08 Temmuz 2025, Salı
Abone Ol Giriş yap
Haber Giriş: 30.06.2025 12:55 | Son Güncelleme: 30.06.2025 13:36
Makaleyi sesli dinle • 6:45

Hayvancılıkta sürdürülebilir bir model mümkün mü?

Hayvancılığın sürdürülebilirliğinin tartışıldığı bir süreçte Sütaş’ın Bingöl yatırımı, süt ürünleri üretimini enerji ve lojistikle entegre eden yapısıyla klasik tesis modellerinden farklılaşıyor
Hayvancılıkta sürdürülebilir bir model mümkün mü?
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Dünya genelinde tarım ve hayvancılık, hem iklim kriziyle mücadelenin hem de gıda güvenliğinin merkezinde yer alıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, hayvancılık sektörü küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 14’ünden sorumlu. Öte yandan bu alan, dünya çapında 1 milyardan fazla insanın doğrudan geçim kaynağını oluşturuyor.

Türkiye’de ise üretici tarafında yaşanan zorluklar tabloyu daha da karmaşık hale getiriyor. TÜİK verilerine göre, 2023 yılında yalnızca damızlık sığır ithalatı için 250 milyon dolardan fazla ödeme yapıldı. Artan yem fiyatları, alım garantilerinin yetersizliği ve üretimin küçük, birbirinden kopuk işletmelerde sürdürülmesi gibi yapısal sorunlar, küçük ve orta ölçekli üreticilerin sektörden uzaklaşmasına yol açıyor. Bu bağlamda, tüm üretim sürecini baştan sona aynı sistem içinde kurgulayan entegre modeller yalnızca şirket başarısı değil, yapısal bir çözüm önerisi olarak da dikkat çekiyor.

Bu hafta süt ürünü deyince Türkiye’nin akla ilk gelen firmalarından Sütaş’ın Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz’ın davetiyle birkaç kişilik bir basın grubuyla birlikte Bingöl’e gittik. Burada şirketin en yeni yatırımlarından biri olan, Türkiye’deki dört entegre tesisten en büyüğünü ve en yenisini gezdik. Sırasıyla önce Karacabey, sonra Aksaray, sonra Tire ve son olarak Bingöl’de açılan bu tesislerin her birinde damızlık yetiştirme çiftlikleri, yem fabrikası, süt ürünleri fabrikası, enerji ve gübre tesisleri yer alıyor.

320 hektarda kurulu sistemin bölgesel etkisi

Gezdiğimiz tesis, 320 hektarlık bir arazi üzerinde yer alıyor. Sütaş’ın “çiftlikten sofraya” dediği entegre modelin yapı taşları, damızlık çiftliklerinden yem üretimine, gübre ve enerji tesislerinden paketleme sistemine kadar aynı alanda konumlanmış. Bu bilgi ilk anda verildi belki ama gerçekten anlam kazanması için o tesisi saatlerce gezmek gerekiyordu. Muharrem Yılmaz’ın sık sık vurguladığı gibi, bu yapı yalnızca süt üretmek değil, toprağın, hayvanın, enerjinin ve insanın bir bütün olarak yönetildiği bir dengeyi kurma iddiası taşıyor. “Biz çiftlikten sofraya derken, aslında toprağını kendi gübresiyle onaran bir sistem kurduk,” diyor.

Tesis yalnızca üretim kapasitesiyle değil, bölgeye etkisiyle de dikkat çeken bir boyuta sahip. Sütaş’ın 2021 yılında hazırlattığı bölgesel etki analizine göre, bu yatırım Bingöl’ün sosyoekonomik yapısında kayda değer bir dönüşüm yaratma potansiyeline sahip. Rapora göre, 2033 yılına kadar Bingöl’ün gayrisafi yurtiçi hasılasının Sütaş yatırımı sayesinde yaklaşık yüzde 60 oranında artması öngörülüyor. İl, Türkiye genelinde fert başı gelir sıralamasında 73. sıradan 38. sıraya yükselebilir.

Bugün itibarıyla Bingöl tesislerinde 893 kişi çalışıyor. Çalışanların yüzde 93’ü Bingöl ve çevre illerden. Sütaş, bölgede yalnızca istihdam yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda üretici ve girişimciler için de bir ekosistem kurmaya çalışıyor. 2024 yılında bölgede 658 üretici aileyle günlük 28,3 ton süt tedarikine başlanmış. Hububat sapı, silajlık mısır ve yonca üretimi karşılığında 245 milyon TL ödeme yapılmış; bu rakamın 2025’te 414 milyon TL’ye çıkması bekleniyor.

