12 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
Haber Giriş: 19.10.2024 12:30 | Son Güncelleme: 19.10.2024 12:37

Şiddet olaylarında psikotik bozukluk: Yasa var ama uygulama sorunlu

Şiddet olaylarında psikotik bozukluk: Yasa var ama uygulama sorunlu

Son dönemde artan şiddet olaylarında psikotik bozukluğu olan kişilerin yer alması gündeme gelirken hastaneye yatırılması ve tedavi süreçleri tartışılmaya başlandı. Uzmanlara göre yasa var ama uygulamada sorun yaşanıyor. Yatak sayısı da yeterli değil. Çözüm olarak sunulan yasa tasarısı ise yaklaşık 18 aydır TBMM’de bekliyor


Türkiye’de son dönemde peş peşe kadına şiddet olayları yaşanıyor. Bunlardan bir tanesi de, Fatih’te yarım saat arayla iki kadını öldüren 19 yaşındaki Semih Çelik vakası. Çelik’in babası ifadesinde çocuğunun psikolojik sorunları olduğunu, intihara teşebbüsten ifade verdiğini, hatta hastanede üç hafta yatıp çıktığını söyledi. Doktorun verdiği ilaçları kullanmadığını da ekledi. Peki, Çelik gibi psikotik bozukluğu olan kişileri hem kendilerinden hem de toplumdan nasıl koruyoruz? Psikiyatrik hastalar için sistem nasıl işliyor?

Türkiye Psikiyatri Derneği Onur Kurulu Üyesi, İstanbul Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde adli psikiyatrist Prof. Dr. Fatih Öncü, önce sistemin nasıl işlediğini anlatıyor:

Türk Medeni Kanunu’nun düzenlediği üzere, bir hasta yakını, kişinin sorunları olabileceğinden şüpheleniyorsa, örneğin intihara teşebbüs edebileceğinden veya birine zarar verebileceğinden korkuyorsa, hastayı hastaneye götürmek için harekete geçebilir. Öncelikle ilk adım, hasta yakını sulh hukuk mahkemesine başvurur. Ardından mahkeme bilirkişi görüşü, yani sağlık raporu ister. Sağlık raporuna göre, hastanın hastaneye sevk edilmesine yönelik kolluk kuvvetlerine emir verir. Unutmayalım, bu aynı kalp krizi gibi, tıbbi bir acil durum. Nitekim, kişide şizofreni, bipolar atak dönemleri, ağır majör depresyon gibi ciddi bir psikotik bozukluk varsa hem toplumda başkalarına hem de kendisine zarar verme riski bulunuyor.” Sistem bu şekilde işlerken Prof. Dr. Öncü asıl sorun sistemin hızlı, koordine bir şekilde çalışmaması olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Mahkeme kararı uzun sürüyor, dilekçeler bekletiliyor. Çünkü yasalarımızda boşluklar var.

Akıl hastasının cezai ehliyeti olmaz

Peki kişi bir suç işlediyse? İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi Sözcüsü Çağrı Uluslu, suç işlediği sırada akıl hastası olan kişinin, cezai ehliyeti olmadığı için sorumlu olmayacağını anlatıyor:

Kişinin akıl hastası olup olmadığına öncelikle, resmi bir sağlık kurulunda üç haftayı geçmeyen gözlem süresiyle karar veriliyor. Fakat hekim yeterli bulmazsa yeniden üç hafta daha ek süreler verilebiliyor. Ardından hasta heyete çıkıyor, rapor hazırlanıyor. Hukukta, kendi kusurundan olmayan bir sebepten kimse sorumlu tutulamaz. Bu sebeple, süresi belli olmadan kişide güvenlik tedbiri uygulanır. Yani akıl hastası ceza almaz, yüksek güvenlikli sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Bu tedavinin süresine, ne zaman çıkacağına ise hekim karar verir. Kişinin taburcu olması için yeniden bir rapor hazırlanır, hatta kişinin tıbbi takibinin gerekip gerekmediği de belirtilir. Takiplerde eğer kişinin tekrar toplum için tehlike riskinin arttığı gözlemlenirse hastaneye tekrar yatırılabilir.

Ömür boyu yatan hastalar da var

Bu noktada, Prof. Öncü, ömür boyu yatan hastaların da bulunduğunu fakat İstanbul için ortalamanın 4-5 yıl olduğunu ekliyor:

Hastalığın şiddetine, tedaviye yanıta, dışarıda tedaviye uygun olup olmadığına, bir vasisi bulunup bulunmadığına veya ne kadar ilgili olduğuna, bunun gibi birçok parametreye göre hekim taburcu edebilir veya hastanede tutabilir. Hastanın toplum açıdan tehlikesinin azaldığına arar verildiğinde hasta heyete çıkar. Heyet değerlendirir ve bir rapor hazırlanıp mahkemeye gönderilir. Bazen, hasta çıkabilir dediğimiz raporlara rağmen mahkemenin kalmasına karar verdiği durumlar da oluyor. İstisnai, tedaviye yanıt vermeyen, ömür boyu kalan hastalarımız da var. Çıkıp takibe alınan da. Düzenli takip konusunda savcılığın süreçten sorumlu olması gerekirken, sistemin aksadığı da oluyor. Normalde kontrole gitmeyen hastanın evine polis gönderilmesi gerekir. Fakat sistem hep olması gereken gibi çalışmıyor. Ekipler yetersiz, personel sık değişiyor, bu tarz sorunlarımız var.

Yatak sayısı az, kimi yatıracağını hekim seçiyor

Öte yandan, sistem olması gereken gibi işlese de karşılaşılan büyük bir engel daha var: Yatak sayısı

Psikiyatride yatak sayımız çok yetersiz. Öyle ki, Eurostat verilerine göre, Türkiye’de 100 bin kişiye 4.52 psikiyatri yatağı düşüyor. Oysa Avrupa ortalaması 14. Avrupa’nın en alt sırasında olan İtalya’da 100 bin kişide 8. Bu noktada, Türkiye’de hekimler hastanın ağırlığına göre bir öncelik vermek zorunda. Kimi yatıracağına karar veriyorlar. Kimi zaman acilde bekletip sonra yatışa aldıkları ya da müsaitlik durumuna göre farklı kurumlara sevk ettiği vakalar da oluyor. Hastanın tek başına kalması gereken gözlem odaları da her serviste 1-2 tane oluyor. Bu odalarda hasta sanıldığı gibi uzun dönem tutulmaz, gereken tedaviler sonucu normal odalara alınır. Fakat bu oda sayılarının da artırılması gerek.

Kanun geçerse boşluklar dolacak

Öncü’ye göre, bütün bu sorunların çözümüne katkısı olabilecek bir ruh sağlığı kanunumuz olması gerekiyor:

Bütüncül, koordine çözümler gerek. Türkiye Psikiyatri Derneği, bir ruh sağlığı kanunu üzerine 1995’ten beri çalışıyor. Son taslak Nisan 2023’te çıktı. Fakat kanun olmadıkça işlemeyecek. Bu taslak, ruhsal sorun sebebiyle hastanın kendisine ve çevreye tehlike yaratması durumunda hızlı bir acil müdahale, mahkemenin vaka yatışı ile ilgili hızlı bir karar verme zorunluluğu olması, yatış sürelerinin gözden geçmesi gibi düzenlemeler yapacak. Zira sistem boşluklarla dolu.