Güzem Yılmaz Ertem: Elbette konuşulacak çok fazla başlık var. Sistem üzerinde regülasyonlar, vatandaşın alım gücünün düşmesi, hataların nasıl telafi edilmesi gerektiği… Önce sizden genel bir değerlendirme rica edelim hocam…
Bilge Yılmaz: Sürdürülemeyecek bir düzeni seçime kadar sürdürmek için baskının dozunu arttırıyorlar ve baskının bir sonucu olarak ikili kur sistemi oluştu. İkili kur sistemi bir semptom esasında. Esas problem büyük bir cari açık var ve finansmanında problem yaşıyoruz. Bu kronik yani yapısal cari açık problemini çözmek için hiçbir şey yapmayan bir iktidar var ortada. Sürekli dışarıdan, Rusya ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerde taviz vererek getirilen parayla bu durumu döndürmeye çalışan bir iktidarın altında bu ülkede yaşıyoruz. Merkez Bankası’nın rezervleri o kadar çok azaldı ki başka bir kaynak olmadığı için şu aşamada talebi kısmaya yönelik bir baskı var. Makro ihtiyati tedbirler adı altında makro ihtiyati tedbirle alakası olmayan düzenlemelerle döviz talebini kısmaya çalışıyorlar. Telefonlarla baskı kurarak, mesela bankalara günlük 30 milyon, 50 milyon dolar kota veriliyor, onun dışında satamıyorsunuz. Adam dış ticaret yapıyor. Mal çekmesi lazım. Alamıyor. Ya da borcunu ödeyecek, dolar almasına müsaade etmiyorlar. Böyle bir sistem sürdürülebilir bir sistem değil. 14 Mayıs da çok yaklaştı, 8-9 iş günü kaldı. Artık sürünerek oraya doğru götürmek için bir baskı kuruldu.
G.Y.E: Sermaye kontrolü çok tehlikeli bir ifade. Haluk yorumlarını merak ediyorum, sonrasında Bilge Hoca’ya da söz verelim.
Haluk Bürümcekçi: Kontroller, makro ihtiyati önlemler adı altında öyle bir noktaya gelinmiş durumda ki, gelinen nokta KKM’nin de boyut olarak büyümesiyle geri dönülmesi zor bir nokta. Şu anki yarı kontrollü düzen, bana öyle geliyor ki sizin yönetiminizde de bundan kısa sürede çıkmak mümkün olmayacak.
Bilge Yılmaz: Seçim uğruna, siyasi çıkarlar uğruna ülkenin geleceği çok büyük bir tahribat aldı. Şu an adı konmamış bir sermaye kontrolü var ve gidilen yolda da bunun adı konacak. Bazı konuları konuşmamız bence uygun değil. O konulara girmeyeceğim. Ama bakıldığı zaman çok az döviz rezervi kaldı. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin çok zor kararlar vermesi gerekecek. Tayyip Bey seçimi kazanırsa önünde iki yol var. Ya şu an gittiği yoldan gidecek, o yoldan giderse de Suudi Arabistan, Rusya gibi ülkelerin Türkiye’yi yüzdürmeye devam etmesi imkansız. Türkiye’nin ihtiyaçlarını bu ülkeler karşılayamaz, zaten karşılamak da istemezler. Karşılığında da çok büyük tavizler isterler.
G.Y.E: Peki Mehmet Şimşek gibi isimler gelir ve bu yoldan gitmezlerse, bir faiz artışı yapılırsa çözülür mü? Bu işin anahtarı faizi arttırmak mı?
B.Y: Keşke o kadar kolay olsa. Şimdi bu yoldan giderlerse nereye gidiliyor? Türkiye çok büyük bir cari açık veriyor. Ticaret açığı üç ayda 35 milyar dolar. Bunun sürdürülmesine imkan yok. Bunun turizmle veya herhangi bir şeyle kapanmasına imkan yok. O zaman ne olacak? Türkiye gaz, petrol ithal ediyor, ham madde ithal ediyor, yiyecek ithal ediyor. Sonbahar geldiğinde siz bu kalemlerin bazılarını ödeyemeyecek duruma gelirsiniz. Türkiye’de insanlar evini mi ısıtacak, çocuğuna et mi alacak ya da şirketlerin ihtiyacı olan ham maddeler mi alınacak? Böyle bir seçime zorlanacak bu yönetimde Türkiye. Ve oraya gittiğiniz zaman adı konmamış sermaye kontrolünün de adını koymak gerekecektir. Ondan sonra Türkiye çok acı şeyler tecrübe eder ve ekonomi daralır, küçülür. Türkiye gazı, petrolü olmayan, kapanan, otokratik rejimlerden biri olur. Ben bu yola girileceğini zannetmiyorum. Çünkü o yolun sonu çok büyük bir yıkım. O zaman geriye dönülecek. Geriye dönerken U dönüşü yapılacağının baştan sezdirilmemesi lazım ama biraz sezmeye başladık.