Yatırımın önemli ayaklarından biri de yetişmiş insan kaynağını bölgeye kazandırmak. Karacabey Meslek Yüksekokulu’nda eğitim alan Bingöllü bursiyerlerin bir kısmı, Aksaray ve Karacabey tesislerinde deneyim kazandıktan sonra Bingöl tesisine yönetici olarak geri dönmüş. Gözle görülür şekilde genç, teknik becerilere sahip ve bölgeye aidiyet duyan bir ekip yapısı kurulmuş durumda. Muharrem Yılmaz’ın bu bilgileri “Bir tesis kuruyorsak, onun ruhunu da birlikte inşa etmeliyiz,” sözleriyle tamamlaması dikkat çekiciydi.

Enerji ve üretimde çevreci yaklaşım

Tesisin altyapısı sadece üretim değil, sürdürülebilirlik odağında da dikkat çekici. Sütaş’ın verilerine göre, endüstriyel tesislerinin elektrik ihtiyacının yüzde 92’si, ısı ihtiyacının ise yüzde 38’i ineklerin gübresi ve organik atıklardan üretilen yenilenebilir enerjiyle karşılanıyor. Şirket, 2025 itibarıyla elektrik ihtiyacının tamamını kendi üretimiyle karşılamayı hedefliyor.

“2024’te 1 milyon ton süt işledik, günde 6,8 milyon paket ürün üretiyoruz. Türkiye’de her 10 sofranın 8’ine ulaşıyoruz. 182 bin satış noktasında varız. Bu yılki ciromuz 39,6 milyar lira,” diyor Muharrem Yılmaz ve ekliyor: “Ama bizim için asıl kıymetli olan, bu rakamların arkasında yerli üretimi büyüten, toprağı ve hayvancılığı destekleyen bir sistemin olması.”

“Bizim adımızda süt var, işimiz süt”

Süt kokulu tesisin her köşesini gezmek birkaç saatimizi aldı. Dezenfekte edildikten ve hijyen kurallarına uygunluğumuzdan emin olunduktan sonra üretim hattına geçtik. Mühendislerin çalışma alanlarını, çiğ sütün kabulden önce test için alındığı laboratuvarı ve sürecin her aşamasında uygulanan kontrol noktalarını gördük.

Otomatik paketleme sistemini izlemek ise neredeyse meditatif bir deneyimdi. Gezinin akılda kalan anlarından biri ise 0-2 aylık buzağıların bulunduğu ahır alanlarını ziyaret etmekti. Yemek ve su kaplarından günlük alınan numunelerle sağlıkları kontrol edilen bu yavruları sütle besleme fırsatımız da oldu. Hayvanların merkezde olduğu iş modelleri, günümüzde artan etik tartışmaların da odağında. Bir yanda insanoğlunun en eski uğraşlarından biri, diğer yanda değişen değerler ve yeni bakış açıları... Bu konuda herkesin durduğu yer farklı olabilir, ancak burada hayvanlara iyi bakıldığını gözlemlemek en azından biraz içimi rahatlattı.

Ahır alanları, yüksek tavanlı ve güneş ışığı alan açık yapılardan oluşuyordu; kış için yalıtım perdeleri hazırlanmıştı. Dev vantilatörlerle serinletilen bu yapılarda inekler sağıma kendi kendine gidiyor, sekiz dakikalık işlem tamamlandığında yine tek başlarına çıkıyorlardı. Eğer sistem bir sağlık sorunu tespit ederse, yürüyen hayvan doğrudan veteriner hattına yönlendiriliyordu.

Piyasada olduğunu bilmediğim süt bazlı ürünlerle karşılaşınca, Muharrem Yılmaz’a bitkisel süt çeşitleriyle ilgili ne düşündüğünü sormadan edemedim. “Bizim adımızda süt var, işimiz süt,” diyerek bu alanın şirketin gündeminde olmadığını belirtti. “Çiftlikten sofraya” anlayışının yalnızca bir iletişim söylemi değil, üretim ve dağıtım süreçlerinin tamamına entegre edilmiş bir sistem olduğunu tesisi gezerken daha net görmek mümkün oldu. Ürünlerin kendi e-ticaret siteleri üzerinden, market fiyatlarıyla doğrudan sipariş edilebilmesi de bu zincirin son halkasına kadar şirket tarafından yönetildiğini gösteriyor.