralini düzeltme amaçlı düzenlenen oyunlar ise askeri eğitim doktrininin bir parçasıydı. Spor eğitimi zaten askeri okullarda eskrimle başlamış, farklı branşlar eğitim programına dahil edilmişti. Bu geleneği TBMM Ordusu’nda da sürdüren Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, sadece savaşla değil, barış ortamı sağlandıktan sonraki Türkiye tasavvuruyla da meşguldü. Tıpkı savaş sırasında Milli Eğitim Kongresi’ni düzenletmesi gibi toplumsal gelişime dair projeler tasarlıyordu. Askeri zaferin kazanılmasının hemen ardından İktisat Kongresi’ni toplaması gibi, 1922’de kurulan İdman Cemiyetleri İttifakı’nı da himayesine alacak, Ali Sami (Yen) başkanlığındaki ilk resmi spor örgütlenmesine sahip çıkacaktı.

İdman Cemiyetleri İttifakı’nın ilk önemli başarısı ise Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılını bile doldurmadan 1924 Paris Olimpiyatları’nda temsil edilmesi olacaktı. 1909’dan beri Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyesi olan Selim Sırrı (Tarcan) aracılığıyla, kökeninde Yunan kültürü olmasından gocunmadan girişilen bu spor macerası, ilk cumhurbaşkanının gözünde çağdaş Türk gençliğini dünyaya gösterme fırsatıydı.

‘Boşuna ölme, teslim ol'

1922 başından itibaren Batı Anadolu’daki işgalin kalıcı olacağına dair işaretler artmış, Yunan propaganda kartlarında Kütahya’daki Ulu Cami kiliseye çevrilmiş, Yunan mareşalleri Pontus’a göz dikmiş olarak gösterilmeye başlanmıştı. TBMM Ordusu’nun Afyonkarahisar bölgesindeki Yunan mevzilerine uçaktan attığı bildiriler de bir karşı propaganda hareketiydi. Atanasios Argiropulos’un hatıratında yer alan bildiri metni birçok bakımdan edebi bir iletişim örneği olarak değerlendirilebilir (Çeviri: Utku Öziz).

“Yunan Ordusu’nun askerlerine…

Çok uzun zamandır mücadele ediyor ve çok uzun zamandır da birbirimize karşı savaşıyoruz. Ne için savaştığınızı biliyor musunuz? Küçük Asya’dan, canınızı, ailenizi, baba ocağınızı tehdit etmek için anavatanınıza saldırmak için atılan biri var mı? Hayır yok.

Hristiyanları, Küçük Asya’nın Rumlarını kurtarmak için savaştıklarını söyleyenler yalan söylüyor. Sizler kendiniz, onların kendilerinden çok daha mutlu yaşadıkları Türklerden daha zengin olduklarını görüyorsunuz.

Duyulmamış ve sonu gelmeyen vahşetle sizi ateşe ve ölüme sürenler kapitalistlerdir. Atina ve Avrupa’nın bankerleri, fabrikatörleri ve tüccarlarıdır. Orduya silah, giyecek ve gıda satıp kazanç sağlıyorlar ve karşılığında milyonlarca kâr elde ederek herkese canınızı ve varlığınızı teklif ediyorlar.

Kralınız savaş yoluyla tahtını kurtarmaya çalışıyor. Subaylar savaşı terfi ve maaşlarına zam istemek için kullanıyor. İşte bunlardır savaşa önderlik edenler.

Ne zenginler ne de çocukları savaşın ceremesini sizinle birlikte çekmiyor.

Londra ve Paris’in café-chantant’larında, Pera ve Faliro’nun kerhanelerinde kâğıt oyunlarıyla eğleniyorlar.
Bunların en yiğitleri, asker üniforması giyerek, Bursa ve İzmir’in askeri karargahlarında ticaret ve vurgunculuk yaparken siz savaş meydanlarında top ve tüfek mermilerinden uykusuz ve susuz halde ölüyorsunuz.

Bütün bunlara rağmen kanlarınızla kendini bilmez zenginlerin kasalarını doldurmak için durmadan savaşan sizlersiniz.

