İstanbul’un çok büyük yardıma ihtiyacı olacak ama aynı zamanda büyük kaos ve karmaşa yaşanacak. Kente tam ve fiili yardım edebilecek ekipler, her türlü alet edevat, araç Anadolu’da, Marmara Bölgesi’nin dışında olmak zorunda. Deprem olduğu zaman ihtiyaç duyacağımız kurtarma, yeme içme, sağlık, çadır vs. ne düşünülüyorsa Marmara'nın dışındaki kentlerde yapılsın ki onlar bize yardıma gelebilsin.
Büyük yıkıcı depremi hâlâ bu fayın kuzey kolunda bekliyoruz
4 Aralık’taki deprem Kuzey Anadolu fayının güney kolu üzerinde meydana geldi. Biz büyük, korkutucu depremi, Kuzey Anadolu fayın Marmara Denizi’nin içindeki kuzey kolunda bekliyoruz. Ama güney kolunda da enerji birikiyor, tabii daha yavaş. Dolayısıyla enerjinin büyük deprem üretme için geniş zamana ihtiyacı var. Yalnız bu güney kolun biz bütün faylarının özelliklerini bilmiyoruz. En son deprem ne zaman üretmiş, kaç yıl geçmiş bilmiyoruz. Çoğu fay için bilmiyoruz aslında. Bunu paleosismolojik çalışmalarla öğrenebiliriz. Hendek kazacaksın, orada olmuş depremlerin izini bulup onu yaşlandıracaksın, tarihlendireceksin. Biz depremlerden darbe yiyoruz ama ülkemizde ciddi olarak planlı, programlı, devlet destekli, uluslararası deprem araştırmaları yapan insanlarımızın sayısı bir elin parmağından az. Hükümete, yetkililere söyledim kaç sefer. MTA’yı (Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü) deprem araştırmalarına, kentlerde tehlike analizi yapmaya mecbur edin dedim. Daha az maden arasın, daha az su arasın bugünlerde ama şu ülkede bu işi altından kalkalım. Bu tehlike analizini, mikro bölgeleme çalışmasını yapmazsan kentini asla deprem dirençli yapamazsın.
Gemlik taşınmazsa bir sonraki büyük depremde yaşaması mümkün değil
Depremin gerçekleştiği bölgenin jeolojisiyle Marmara’nın kuzeyinin jeolojisi farklı. İstanbul tarafındaki kayalar görece olarak daha katı, jeolojisi daha sağlam. Dolayısıyla stres bakımından davranışı daha farklı. Bu güneydeki alanlar ise daha plastik davranıyor, daha deforme oluyor, stresi daha kolay alıyor. Yani o beklentiden dolayı biz burada deprem olabilir diye düşünüyorduk ama yıkıcı depremi halen daha kuzey kolunda bekliyoruz. Depremin gerçekleştiği kol Bolu tarafından geliyor, İznik'in güneyinden ve Gemlik'in üzerinden geçip Zeytinbağı-Bandırma hattından Ege’ye uzanıyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, Gemlik çok tehlikeli bir yer. Hükümetin aldığı Gemlik’i boşaltma kararı çok doğru ama uygulama tavsamış. Gemlik’i taşımak lazım, aksi halde olabilecek büyük bir depremde oranın yaşaması mümkün değil. Çok büyük zararlar alabilir.
“Deprem henüz yeni oldu, daha vakit var” denemez
Çevredeki depremler fayların stres alanını değiştirebiliyor. Yani bazen depremi öne çekiyor, bazen geciktiriyor. Onun için bu fayları dikkatli çalışmak lazım, bakmak lazım. Bir de zamanı kafadan kaldırmak, bunu önemsememek lazım. Yani diyelim ki Mudanyalılar, Bursalılar, Gemlikliler fayın eni ne, boyu ne, derinliği ne, en fazla ne deprem üretir ve kentime nasıl zarar verir diye ciddi ciddi çalışmalı. Deprem ne zaman gelmiş olursa olsun, önemli değil. “Şu tarihte olmuş, daha 100 yıldan fazla var” diye düşünürlerse bu ülkede binlerce insanımızı bir gecede toprağa gömeriz. Bu saat gibi çalışmıyor. Yer bilimleri matematik gibi değil, çeşitli olasılıklar var. Öyle kompleks, öyle kaotik ki biz de doğruyu tam bilemiyoruz.
Fayda yeterince stres varsa lastiği şişirecek basınç onu kırmaya yeter
5.1’lik bu deprem çevredeki faylara belli ölçüde stres verir, kuzey koluna da verir. Eğer kuzeydeki fay yeterince stres yüklemişse, kırıldı kırılacak durumdaysa, tamamen bardak dolmuşsa, taşıran son damla görevi görebilir. Bakın teorik konuşuyorum, eğer olmuşsa diyorum. Eğer dolmuşsa, buradan buraya gidecek stresin öyle çok büyük olması gerekmiyor. Bir araba lastiğini şişirecek kadar verdiğin basınç bunu harekete geçirebilir, o kadar az yani. Tetikleme dediğimiz şeyi yanlış anlamamak lazım. Her deprem bir yeri tetiklemez, oraya stres gönderir. Ama o gönderdiği yer deprem üretmek için bahaneye bakıyorsa, yeterince dolmuşsa o ekstra yükleme işi bitirir. Kuzey kolunun, yani yıkıcı depremi beklediğimiz yerin bu noktaya gelip gelmediğini bilmiyoruz.