G.Y.E: Beş senede kaç Merkez Bankası başkanı değişti…
H.B: Üç tane Hazine Bakanı…
B.Y: O güveni tekrar kurmak hemen hemen imkansız. Çok ciddi bir problem var. Faiz politikasıyla çözülemeyecek bir problem var. Bir de kadro problemi var. Çok ciddi, birinci sınıf bir ekonomi yönetimine ihtiyaç var. Tayyip Bey’in elinde ikisi de yok. O anlamda faiz politikasını değiştirerek çözülecek hiçbir şey yok. Keşke Türkiye’nin durumu faiz politikasını değiştirerek düzelecek gibi olsaydı. Bunu büyük bir içtenlikle söylüyorum. Buradan çıkılabilmesinin yolu çok net değil. Bu yoldan gidilmeyeceği de aşikarsa, öbür yola sapılacaksa IMF kaçınılmaz duruyor. Ama sorun IMF’yle de çözülmüyor. IMF’nin de böyle problemlere düşmüş ülkeleri yüzde 100 çıkartmak ya da düzeltmek gibi bir geçmiş başarısı yok. Ben bu U dönüşünden sonra Türkiye’nin bata çıka bir sürece gireceğini, yüzdürülebileceğini ama ciddi kronik enflasyon ve ciddi makroekonomik istikrarsızlık içinde boğuşarak yeni bir sürece gireceğini düşünüyorum.
"Mevcut iktidar seçimi kazanırsa önümüzdeki süreçte Türkiye’nin zor kararlar vermesi gerekecek. Ya şu an gidilen yol ya da U dönüşü"
G.Y.E: İlk kez Haluk Bürümcekçi ortaya koymuştu: 128 milyar dolar nerede? Hukuki olarak bunun arkasında kimler var? Paranın bir kısmı piyasaya geldi ama bir kısmı yurt dışına mı kaçırıldı?
B.Y: İki tane çok farklı soru var. Ben kullandığım dile özellikle dikkat ediyorum. Çünkü bu olay hukuki bir mesele. Ben siyasi bir figür olarak yanlış şeyler söylersem Türkiye’nin ileride aleyhine kullanılır. Türkiye’de dört yerde soruşturma yapılması lazım. Bunlara başka eklemeler de yapılabilir ama bunların bazıları da bu kovalara konulabilir esasen. O dört ayrı yer ne? Birincisi sizin söylediğiniz alan. Türkiye’de ciddi olarak arka kapıdan Merkez Bankası’nın rezervleri harcandı, çarçur edildi. Burada yapılan hukuksuzluklar, varsa kamunun zararı, tespit edilip kanuni sürecin işletilmesi lazım. Ama bunu Bilge Yılmaz, Meral Akşener ya da Kemal Kılıçdaroğlu hesap soruyor diye söylememek lazım. Siyasilerin yapması gereken burada o bağımsız kurumların bağımsızlığını sağlamasıdır.
G.Y.E: Sayıştay raporlarının tekrar aktif bir şekilde devreye girmesinden bahsediyorsunuz.
B.Y: Tabii. Ondan sonra hukukun üstünlüğünü tesis ederek bağımsız yargıyla üstüne gitmek lazım. Çünkü bu işler maalesef yurt dışına intikal edecek. Bu yolsuzluklarla çıkan paraların çoğu yurt dışında. Bu yüzden Türkiye’de bu olayı çözemeyeceğiz. Türkiye’de hukuki olarak haklarımızı tespit ettikten sonra o paraları yurt dışından getirmek istiyorsak hukuki süreci yurt dışına beyan etmemiz lazım. Uluslararası yargı yolundan başka bir yolu yok. Bu dört alandan biri. Oldukça problemli ama daha kötü yerler de var. Özelleştirmeler var. Özelleştirmeye karşıyız diye bir şey yok ama devletin, milletin yararına yapılır. Her şeyin özelleştirilmesine karşıyız o da ayrı bir konu. Yapılan özelleştirmelerin de bazı yolsuzluklara yol açtığı konusunda ciddi intibalar var. Onların da aynı şekilde bağımsız denetim ve bağımsız yargı yoluyla hukuki süreçten geçirilmesi lazım, iki. Üçüncüsü kamu bankaları üzerinden yapılan yolsuzluklar.
