22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
Haber Giriş: 28.05.2021 06:00 | Son Güncelleme: 21.05.2024 15:12

Sanata ilgi karşılıksız bir aşk gibi olmalı

Bir kez daha The New Yorker kapağını çizen ünlü illüstratör Gürbüz Doğan Ekşioğlu: “Karşılık beklenen işte başarı geleceğini düşünmüyorum. Sanatçı mücadele eden, karşı koyan kişidir”
İlke Gürsoy
İlke Gürsoy
Sanata ilgi karşılıksız bir aşk gibi olmalı

Atölyesinden içeri girince bilgisayarda görüntülü görüşme yaparken buluyorum Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nu. NTV ile röportaj yapıyor. Dünyanın en prestijli dergilerinden The New Yorker’ın kapağında çizimi yer alınca, ilgi de artıyor tabii kaçınılmaz şekilde. O ise her zamanki tevazusu ve nezaketi ile anlatıyor hikayelerini. Ne de olsa -araya 10 yıl girse de- bu dergiye çizdiği sekizinci kapak. Ve zaten onun sanatçılığı, kapakları bundan çok zaman önce aşıp geçmiş durumda.

‘Küçülmüş’ ve korkmuş aile

Venturing Out / Temkinli Açılış çiziminizin eskizini bir yıl önce çizip dergiye gönderdiniz. Neden bekledi? Evet, geçen yılın mayıs ayında basılacaktı. O zaman da yaza girişle beraber Covid’le ilgili bir rahatlama bekleniyordu. Ama George Floyd olayı meydana geldi ve gündem değişti, hazirana kaldı. Ve o dönemde de pandemi tekrar yükselişe geçti. Zaman zaman düşünüyordum, açılırsa kullanılabilir diye. Ve 15-20 gün önce bir mail geldi, “24 Mayıs tarihli sayımızda basacağız” diye. 10 yıl sonra kapağım yayımlandı, gerçekten sevindim. The New Yorker kapaklarının yüzde 80’i zaten güzeldir. Ama bu herkesi ilgilendirdiği için özellikle odaklanılan bir örnek oldu. Derginin yöneticileri bana e-posta gönderdiler, çok beğendiklerini ve parlak bulduklarını yazdılar. Nasıl bir duyguyla çalıştınız? Pandemi boyunca dışarı çıkmayan kişiler tanıyorum. Ölüm korkusu çok kuvvetli, insanlarda bunu gördüm. Ve o duyguyu yaşamasaydım bu kapağı yapamazdım. Umudu simgeleyen açık kapı zaten çok kullanılan bir görsel. Ama insanların küçülmüş olması, şiddetli sert ışığın içeri girmesi, arkadan masmavi gökyüzü ve renkli bir New York görülmesi ile başka bir duygu oluştu. Bir korkaklık var oradaki insanlarda. Hem bu hem de 10 yıl önce yaptığınız Usame bin Ladin kapağı, küresel etkiye sahip kötü iki fenomenin geride kalışı üzerine. Hiç “Bu felaketler bitmeyecek, daima bir dert olacak başımızda” gibi bir hisse kapılıyor musunuz?  Kapılmıyorum ama insan Türkiye’de kendisini tam huzurlu, özgür hissedemiyor. O nedenle bir sonraki sergimin teması kuşlar olacak.

Farklı yorum dikkat çekiyor 

Bu eksiklik sizin yaratıcılığınızı etkiliyor mu? Yaratıcılığı öldürmez ama yönlendirir. Evet ister istemez kısıtlıyor ama ne kadar kısıtlasa da bir yolu mutlaka bulunur. Demokrasinin olmadığı ülkelerde yaratıcılık daha fazladır, çünkü insan kafayı ona takar. O zorluğu aşmanın bir yolu bulunur. Benim de var olmamı sağlayan, zorluklardan gelmiş olmam.. The New Yorker çok saygın, entelektüel bir dergi. Ve sizin 2002’den beri sekizinci kapağınız. Bir yerde duygunuz kesişiyor, aynı zeminde buluşuyorsunuz. 1925’ten beri çıkan ve kapağında sadece illüstrasyon yayımlayan bir dergi. Kapak için ya çok kuvvetli, ters köşe bir espri ya da illüstrasyon tekniğinde ve anlayışında bir yenilik gerekir. Ben kedilerin kuyruğunu böyle yapana kadar kimse yapmıyordu. Kuvvetli bir espri olmasa da farklı bir yorumdu. İnsanların dikkatini de bu çekiyor. Bir yerde The New Yorker kapağı yapmam şahane bir sanatçı olmamdan değil de, biraz da şanstan ve çabalamaktan kaynaklanıyor. Çünkü pek çok muazzam sanatçı var.

