Bu yıla girerken ekonomi ve finans piyasalarında yaşayacaklarımız açısından ana senaryoyu bu köşede “İlk yarının sonucu baştan belli, ikinci yarıya bakalım” başlığı ile vermiştim. Bu ayrımın ana nedeni ise yıl ortasına doğru gerçekleşecek kritik seçimlerdi elbette. Zira haftalardır bu satırlarda, ana hedefi “seçimlere kadar faizi ve döviz kurlarını düşük tutarak, bütçeden yapılacak türlü sübvansiyonları dikkate alıp Hazine’nin düşük maliyetle borçlanmasını kolaylaştırarak ve negatif reel faizle iç talebi körükleyerek, nihai olarak tüketici güvenini artırmak” olan politikaların uygulandığından bahsediyoruz.
Her şeyi sorduk...
Bunların sürdürülebilir olmadığını vurgulasak da, gerekirse son haftalarda gördüğümüz türden kısmi sermaye kontrolleri de uygulanarak bu noktaya kadar getirilmesini bekliyorduk. Bu politikalardan siyasi bir sonuç alınıp alınmadığını ise seçim sonuçları gösterecek. İkinci yarının getireceği en önemli netlik ise, yönetimde kim olursa olsun bu politikalardan ne ölçüde eski normallere dönüş olabileceğini anlamamız olacak. Aslında yönetime talip her iki ittifak da ortodoks politikalara dönüş sinyali verse de, bu sinyal Cumhur İttifakı tarafında daha ikircikli bir şekillenme gösterdi. Bu bağlamda, dönüş sinyallerini daha net ve güçlü bir şekilde veren Millet İttifakı cephesinde ekonomi yönetimi için öne çıkan isimlerin uygulanacak politikalara ilişkin görüşleri belirgin önem taşımaktaydı.
Bu alanda ise net bir şekilde İYİ Parti Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz’ın öne çıktığını görürken, zaman zaman bu köşede çeşitli mecralardaki açıklamalarını aktardık ve değerlendirdik. Ancak bunlar hep dolaylı aktarımlardı, bu hafta ise gazetemizin başladığı YouTube yayınları için kendisi ile bir araya gelme ve tanışma fırsatını bulduk. Hem yayın hem de sohbetimiz sırasında aklımızdaki herşeyi sorma fırsatını bulduk. Bu soruların neler olduğunu “Ortodokslara seçim sonrası sorularım” başlıklı mart sonundaki yazımdan da görebilirsiniz. Söz konusu söyleşi geniş bir şekilde bu haftanın gazetesinde yer alacak ve yayının tüm kaydına da ulaşılabilecek.
Bu nedenle verilen tüm mesajlara bu satırlarda değinmeyeceğim. Bunun yerine görüşmeden aldığım izlenimleri ve bana göre öne çıkan bazı mesajları aktarmaya çalışacağım. Ancak buna girmeden önce, Yılmaz’dan aldığım yanıtların “Yabancıya ısmarlama faiz bizi bozar” başlıklı 7 Nisan tarihli yazımda aktardığım düşüncelerime yakın olduğunu belirtmeliyim. İzlenimlerime gelince, bir kişiyi hele ki ileride ekonomi yönetiminde önemli bir rol oynamaya soyunmuş ise yüz yüze konuşarak tanımaya başlamayı çok önemli bulurum. Bu doğrultuda, Bilge Yılmaz’ın son derece şeffaf, net ve samimi açıklamalarını olumlu bulduğumu belirtmeliyim. Her ne kadar, yabancı yatırımcıların kendisi ile görüşmelerinden edindikleri izlenimlere ilişkin olumsuz bazı noktalar kulağımıza geliyor olsa da, bunun daha çok Türk varlıklarına yeniden giriş için daha iyi seviyelerden (daha yüksek kur ve faiz) fırsat kollayan yabancı yatırımcıların hayal kırıklıklarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Yılmaz, söyleşimiz sırasında muhtemelen yabancı yatırımcılara konuştuğuna paralel “Mevcut enflasyonun üzeri faiz uygulamamız mümkün değil. Hatta beklenen gelecek dönem enflasyonunun bile üzerinde olmayabilir” şeklindeki kritik mesajlarını verdi. Enflasyon hedeflemesi rejiminde TCMB’nin mevcut faizi belli bir aralığa önden yüklemeli olarak yükseltmesi gerekeceğini, ancak bunun enflasyon beklentilerini ve risk primini düşüreceğinden hareketle, mevcut piyasa faizlerini artırmasını gerektirmeyeceğini de vurguladı. Enflasyon üç aylık projeksiyonlarla hedeflenirken, ana hedef bir yıl sonra aylık enflasyonu %1.5 seviyesine (yıllık %20 hızına) yavaşlatmak olacak.