G.Y.E: Siz de AK Partili birçok milletvekiliyle tartıştınız.
B.Y: Kamu bankalarının da araştırılması lazım. Görev dışında verdikleri krediler çok problemli. Dört, kamu-özel iş birliği projeleri. Bu dört alanın da çok ciddi biçimde bağımsız denetim ve bağımsız yargı yoluyla incelenmesi lazım. Bu bir süreçtir, bunu başlatacağız. Türkiye Cumhuriyeti’nin bunların üstüne sünger çekip yürümesi mümkün olmaz.
Rantiyenin vergisi artırılmalı
G.Y.E: Gelir vergisi ve dolaylı vergiler Bilge Bey, orada ne yapacaksınız?
B.Y: Şimdi şöyle, ben vergiyi iki çeşit düşünüyorum. Bir, vergi adaleti. Türkiye’nin topladığı vergi miktarı esasen düşük değil. Ama toplama şeklinin iki problemi var: Bir, vergide adalet yok. Yani dar gelirli çok fazla vergi veriyor çünkü ödenen vergilerin çoğu KDV, ÖTV türü vergiler olduğu için gelire bağlı değil.
"TCMB’nin döviz satışları, bazı özelleştirmeler, kamu bankalarının görev dışı kredileri ve bazı kamu-özel iş birliği projeleri mutlaka incelenme"
G.Y.E: Dolaylı vergilerde bir sıkıntı olduğunu düşünüyorsunuz.
B.Y: E tabii. Normalde geliri yüksek olanların vergi oranının da daha yüksek olması lazım. Onun için de gelir vergisindeki dilimlerin etkili kullanılması gerekiyor. Türkiye’de çok orta direk bir aile bile o üst vergi dilimine hemen giriveriyor. Şimdi onları yeniden düzenleyeceğiz. Vergi adaletini sağlamak için bu ÖTV gibi vergileri zaman içinde düşüreceğiz. Ama başka gelir kaynakları bulmamız lazım.
G.Y.E: Otomotivde ÖTV sıfırlanabilir mi? Kemal Bey’in bu konuda çok popülist söylemleri oldu.
B.Y: ÖTV uzun zamanda düşürülecektir ama bunu kademeli yapmak makul olacaktır. Burada daha önemli bir mevzu vergiyi teşvik paketi gibi de düşünmek lazım. Türkiye’deki şu anki vergi mevzuatı insanları doğru şeylere teşvik etmiyor. Şimdi, üretirseniz bir iş adamı olarak yüksek vergi veriyorsunuz. Gayrimenkul işine girerseniz daha az vergi veriyorsunuz. Finansal spekülasyon yaparsanız daha da az, hatta sıfır vergi veriyorsunuz. Bunun tam tersi olması lazım. Üretenin daha az vergi, rant işine, spekülatif işe girenin daha yüksek vergi vermesi lazım.
Faizin artması ekonomiyi yavaşlatmaz
H.B: Bana gelen sorular şöyle: Faiz nerede oluşacak, politika faizi nerede oluşacak? Çünkü bu bahsettiğiniz portföy yatırımlarının çok önemli bir kısmını oluşturan off-shore swap girişleri için de çok önemli. Çünkü, geçmişte 50-60 milyar dolarlar boyutundayken sıfırlanmış durumda. Belki de, en büyük portföy girişini buradan sağlayacaksınız. Dolayısıyla herkes bunu merak ediyor, yabancılar başta olmak üzere. Bu yabancının tahvillere göstereceği ilgi açısından da çok önemli olacak. Yani, bütün tasarruf dengelerini oturtacak şey bu. Öyle değil mi hocam?