Senaryo: önce kumburgaz sonra adalar kırılır, büyüklük 7.5’e ulaşır
Marmara Denizi'nde kırılacak birinci fay, yaklaşık 45 kilometrelik Adalar fayı. Tek başına bu kırılırsa en fazla 7 büyüklüğünde deprem üretir. Yani 6’lar mertebesinde deprem olur. İkinci fay Yeşilköy açıklarından Silivri açıklarına kadar gelen Kumburgaz fayı, 70-75 km uzunluğunda. Bu kırılırsa minimum 7.2 büyüklüğünde deprem olur. Biz önce bunun tek başına kırılacağını düşünüyoruz, sonra Adalar’ın. Kumburgaz fayı tek başına kırıldığı zaman fazla uzun zaman geçmeden Adalar’ı da kırar. Bunun kalması mümkün değil. İkisi birden kırılırsa da 7.5’e kadar gidebileceğini düşünüyoruz, zaten deprem hazırlıklarını bu senaryoya göre yapıyoruz. Marmara Denizi’ndeki üçüncü fay olan Tekirdağ fayı 1912’de kırıldığı için artık buradan tehlike beklemiyoruz.
Marmara’da sismik boşluk oluştu deprem kaçınılmaz
Niye Marmara'da illa deprem olacak diyoruz? 1999’da Kocaeli’de oldu, 1912’de Tekirdağ’da oldu. İkisinin ortasındaki Kumburgaz ve Adalar hatlarında ise olmadı. Bir doğrultu atımlı fayın sağında solunda deprem olursa ikisinin ortasında kalan yer muhakkak kırılmak zorunda. Oralara deprem boşluğu, sismik boşluk diyoruz. O boşluk dolmak zorunda. Burada en son deprem 1766’da. Yani hem deprem tekerrür periyodu dolmuş hem de sismik boşluk meydana gelmiş. Yetmez; Bingöl’den gelen Kuzey Anadolu fayının neresinde bir deprem oluyorsa, sonraki onun batısında oluyor. Yani doğudan batıya deprem göçü var. En son deprem 1999’da Kocaeli’de oldu. Oranın batısı Marmara, yani kurtuluşu yok, kaçış yok.
Neden esenyurt çok, kağıthane az hissetti?
5.1’lik Mudanya depreminin bize çok iyi anlattığı bir şey var. Esenyurt Belediye Başkanı beni aradı, “Hocam biz çok sallandık” dedi. Halbuki ben Kağıthane’de pek duymadım bile depremi. İşte bu, zemin durumunu anlatıyor. Diyelim ki başka yerdeki bir depremin dalgaları İstanbul’a ulaşıyor ve bir zeminde yayılıyor. Özellikle S dalgaları… Eğer senin bulunduğun zemin iyi kaliteliyse, yani kaya niteliği özelliği gösteriyorsa orada S dalgalarının hızı saniyede en az 750 metre hızla, yani yüksek hızla geçip gidiyor, orada zaman geçirmiyor. Eğer kötü zemindeysen, mesela killi, siltli zeminse, yeraltı suyu varsa, aynı dalgalar senin oradan geçerken hop diye bir duruyor. Orada periyodunu, frekansını küçültüyor, yayık gibi çalkalıyor, vurdukça vuruyor. Deformasyonu da fazla oluyor. Oradaki zemin bu dalganın enerjisini absorbe ediyor, tutyor. Zeminin enerjiyi tutması, deforme olması demektir. O da daha fazla sarsıntı demektir. Üstündeki, içindeki bütün yapıları yıkmak veya afete dönüştürmek demektir. Onun için yöneticilere mikro bölgeleme yapın, zemine dikkat edin, ona göre inşaat yapın diyoruz.
Kıyılardan içeri doğru ilk 10 km depremi 9 şiddetinde hissedecek
Kumburgaz veya Adalar faylarında oluşacak bir depremde Avrupa ve Asya Yakası’nın kıyı şeridinden ilk 10 kilometre içindeki yerleri en az 9 şiddetinde etkilenecek. Mesela Adalar kendi içinde belki 10 şiddetinde etkilenecek. Zaten biz özellikle Avrupa Yakası’nın kıyı kesimlerinde çok daha dikkatli olunması gerektiğini söylüyoruz. Tabii Karadeniz'e doğru gidildikçe depremin şiddeti düşecektir. Keza Marmara'da Silivri'den daha batıya doğru gittikçe depremi şiddeti de doğal olarak azalacaktır. Bu azalma o bölgede 7-8 şiddetine kadar civarında ama Istrancalar’a doğru giderseniz 5-6’ya kadar düşebilir. Bu beklediğimiz Marmara depreminde özellikle Avrupa ve Asya Yakası’nın kıyılarından içeri doğru ilk 10 kilometrelik şeriti iyi hazırlamak lazım. İstanbul'un kuzeyini biraz daha güvenli kabul edebilirsiniz ama çok kötü zemin ve çok kötü yapı olursa onlar hasar alabilir. Ama ne kadar kuzeye doğru giderseniz, fay hattından uzaklaştığınız için depremin şiddeti de o kadar düşecektir. Büyük afet boyutunda olmaz.