Yılmaz, seçim sonrası devir teslim sürecinde oluşabilecek belirsizlikleri azaltmak için en geç 8 Mayıs’ta makro ihtiyati tedbirleri içeren bir yol haritasının açıklanmasının piyasaların aşırı noktalara gitmesinin engellenmesi ve beklentilerin doğru yönetilmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyor. Ayrıca, ekonomide kilit görevlere atanacakların önceden açıklanmasının mümkün olduğunu, ancak bu konuda liderler arasında mutabakat olup olmadığını bilmediğini belirtiyor. Ancak, Kılıçdaroğlu ile Babacan’ın en son sosyal medya paylaşımında “Ekonomi alanında uzman isimlerden Şampiyonlar Ligi kadrosu kurduk ve birkaç gün içinde açıklayacağız” şeklindeki mesajları bu doğrultuda ilerleme sağlandığını düşündürüyor. Kadroların yanısıra döviz ve faizlere yönelik acil tedbirleri içeren yol haritasının açıklanmasını da çok gerekli ve doğru bir hamle olarak görüyorum.
En acil iş KKM...
Yılmaz’ı konulara hakim, görev için çok uygun ve hazırlıklı bulsam da, işinin hiç kolay olmayacağını belirtmeliyim. Acil öncelik kutuda yer alan analizde aktardığım gibi TCMB’nin son haftalardaki net döviz satışlarındaki belirgin artış ve KKM hesaplarındaki sert yükselişin yansıttığı döviz talebinin önünü kesecek tedbirleri bir an önce hazır etmek ve seçimlerin kazanılması durumunda hızlıca uygulamak olacak.
Sıra evdeki gümüşlere mi geldi?
Bilindiği gibi, uzun süredir TCMB rezervlerini etkileyen kanallardaki hareketleri takip ederek her hafta için gerçekleşen değişimin kaynaklarını ortaya koyuyorum. Bunun daha sağlıklı olması için de brüt rezervleri etkileyen gelişmelerden çok TCMB’nin TL karşılığı alım ve satımlarının yansıdığı Net Uluslararası Rezerv büyüklüğünü (NUR) dikkate alıyor ve bu büyüklüğü etkileyecek kanallardaki toplam değişim ile NUR gerçekleşmesini karşılaştırarak bankanın rezervlerinin bu kanallar dışında alım veya satıma konu olup olmadığını anlamaya çalışıyorum.
Bu şekilde incelediğimde, nisan ayının ihracat bedellerinden yapılan alımlar ve KKM’den TCMB’ye gelen dövizlerin tamamının yanısıra mevcut döviz ve altın rezervlerinden yoğun satışın gerçekleştiği bir ay olarak geçtiği görülüyor. Ayın sadece ilk üç haftasında KKM’nin 13.4 milyar dolar arttığını düşünürseniz ve ihracat bedellerinden aylık ortalama 7 milyar dolar alındığını dikkate alırsanız, yapılan brüt döviz satışının boyutu ciddi seviyelere ulaşmış görünüyor.
Ancak daha önce de belirttiğim gibi, döviz piyasasında uzun süredir uygulanan “geri dönüşüm mekanizması” açısından bakıldığında, brüt döviz satışından çok net olarak ne kadar satıldığı daha önemli. Zira brüt satışlar TCMB’nin net döviz pozisyonunu aşağı çekmiyorsa, sistemin işleyişi açısından bir sıkıntı da yaratmıyor. Oysa net döviz satışlarının artması durumunda bankanın hem likit rezervleri azalıyor, hem de döviz açık pozisyonu büyüyor.
Nisan ayında piyasalara yapılan net döviz satışlarının 11 milyar dolara yaklaştığını tahmin ederken, bu durumun piyasaların yakından takip ettiği bilanço içi döviz pozisyonunu -4.9 milyar dolar ile Ocak 2002’den beri en yüksek pozisyon açığına kötüleştirdiği görülüyor. Dolayısı ile, rezervler açısından ulaşılan bu tablo da, seçimler sonrası Türkiye Modeli’ni bu şekli ile daha fazla yürütmenin mümkün olmadığına işaret ediyor.