B.Y: Para politikalarında etkinin bir kısmı anında gelir ama ardından uzun vadeli etkileri yavaş yavaş gelir. Yani para politikasını uyguladığınız zaman sonuçlarını 6 ay içinde görürüsünüz. O anlamda da kimse doğru para politikasının ve faiz politikasının tam nokta atışını bilemediği için aşağı yukarı bir tahmin yapar. Yani Haluk Bey bir şey tahmin etse, bizim aklımızındakinden çok farklı olacağını zannetmiyorum.
G.Y.E: Yani kimse 8.5 faize beni ikna edemez.
B.Y: Şöyle, tabii şu an bankalar yüzde 30’larda mevduat topluyorsa, Merkez Bankası’nın 8.5’lik faizini şu an kimse ciddiye almıyor demek. Yani, Merkez Bankası zaten piyasalara her şeyi dikte edemez. Bu bir yönlendirmedir. Öngörülü davranırsanız piyasaları yönlendirirsiniz. Ama şimdi böyle bir faiz politikası uyguladığınız zaman sizin faiz politikasının bir önemi de kalmıyor, çünkü kimse siz ciddiye almıyor. Hiçbir etkisi yok, çünkü önemsizleştirdi. Yani öyle bir hale geldi ki Merkez Bankası’nı önemsizleştirmekle övünen bir iktidardan bahsediyoruz. Merkez Bankamız çok kıymetli ve kullanacağız. Bankalar mevduatı 30’lardan topluyorsa piyasa diyor ki oralarda bir faiz beklentisi zaten var. Bunun dışında eğer siz yandaş değilseniz, özel bir mevzuat üzerinden borç almıyorsanız, yüzde kaçtan borç bulabiliyorsunuz? Şu an Türkiye’de ciddi bir kredi sıkıntısı var. Şirketlerin çoğu krediye ulaşamıyor. Diyorlar ki bankalara “yüzde 30’dan mevduat toplayın yüzde 14’ten kredi verin”. Öyle bir dünya yok. Yani, bankalar bankacılık aktivitelerinden değil başka yerlerden para kazanır duruma geldi. Çünkü bankacılık mevduat toplamak ve sonra da kredi vermek için vardır, iş planı olarak. Çok basitleştirerek anlatıyorum tabii ki ama. Şimdi o karlı bir aktivite değil Türk bankacılık sektöründe.
"Şu anda Merkez Bankası’nı önemsiz kılmakla övünen bir iktidar var. Merkez Bankası faizlerinin ciddiye alınmadığı noktaya geldik"
G.Y.E: Doğru.
B.Y: Bu sürdürülebilir değil, buradan çıkılması lazım. Şu an Merkez Bankası faizinin artırılması piyasadaki faizin yükselmesine neden olmaz, tam tersi düşürebilir. Yani bu adamlar ciddi enflasyonla mücadele verecek, enflasyon düşecek beklentisi uzun vadede faizi aşağı çekecektir.
G.Y.E: Doğru. Naci Bey zamanında biz bunu görmüştük. Ağbal faizleri arttırdıktan bir süre sonra kredi faizleri aşağı gelmişti.
B.Y: Şimdi, gelecekteki enflasyon beklentisi düştüğü için düşer. Ayrıca da risk primi düştüğü için de düşer. Yani, Türkiye’de faizler artırılırsa ekonomide bir daralma yaratır, piyasadaki faizleri artırır gibi bir beklenti doğru bile değil. Çünkü Türkiye’de o kadar çarpık bir düzen var ki, tamamen irrasyonel politikalar üzerine. Şimdi sorunuza gelince, zaten sonuçta dolaylı olarak bir yanıt vermiş oldum. Bu aralık ne söylemiyorum ama şu andakiyle arasında ciddi bir fark var ve bu aralık 30’larda başlıyor.
Türkiye’nin pozitif reel faiz vermesi çok da gerekli değil
G.Y.E: Ekonomistler yılın ikinci yarısı için döviz ihtiyacı olarak 90-100 milyar doları zikrediyorlar. Haluk ne dersin?
H.B: Farklı rakamlar var.
B.Y: Eksi rezervden, net eksi rezervden bahsediyoruz. Kullanılabilir rezervin çok az olduğunu görüyoruz. Onun için de altınlar satılmaya başlandı çünkü rezervin bir kısmı da altın. Biz buradan nasıl çıkacağız? Kısa vadede Türkiye’nin bir nefes alabilmesi için bir şekilde buraya yatırım çekmesi lazım. En kısa sürede gelecek yatırım portföy yatırımı bu aşamada. Özel bazı borçlar da alınabilir.