Tarihsel düşmanlarınız Slavlar, çeteler kurup Trakya’daki tarlalarınızı yakıyor, Makedonya ve Epir’deki evlerinizi yok ediyor.

Çoğunuz vatanınıza döndüğünüzde, ocağınızın sönmüş ve yıkılmış olduğunu veya ailelerinizin oraya buraya kötü halde dağılmış olduklarını göreceksiniz.

Bizler ise evlatlarımızın, ailelerimizin ve vatanımızın kurtuluşu için mücadele ediyoruz. Herhangi bir yabancı toprağa göz dikmiyoruz. O yüzden siz öldürdüğünüz ve bize karşı savaştığınız sürece biz de mücadele etmeye devam edeceğiz.

Mücadelemizin haklılığını tüm dünya ve hatta çoğunuz şimdiden kabul ediyor. Yakında barışı sağlayacağınız ve sahip olduğunuz bölgelerin egemenliğinin size verileceği ümidiyle sizi kandırıyorlar.

Bu tür telkinlere kanmayın.

Fransa ile şimdiden bir mutabakata vardık ve bir antlaşma imzaladık. İtalyanlar bizim dostumuz. Çok yakında İngilizlerle de iyi geçineceğiz.

Hiç şüpheniz olmasın ki, asla sandığınız masa barışını yapmayacağız. İşgal ettiğiniz yerleri tamamen ve koşulsuz olarak terk edin.

Yabancı emperyalizmi uğruna ölmek istemeyen birçoğunuz gelip teslim oluyorsunuz ki, biz de onları Kayseri’ye gönderiyoruz. Orada sakince, kesinlikle hiçbir şeyden mahrum kalmadan yaşıyorlar. İlk fırsatta vatanlarına dönecekler.

Başınızdakiler size bizim Yunan esirleri öldürdüğümüzü söyleyerek yalan söylüyor. Bunlar yalandır. Bu konuda yabancı ziyaretçilerin tanıklıklarına başvuruyoruz. İsterseniz siz de gelin ve doğruyu söylediğimizi kendiniz anlayın.

Yakında genel bir taarruz başlatacağız. O vakit hayatınızı kurtarmanız zor olacak. Öyleyse şimdiden düşünün ve cephe hattımıza katılın. Asırlardır yoldaşlık ettiğiniz Türklerin misafirperverliğini çok iyi bilirsiniz. Ya da en azından ocaklarınıza dönün. Türk askerleri”

Ateş hattındaki teğmen anlatıyor

Kumandanların hatıratları ve tarihçi analizleri Büyük Taarruz’u genel sevk ve idare stratejisi üzerinden incelediğinden küçük rütbeli ve doğrudan ateş hattında görev almış kumandan ve erlerin taarruz sırasında yaşadıklarına dair tanıklıklara pek rastlanmaz. Büyük Taarruz’un ilk iki gününe dair ateş hattındaki gözlemlerini aktaran nadir subaylardan biri olan 54’üncü Alay 5’inci Bölük 1’inci Takım kumandanı Teğmen Mahmut Akif’in (Cumbul) yayımlanmamış anıları, muharebe alanında yaşanan gerçekleri aktarırken sahip olduğu ruh hâlini de yansıtıyor:

“Gece asker için gelen kuru üzüm ve fındık çuvallarının açarak dağıtmaya başladık. İştahsız alıyor, birbirleriyle helalleşiyorlardı. Herkes mıntıkasına gidiyordu fakat düşmanın taarruz hareketinden haberi olmasın diye gayet sinsice hareket ediyorduk. İki düşman uçağı akşama kadar alçaktan uçarak, bir hareket var mı diye gözlem yapmıştı. Sabah anladık ki, düşmanın taarruzdan haberi yokmuş. Düşmana sekiz yüz metre kadar yaklaşarak şafak sökmesini bekledik. Gece fena halde soğuktu. Taarruz saati geldi. Takımımla düşmana yaklaşmaya devam ederken nöbetçiler bizi görünce “Oo, buyurun. Sabah çayı mı içmeye geldiniz?” diye alay edip işaret fişeklerini ateşlediler ve sürekli ateş ettiler.