Kediyle başladım 

Ekşioğlu’nun 24 Mayıs tarihli The New Yorker kapak çizimi.
Ekşioğlu’nun 24 Mayıs tarihli The New Yorker kapak çizimi.

İlk kapağı nasıl yapmıştınız?   1992’de The New Yorker bana dedi ki işleriniz bize uygun, dergiye kapak yapın. Ama herhangi bir konu vermediler. Amerikan Kütüphanesi’ne gidip kapaklarını incelememi, oradaki anlayışa uygun bir şeyler hazırlamamı istediler. İnceledim, kedili ve köpekli kapaklar yapıyorlardı. Ben de kedili üç seçenek gönderdim, birini seçip kullandılar. Sonra yine kedili gönderdikçe sürdü. Ne fark görüyorsunuz bugünden bakınca? O zaman daha serbest bir anlayışla kapaklar yapılıyordu, şimdi konuya göre istiyorlar.

Asıl mesele güzel olanı değil, yeni olanı yapabilmek

Sanatsal yetenek ve yaratıcılık açıdan Türkiye’yi nasıl buluyorsunuz? Ben bütün insanların yaratıcı olduğunu varsayıyorum. Yaratıcılığı geliştiren şey, içinde yaşanılan koşullar. Ayrıca insanın sevdiği işi yapması çok önemli, daha da önemlisi çalışması. Ve çalışırken bir karşılık beklememesi. Sanata karşı ilgi, karşılıksız aşk gibi olmalı. Mücadele gerekiyor. Karşılık beklenen işte başarılı olunacağını zannetmiyorum. Çünkü karşılığını aldığın zaman heyecan bitecektir. Sanatçının mücadele eden, karşı koyan bir yapısı vardır. Mesela bir öğrencim var, çok güzel şeyler yazıyor. Bunları kitaplaştırmasını söylüyorum. Diyor ki “Kitapta yazarsam annem babam ne der bana?” İşte sanatçı, annesinin babasının ne diyeceğini umursamayan kişidir. 40 yıldır hocalık yapıyorsunuz. Yeni nesil bu dediğiniz anlayışa yakın mı?

Ekşioğlu gündeme dair işlerini sosyal medyada paylaşıyor.
Ekşioğlu gündeme dair işlerini sosyal medyada paylaşıyor.

Güneşin çok olduğu yerde insanlar esmer oluyor, az olduğu yerlerde beyaz tenli oluyorlar. Yeni sistem maalesef gençleri farklı şekilde yetiştiriyor. Daha para odaklı davranıyorlar. Peki gençler böyleyse bundan 30 yıl sonraki sanatsal üretim konusunda umutsuz mu olalım?  Hayır, insan bitmediği müddetçe sanat da bitmez. Bugün çağdaş sanatı şaklabanlık diye niteleyenler var. Ama bana göre sanattır. Çünkü her şey evriliyor ve sanatın da asıl meselesi güzel bir şey yapmaktan çok yeni bir şey yapmaktır. Güzel olan hep yapılır. Zanaat iyi bir eğitimle başarılabilir. Bir kitap dolusu yazı yazabilirsin ama Cemal Süreya gibi “Hayat kısa / Kuşlar uçuyor” dediğinde o sanat olur. Sanatçı insanın içinde var olan ama ifade edemediği duyguyu yakalayıp ortaya koyar.

Günceli takip etmeyen tuzağa düşer

Gündemi yakından takip ediyorum. Senin politikayla ilgilenmen gerekmiyor. Politika seninle ilgileniyor zaten. Bütün hayatını yönlendiriyor. İnsanlar politikayla, güncelle ilgilenmedikleri için sistemin tuzaklarına düşüyorlar. O köydeki taş ocağında 20 tane erkek çalışıp para kazanıyorsa sorun yokmuş gibi oluyor bu sefer. İlgilenmek gerekiyor. İnsanın yaşadığı topluma karşı sorumluluğu var. Fotoğraflar: Barış Acarlı