G.Y.E: IMF’yi mi kastediyorsunuz?
B.Y: Yoo, özellikle IMF’ye ihtiyacımız olmadığını ve bu işi IMF’siz yapacağımızı daha önce ilan ettim. Fikrimi değiştirmiş değilim. Başka kurumlar da var Türkiye’ye borç verebilecek, köprü finansmanı yapabilecek. Ben gerekirse uluslararası ilişkilerimizi kullanarak bunları rahatlıkla sağlayacağımızı biliyorum. Ama ona gerek kalmayacak büyük bir ihtimalle. Portföy yatırımlarıyla nefes alacağımız bir ortam oluşacaktır.
G.Y.E: Pozitif reel faizle mi?
B.Y: Bu sadece reel faiz meselesi değil. Bunu da pozitif reel faizle beklentiler üzerinden konuşmak lazım. Türkiye’nin enflasyon üzerine bir faiz vermesi şu aşamada gerekli değil. Bence çok zarar da verir ülkeye.
G.Y.E: Beklenen enflasyonun üzerinde faiz vermesini mi kastediyorsunuz? B.Y: O anlamda beklenenin üzerinden bile olmayabilir. Piyasa şartlarına bakmak lazım. Türkiye’nin dünyada bir yeri var ve dünyada yatırım yapması gereken fonlar var. Yükselen piyasalarda esasen para yatırabilecek ülkelerin sayısı çok ciddi azaldı. Ciddi olarak bir problem var.Rusya problemi var, Batı’nın Çin’le olan problemi var. Bu, iki ülkeye yapılacak yatırımları ciddi olarak kısıyor. Dünyada çok büyük fonlar var. Bunların bir kısmı emeklilik fonları. Serbest fonlar da var. Yapı itibarıyla yükselen ekonomilerin hem hisse senetlerine hem tahvillerine bir talep var. Ve o talepte Türkiye esasen biz doğru şeyi yapmaya başladığımızda bir yıldız olacak.
G.Y.E: ABD bu kadar pozitif reel faiz verirken yabancı yatırımcı olarak neden Türkiye’ye yatırım yapayım?
B.Y: Bir risk dağıtma durumu var. Bir de Amerika’daki uzun vadeli devlet tahviline yatırırsanız yıllık yüzde 3.5. Kısa vadede tutarsanız doğru, yüzde 5 kazanmanız mümkün. Ama onu uzun süre kazanmanız beklenmiyor zaten. Zaten beklenseydi uzun vadeli faizler yüksek olurdu. Orada geçici bir şey var. Gelişmekte olan ülkelerde çok daha fazla kazanmak mümkün olduğu gibi bütün riskleri aynı sepete koymamak lazım. Sonuçta birçok fonun kendi tanımında zaten yurt dışı ülkelere para yatırma yükümlülüğü var. Türkiye en cazip ülke haline gelecek çünkü dünya konjonktüründen ötürü Türkiye gibi bir ülkenin çok büyük potansiyeli var. Baktığınız zaman Türkiye’nin iç borçlanma kağıtlarında pek yabancı sermaye kalmadı. Yani tam sıfır değil ama sıfır diyebiliriz. Buraya ciddi miktarda para geleceği aşikar. Şu an zaten Türkiye’de seçime yönelik pozisyon alınmaya başlandı ve Eurobond’larda biliyorsunuz faizler bir miktar geri çekildi.
G.Y.E: Doğru.
B.Y: Onun dışında bir de borsa var. Borsada tarihsel olarak baktığınız zaman yabancıların borsadaki payı yüzde 50’nin üstünde seyreder, hatta 3’te 2’si filan denir. Şu an piyasada alıp satılmayan kısmını çekerseniz o pay şu an çok çok küçük hale geldi. Türkiye’nin özellikle bu dünya konjonktüründeki gelişmelerden sonra tekrar 50’leri 60’ları, 60’ın üstünü görmesi an meselesi.