Ortalık iyice ağardığında mermi yağıyordu. Biraz ilerledikten sonra yere yatmaya mecbur kaldık. İki saat sonra şu emri aldım: ‘Topçu düşman siperlerine ateş edecek, saat 12’de alay genel taarruza geçecek. Düşman siperleri zaptedilecek.’ Tam saat on ikide düşman siperlerine mermi yağmaya başladı. Biz sıçrayarak Uzun Güney tepesine yaklaşıyorduk. Takımımla düşmanın tel örgüsüne kadar yaklaştım. Arkamdan ikinci takım da geldi. Avcı hattında duruyorduk. Siperlerden sürekli ‘Türkler buradan defolun. Artık sizin enişteniz olduk. Bu topraklardan gitmeyeceğiz’ diye bağırıyorlardı.

Ben de söylediklerine kızıp ‘Yaptıklarınıza tahammülümüz kalmadı. Artık sizi kovacağız’ diyordum. Ayağa kalkarak iki takıma hücum emri verdim. Veli Çavuş yanıma gelip ‘Emriniz baş üstüne fakat sağ ve soldaki diğer bölükler geride kaldı. Düşman bizi esir eder’ dedi. Derhal duruma baktım. Çavuşun dediği gibiydi. Emri geri alarak arkadaki bölük kumandanıma rapor gönderdim. Akşama kadar cevap bekledim.

Bulunduğumuz dağ kuru otlarla kaplıydı ve düşman otları yakıp rüzgâr da bize doğru esince ateş üstümüze yürüdü. Etrafımızı alev sarmıştı ama geri çekilme emri almamıştım. Çekilmezsek göz göre göre yanacaktık. Dumandan istifade ederek geri çekildik. Düşman da bu takviye kıtasını ayırdı. Ateş azaldıkça düşmanın siperimize koştuğunu görüyordum. Biraz geri çekilince bölük kumandanıyla kalan üçüncü takıma rastladım. Kumandan bizi bekliyormuş. Takımları toparlayarak geri dönerken şiddetli ateş ve yangın vardı. Maalesef ateş içinde kalan şehitler de vardı. Çekilirken bir feryat işittim. Ne olduğunu anlamak için asker gönderdim. Bazı yaralıların yanan otların ortasında olduğunu söylediler. Onları kurtardıktan sonra bölük kumandanının yanına vardım. Taburdan ateşten kurtuluncaya kadar geri çekilme emri gelmişti.

Yarım saat kadar geriye çekildik. Karnım açtı fakat ekmek değil yalnızca su arıyordum. Yaver Yozgatlı Ethem’i gördüm. “Aman su Ethem” dedim. Tabur kumandanı Binbaşı Sivaslı Ali Rıza Bey’in bir matara suyu vardı. Teşekkür ederek suyu içtim. Gözüm biraz dünya gördü. Bir derenin içinde şafak sökünceye kadar bekledik. Biraz yemek yedik.

Siper kazmak imkansızdı

Bu kez Yatık Tepe’ye taarruz edecektik. Sabah yaklaşınca avcı hattına yayıldık. Ortalık ağarınca düşmanın bizi kuş bakışı gördüğünü ve mermi yağdırdığını fark ettik. Taşlık ve kayalık bir arazi olduğundan siper kazmak mümkün olmuyordu. Arap Mehmet toprağı zorlayarak hiç olmazsa başımı koruyacak kadar kazmayı başardı. Yine de ateşten kurtulma imkânı yoktu. Düşman bizim beş katımız mermi atıyordu. Ateş altında dört beş saat kaldık. Vadide toplanma emri geldiğinde başımızı kaldırsak vurulacak haldeydik. Ne yapayım ki, emir emirdir. Takımı manga manga sıçratmaya başladım. Kurşunlar kaputumu delerek geçiyor, ayaklarımın arasında hissediyordum. Makineli tüfek tarıyor, önümüze mermi yağıyordu. Bu halde vadiye indik. Bir ara yere yattım. Kozanlı ihtiyat teğmeni Recep de bana doğru geliyordu. Onu da ateş altına sokmamak için uyardım. Ateşten kurtulunca birbirimize yaklaştık. Kucaklaşıp öpüştük. Meğer ben aniden yere yatınca vurulduğumu sanıp kurtarmak için koşmuş. Alay bu vadide toplanıp taarruz için hazırlandı.