İstanbul’un kuzeyinde yaşayanlargüneye yardıma hazır olmalı
İstanbul’da deprem olduğu zaman ulaşım sağlanamayacak, binalar yıkılacak, yangınlar çıkacak, göçük altında kalan insanların kurtarılması gerekecek, sağlık ve beslenme hizmeti verilmesi şart olacak. Çok karmaşık, kaotik bir şey olacak. İstanbul'un kendi içerisinde bunları sağlamak mümkün olmayacak. İstanbul’un dışında, belki Marmara Bölgesi’nin dışında kentlerden insanlardan bize büyük ölçüde yardım gelecektir. Yani örneğin ilk üç günde göçük altından kurtarma çalışmalarını İstanbul'un kendi kurtarma ekipleriyle, kendi organizasyonlarıyla yapacağını pek zannetmiyorum. Muhtemelen o kurum ve kuruluşlar da depremden önemli ölçüde etkilenmiş olacak. Bize tam ve fiili yardım edebilecek ekiplerle her türlü alet edevat, araçlar Anadolu’da, Marmara Bölgesi’nin dışında olmak zorunda. Deprem olduğu zaman ihtiyaç duyacağımız kurtarma, yeme içme, sağlık, çadır vs ne düşünülüyorsa Marmara'nın dışındaki kentlerde yapın ki onlar bize yardıma gelebilsin. Göreceli olarak İstanbul'un kuzeyinde yaşayan insanların büyük bölümü de, afete o derecede maruz kalmamaları halinde güneye, Marmara Denizi’ne doğru olan semtlerdeki insanlara yardımcı olmalı. Onun için hazırlanmaları, mahalle gönüllüleri oluşturmaları acil yardım, acil müdahale eğitimleri almaları lazım.
Bakanımız önce okullarda alınan tedbirleri anlatsa daha doğru olur
Bir depremci olarak hep düşünmüşümdür, gerçekten depremi kendi toplumumuza anlatamıyoruz. Bunun yanında kendi inançlarımıza haksızlık ettiğimizin de farkındayım. Arazide, dağda çalışırken, vatandaşla da konuşurken sık sık “Deprem Allah’ın işi, sen ne karışıyorsun” veya “Bu takdiri ilahi, yukarıdan gelir olur. Ölürsek ölürüz” gibi dinimizle bağdaşmayan, doğru da olmayan, yani bir bakıma dinimize iftira eden söylemlerle de karşılaştım. Oysa dinimiz gerçekten bilimi, bilgiyi Çin'de de olsa gidin alın diyen bir din. “Bir harf öğretene 40 yıl kulluk ederim” diyen bir anlayış. Üstelik siz herhangi bir konuda tevekkül edip o işi yaradana bağlayacaksanız bütün tedbirleri alacaksınız. Yapacağınız hiçbir şey kalmayınca Allah'a bırakacaksınız. Milli Eğitim Bakanımız “Doğal afetler, bilhassa deprem, bize gösterdi ki maddi hazırlık kadar manevi hazırlık da büyük önem taşımaktadır” derken bunu kast ediyor olmalı. Elbette manevi olarak herhangi bir konuda kendimize güven, kendimizi daha kontrollü hissetmemiz önemli ama Milli Eğitim Bakanımız öncelikle deprem hazırlığını ön plana çıkarmalı. Önce depremde çatıların çökmeyeceği okullar oluşturulmalı. Bütün ülkemizde okullarımızın, yavrularımızın, çocuklarımızın göçük altında kalmamalarını sağlayacak tedbirler alınmalı. Ebeveynler, çoluk çocuğunu okula gönderen insanlar mutlu edilmeli ve bunun yapıldığını da açıkça söylemeli. Dinimiz bunu gerektirir. Bakanımızın neyi kast ettiğini anlıyorum ama bunu böyle özellikle söylüyor olması bence pek de doğru değil. Yani bir bakan olarak, milyonlarca insanın can güvenliğinden sorumlu olarak öncelikle depreme hazırlık ve çocuklarımızı deprem bilincine, farkındalığına, kültürüne kavuşturma konuşmaları yapmalı. Deprem dirençli kentler yapmak gerekirken, “Çoluk çocuğumuzu göçük altında kurban edemeyiz” diye çıkış yapacakken, böyle bir söylemi biraz da siyasi bir gerekçeyle söylediğini düşünüyorum.