G.Y.E: Üstelik pozitif reel faiz vermeden bunu yapabiliriz diyorsunuz…
B.Y: Tabii tabii. Türkiye borsası birçok anlamda eğer ekonomi sağlıklı bir düzene girerse yabancılar için oldukça da ucuz.Yuvarlak bir hesapla borsa büyüklüğümüz 200 milyar dolar diyelim, onun yüzde 30’u 60 milyar dolar yapar. Ki bu mütevazı bir rakam. Aynı şekilde bizim devlet iç borçlanma kağıtlarımıza ciddi miktarda talep olacağını ben biliyorum.
G.Y.E: Kuru tutmaya çalışmanız hata olur mu? Ya da tutacak mısınız? Realist olarak baktığınızda kurun şu anki seviyelerde olmayacağını görüyorsunuzdur.
B.Y: Bu konuda konuşmam. Konuşmam doğru da değil. Sonuçta bizim beklentilerimiz var, değişik senaryolara çalışıyoruz ve onlara hazırlıklıyız. Kurun seviyesine göre yapacağımız politikalar farklı. Tabii ki aklımızda bir optimal patika var, o yönde gideceğiz. Kurun fazla korunmamasını, aşırı değerlenmemesini, aşırı değersizleşmemesini, kurun Türkiye’de sıkıcı bir konu haline gelmesini istiyoruz artık.
G.Y.E: Haluk’a döneyim. Şimdi ÜFE ve TÜFE bazlı reel kur değerlemeleri yapılıyor. Kurun adil değerleri tartışmaları çok var Haluk. Ne olmalı, şu an olması gereken yerden ne kadar uzak?
H.B: Ben şu anda TL’nin aşırı değerli olduğunu düşünmüyorum. Evet, TÜFE ölçümlerimiz doğru değil ama ÜFE üzerinden bakarsak veya İTO endeksini kullanırsak kurlar değerli gözükmüyor yabancı yatırımcıların yazdıkları raporların aksine.
G.Y.E: TL değerli gözükmüyor diyorsun.
H.B: Evet, TL değerli gözükmüyor. Ama şöyle bir konu var daha önemli: Kur konuşmak için önce faizi konuşmak lazım. Faiz doğru olmadığı zaman kurda oynaklık da olur, kur seviyesi için farklı görüşler de olur. Faiz ekonomide dengeleri sağlayan en önemli enstrümandır. 2 şey önemlidir: Bir makroekonomiyi dengelere oturtacak faiz vardır. Bir de finansal istikrara oturtacak. İkisi de ayrı şeydir aslında, ki Türkiye’de çok çok ayrıdır, çünkü Türkiye’de dolarizasyon problemi olduğu için geçişler çok anidir. Siz geldiğinizde de maalesef makroekonomik dengelerden önce finansal istikrarı önceleyeceksiniz mecburen.
B.Y: Şimdi orada çok ciddi bir ameliyatın ortasında doktor değiştireceğiz.
Hedefimiz 1 yılda aylık enflasyonu % 1.5’e indirmek
G.Y.E: Seçilirseniz, enflasyon konusunda patika çizmeniz gerekecek. Bu konuda bir hedef paylaşabilir misiniz bizimle?
B.Y: Enflasyon hedefleme sistemine geri döneceğiz ve onu da birinci sınıf insanlarla yapacağız. 3 aylık projeksiyonlar yapılacak. O yönde de bir faiz patikası çizilecek ve biz başarılı oldukça o faiz yavaş yavaş aşağı çekilecek. Başarılı olamazsak da niye olamadığımızı araştırıp ona göre yürüyeceğiz.
G.Y.E: Yüzde 25 beklentisi çok mu iyimser sizce?
B.Y: Şimdi, görevi devralırsak, hedefimiz 2024 haziran ayında, aylık enflasyonun yüzde 1.5’e çekilmesi, o anki hız açısından yıllık yüzde 20’ye indirme hedefimiz var.
G.Y.E: Peki son dönemde kamu otoritesinin bankaları almaya zorunlu tuttuğu tahvillerin değişimi mümkün mü? Haluk yorumunu merak ediyorum, Bilge Bey’e de sorarız ardından.
H.B: Evet, bu faiz konusunun etrafında dönen bir konu tabii. Bankaların aktif pasifleri arasındaki vade ve faiz uyumsuzluğu da buna eklenebilir. Önceki açıklamalarınızda “Seçimden 8 Mayıs itibarıyla, makro ihtiyati tedbirler içeren bir yol haritası açıklasak iyi olur” demiştiniz. Bu yönde bir ilerleme var mıdır, onu da sormak isterim ayrıca.