2’nci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa’dan topçunun imha ateşi yapacağı ve taarruza geçip mutlaka Yanık Tepe’yi alacağımız haberi geldi. Takımımı avcı hattına çıkardım ve tepenin üzerine durduk. Düşman yine şiddetli ateş ediyordu. Vatanı kurtarma gayesiyle bu ateş seli bize vız geliyordu. Takıma sıçrama emri verdim. Tepeyi geçip ikinci bir vadiye indik. Bunu gören düşman topçusu vadiye mermi saydırmaya başladı. Diğer tepeye koşup yere yattık. 61’inci Tümen’in taarruz ettiği düşman bizi yan ateşine aldı. Hem önden hem yandan kurşun yağmaya başladı. Ne yapacağımızı soran İhtiyat Teğmeni Arif Kemal’e ‘Yapacağımız tek şey düşmana hücum edip ölmek ya da siperi zaptetmek’ dedim. Cevaben ‘Haydi canım sen de! Bu çocukça olur. Kuvvetimiz az, hücum edemeyiz’ dedi. Ben de ‘Hücum etmezsek sağ kalabilir miyiz? Yere yatıp ölmektense düşmana göğüs gererek ölmeyi tercih ederim’ dedim. O da duruma bakıp ‘Dediğini yapalım. Nasıl olsa öleceğiz’ dedi. Soldaki takımın başı Trabzonlu İdris Efendi’ye haber gönderdim: “Düşmana taarruz için alaydan emir aldım. Takımları sıçratarak süngü hücumu yapacağız…”

Sözüme inanıp takımını hazırladı. Meğerse ordu kumandanı kıtaların olduğu yerde kalmasını ve taarruz için geceyi beklemesini emretmiş. Fakat emri getiren er yolda şehit olmuş ve alay bizi takviye etmemiş. Üç takım birden yüz kişi kadar kuvvetimizle “Allah Allah” sedalarıyla hücum ettik. Tel örgüye elli metre kaldığında düşman siperlerini terk ederek kaçtı. Tel örgüye dayandık. Aşmanın imkânı yoktu. Takımda bir tel makası vardı. Veli Çavuş az bir yer açtı ve düşman siperine girdik. Siper erzak, sigara, konyak şişeleriyle doluydu. Kaçan Yunan askerleri silahlarını da bırakmıştı. Bir kayanın arkasında beş on tane yaralı Yunan eri yatıyordu. Sol takım kumandanı Teğmen Adnan elindeki Türk bayrağını kayanın üzerinde dalgalandırmaya başladı. Borazan da çalınca topçumuz düşmanın ikinci siperini ateş altına aldı.

Yorgo Prokopiyu’nun çektiği fotoğraf üzerine yaptığı tabloda ateş hattı.

 

Düşman siperdeki irtibat hendeklerini icabında arabayla erzak gelebilecek genişlikte yapmıştı.
Birkaç kişiyi süngülü nöbetçi olarak diktim. Takım efradını toplamaya çalışırken alayımızın dağınık halde ilerlediğini gördüm. Bulunduğum diz siperinden az ilerideki boy siperine geçtim. Tam otururken ani bir ateş açıldı ve yaralandım. Sırtıma bir odun darbesi inmiş gibi belimi doğrultamadım. Ağzımdan burnumdan kan akmaya başladı. Kurşun omurgalarımın yanından girmiş, ciğerlerimden geçip sağ kolumda kalmıştı. Çavuşlar yanıma koşarak beni arkalarına aldı ve tel örgünün dışına çıkardı.

Konuşamıyordum. El işaretiyle cebimdeki sarı paketin çıkarılmasını istedim. Elbiselerimi yırtarak yaramı sardılar. Bunlar hep kurşun yağmuru altında oldu ve Allah korudu, ikinci bir kurşun gelmedi. Bir sıhhiye sedyesine yerleştirdiler.”