B.Y: Son sorudan başlayayım. 8 Mayıs haftası seçimden önce, dar kapsamlı ama net, sonra zaman içinde detaylandıracağımız bir yol haritası ortaya koyarsak piyasalara güven verecektir. Ve biz seçilirsek 14 Mayıs akşamı birinci turda inşallah, 15 Mayıs sabahı piyasalar çok farklı bir yere uyanacak. Önceden çizdiğimiz bir yol haritamız olursa ve kazanınca gelecek grubun az çok kim olduğu ya da ne yapmak istediği bilinirse, o zaman piyasayı yönlendirebiliriz. Sorunun ilk kısmına gelirsek bankalara zorla aldırılan uzun vadeli Hazine kağıtlarında oluşan faiz şu an gerçekleri yansıtmıyor. Gerçeği yansıtacağı zaman herkes satmak isteyecek, kağıtların değeri düşecek ve faizler artacak.Öyle bir durumda oluşacak kayıp ne, onu hesaplıyoruz.
G.Y.E: Ne kadar yaklaşık?
B.Y: O kayıp genelde (özkaynaklarının) yüzde 2’sinin altında kalıyor bankalarda bilançolar açısından. Bu önemli bir kayıptır ama bankaları batırmaz.
G.Y.E: Hazine bankalardaki düşük faizli tahvilleri alacak mı?
B.Y: Şu aşamada böyle bir şey yapmayacağız diyeceğimiz bir durum yok.
G.Y.E: Bütçe tarafına gelelim. KKM’nin Hazine boyutu var, 500 milyar TL’ye kadar çıktığı söyleniyor bu yükün. EYT ödemelerinden kabaca 250 milyar TL hesaplanıyor. Deprem bölgesi harcamalarından 300 milyar TL… Bu açığı nasıl dengeleyeceksiniz?
B.Y: Bütçe disiplini kalmadı. Bu şekilde gitmeyeceği aşikar. Bu disiplinsizlikler birkaç ay sonra çok yüksek enflasyon olarak geri gelecek.
G.Y.E: Ama Kemal Bey mesela emekli ikramiyelerine değiniyor. Millet İttifakı’nın da bu anlamda popülist söylemleri var...
B.Y: Türkiye’de ciddi bir servet dağılımı ve gelir dağılımı bozukluğu yaratıldı, özellikle enflasyon yüzünden. Enflasyondan önce de vardı, enflasyonla ciddi olarak belli bir kesimdeki insanlar zengin edildi. Dar gelirliyi korumak için bizim bazı harcamalar yapmamız gerekecek. Onların hangi kalemler olduğuna oturup karar verilir. Tarımda zaten verilmesi gerekenden az veriliyor ama sanayi kısmında çok yanlış şekilde bu paralar israf ediyor. KKM’den çıkışın da maliyeti olacak.
G.Y.E: Ödeyecek misiniz bunların karşılığını?
B.Y: E tabii ki.
G.Y.E: “Biz vazgeçtik, ödemiyoruz bu faizi” diyebilir misiniz?
B.Y: Hayır. Biz bundan düzenli olarak çıkacağız.
G.Y.E: KKM’deki vatandaşın içi rahat olabilir mi?
B.Y: Tabii tabii, kesinlikle. Burada verilen sözler tutulur ama biz bunu sonlandıracağız. Bunun tabii ki Hazine’ye bir maliyeti olacak. Türkiye’nin borçlarını belki 3-4 puan artıracak. Yani gayrisafi milli hasılamızın yüzde 3-4’üyle biz neler yapardık bu ülke için. Tarımda, çocuklarımız için eğitimde, gıdada… Ama o parayı çarçur etti devlet. Bunu borcumuza ekleyeceğiz ama Türkiye’nin iç borcu halledilemeyecek bir seviyede değil. Yani şu an GSYİH’nin yüzde 30’larında deniyor ama 30’larda çıkmayacak çünkü biz o bankaları temizleyince, bu bütçe dışındaki şeyleri tekrar disiplin altına aldığımız zaman, bu oran 70’lere çıkabilir. Ama yine de kabul edilemez bir oran değil. Yani Türkiye iyi yönetildiği zaman bunları eritir uzun vadede. Tabii ki iç harcamalarda bir kısıntıya gidilecek. Bu şekilde yarın yokmuş gibi para harcamak mümkün değil.