1’inci Kolordu Kumandanı Albay İzzettin’in (çalışlar) günlüğünden gün gün zafere giden yol

17 Ağustos

Sabah ordu kumandanı çağırdı. Saat dokuzda Çay’a gittim ve beklenen harekât hakkında görüştük. 14’üncü Fırka da emrime verildi. Fevzi Paşa Akşehir’e gelmiş. Harekâtın bir hafta, on gün içinde yapılması mümkün.

20 Ağustos

Gece uyku tutmadı. Sabah erken 8’inci Fırka’nın tahrip denemelerine bakıp Şuhut’a geldim. Fırka kumandanları toplandı. Harekât hakkında görüştük. Yarın akşam yanaşma hareketi başlayacak. 4’üncü Kolordu bu gece başladı.

21 Ağustos

Genel taarruz 26 Ağustos sabahı. Allah muvaffakiyet ihsan etsin. Gece otomobille Şuhut’a geldim. Fırkalar kuzey ve güneyden yanaştı. Geçen yıl tam bu gece, Sakarya Muharebesi’nde cepheye hareket etmiştim.

22 Ağustos

Fırkalar cepheye yanaştı. 2’nci Kolordu Fahrelli, Doğanlar, Pazarağaç, Çay bölgesine yanaşıyor. Bu durumda sol yana gitmekten vazgeçmiş olmalıyız.

23 Ağustos

14 ve 15’inci fırkalar mevzilere biraz daha yanaştı. Öğleden önce Nurettin (Sakallı) Paşa geldi. Yarın Başkumandan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Kumandanı geleceklermiş.

24 Ağustos

Dadan’ın güneyindeki karargâhıma geldim. Sabah Albay Kâzım (Sevüktekin) geldi. Fırkalar son toplanma hattına yanaştı. Başkumandan yarın karargâhıma gelecekmiş. “Türkler Afyon’u alırsa, Atina’yı da alır” deniyormuş!

25 Ağustos

Madag’a geldim. Başkumandan da geldi. Görüştük. Öğleden sonra kıtaları ve yolları teftiş ettim. Yarınki taarruz için kıtalar yanaştı.

26 Ağustos

Sabah 5’te taarruz başladı. Önce Tınaztepe, sonra Belentepe ve Kırcaarslan zaptedildi. Düşman akşama doğru takviye kıtaları alarak karşı taarruzda bulundu ama önemli mevziler elimizde kaldı.

27 Ağustos

Taarruza devam ettik. Tınaztepe’ye gidip fırkaların taarruzunu yönettim. Düşman tahkimattan atıldı ve Sincanlı Ovası’ndan kuzeye sürüldü. Top, makineli tüfek, malzeme, erzak ve esir alındı.

28 Ağustos

Fırkalar arası güvenli bağlantı kurulmasını istedim. 23’üncü Fırka bir yürüyüş kolunu perişan edip cephane, araba ve toplarını terk etmelerini sağladı. Düzensiz halde çekilen düşmanı hezimete uğratmak için yeni düzen alınmasını emrettim.

29 Ağustos

Gelen emirde çekilen düşmanın takibi bildirildi ve Dumlupınar’da tutunmalarına imkân verilmemesi istendi. Görevimiz mevzileri alıp çekilme yolunu keserek düşmanı Murat Dağı’nın kuzeyinde bırakmaktı. Fırkaları kilit noktalara sevk ettim. Düşmanın dört uçağı üzerimizde uçup birkaç bomba attı. İki er şehit oldu, birkaç kişi yaralandı. Sabah erkenden takibe başlandı. Alınan esirlerden kuşatmamızdan kaçamadıkları öğrenildi. Gece Çalışlar köyünde kaldım.

30 Ağustos

Gece yarısından sonra, Arpagediği’nin işgal edildiğini ve hücum taburuyla süvari bölüğünün düşmanın hattını keseceği bildirildi. Saat üçte düşmanın bütün taarruzları karşılandı. 4.20’de düşman çekilme hattını açmak için 23’üncü Fırka cephesine şiddetle saldırdı. Taarruz bütün gece sürdü ama çekilme yolu açılmadı. Dün düşmanın Dumlupınar’dan atılmış olması çok önemliydi. Amacımıza ulaşmıştık.