29 Mart 2024, Cuma
Haber Giriş: 17.02.2023 04:30 | Son Güncelleme: 17.04.2023 15:51

Tarihi binalar kültür mirasımızın üzerine yıkıldı

Anadolu’nun ilk camii Habib-i Neccar’dan Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldığı anlaşmanın imzalandığı Meclis Binası’na kadar, pek çok önemli yapı da depremde harabe oldu. Camilerin, sinagogların ve kiliselerin aldığı hasar, şehrin pek çok inancı ve kültürü barındıran eşsiz dokusunu zedeledi
Tarihi binalar kültür mirasımızın üzerine yıkıldı

Şaul abinin gidişi önemli bir devrin kapanışı” diyor Cem Çapar. Hatay’da bulunan, Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’da konuşuyoruz kendisiyle. 6 Şubat depremlerinde köylerinde kimsenin burnu bile kanamamış. Ama bu rahatlatıcı haber Vakıflı Köyü Ermeni Cemaati Başkanı Çapar’ın şehir, bölge ve ülke için endişelerini ortadan kaldırmış değil. Bu endişeler arasında “tarihin yıkımı” diye tanımladığı bir kültürel kayıp da var.
Çapar’ın bahsettiği ve konuşurken “abi” diyerek andığı Şaul Cenudioğlu ve eşi Tuna Cenudioğlu, depremde yaşamını yitiren en az 36 bin kişiden sadece ikisi. Ama bu kaybı diğerlerinden ayrı kılan bir nokta var. Şaul Cenudioğlu, Antakya Yahudi Toplumu Başkanı’ydı. Onun ölümünün peşi sıra, buradaki 12 cemaat mensubunun tümü başka kentlere yerleşti. Yani, neredeyse 2 bin 500 yılın ardından, Antakya’da yaşayan Yahudi kalmadı.

1700’de inşa edilen havra ayakta kaldı

Hatay’da apayrı bir saygı ve sevgiyle bahsedilen Cenudioğlu’nun yönetimindeki Antakya Sinagogu depremde hasar aldı ama yıkılmadı. Şehrin tarihsel öneme de sahip pek çok dini yapısına ev sahipliği yapan Kurtuluş Caddesi’nin sessizliği buranın önünde de hakim. Kapısı kilitli, içeriden ses veren kimse yok. Cemaatin Antakya’dan ayrılmasıyla beraber, 1700’lerde inşa edildiği tahmin edilen bu binanın ıssızlığı daha uzun süreceğe benziyor.

Depremde Antakya’ya gidenler arasında bulunan Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas, bölgedeki Yahudi cemaatinin özgünlüğünü Oksijen’den Baran Can Sayın’a şöyle anlatıyor: “Türkiye’de 15 bin Yahudi var. Bu insanların çoğu Sefarad yani İberya kökenli. 1492’de bu topraklara geliyorlar. Bir kısmı ise Orta ve Doğu Avrupa kökenli Aşkenazlar. Ama Antakya cemaati iki gruba da mensup değildi. Onlardan önce buradaydı. Antakya, Antep, Adana ve Urfa gibi şehirlerde yaşayan Yahudilerin Anadolu’daki tarihi 2 bin 300 yıl geriye, yani milattan öncesine dayanıyor. Yurtlarından sürülen Yahudiler zaman içerisinde bu şehirlere yerleşmiş.”

Antakya Yahudi Toplumu Başkanı Şaul Cenidioğlu depremde hayatını kaybetti.

Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar yıkık halde

Sinagogla aynı cadde üzerinde, yaklaşık dört dakikalık yürüme mesafesinde, bu defa İslam tarihinin önemli bir yapısı var: Habib-i Neccar Camii. Bir pagan tapınağının üzerine yapıldığı tahmin ediliyor; kitabesine bakılırsa 1275 yılında. Burası, Anadolu topraklarının ilk camisi. Caminin önemli de bir hikayesi var. Hatay Valiliği’nin web sitesinde belirtilen versiyona göre Hz. İsa, Antakya’ya elçiler göndererek halkı Hristiyanlığa çağırır. Halk buna tepki göstererek elçileri öldürmek ister. Bunu duyan marangoz Habib-ün Neccar dağdaki atölyesini bırakarak şehre gelir ve herkese elçilere uymalarını öğütler. Tehditlere kulak asmayarak elçilere “Yanlarında olduğunu ve Tanrı’ya inandığını” söyler. Bu sözler üzerine galeyana gelen halk hem Habib-ün Neccar’ı hem de elçileri öldürür.

Onun adını taşıyan cami ise bugün yıkık halde. Depremin ardından kapısının iki yanına yığılmış taşları geçip avlusuna girenleri, bir polis ve bir bekçi karşılıyor kibarca. Caminin durumunu merak ettiğini söyleyen ziyaretçilere saygı gösteriyorlar elbette ama bu merakın fazla uzun sürmesine de izin vermiyorlar. Nihayetinde burası bir kültürel miras ve özenle korunması lazım; hele de yağma-hırsızlık şikayetlerinin arttığı günlerde. Caminin imamı veya müezzini orada yok; görevliler ve etraftaki vatandaşlar onların durumundan haberdar değil. Canlarına-mallarına bir zarar gelip gelmediğini veya kamu görevlisi olarak yardım faaliyetlerine katılıp katılmadıklarını öğrenmek imkansız. Diyanet İşleri Başkanlığı da ısrarlı aramalara rağmen bu konuda bilgi vermiyor veya veremiyor.

Can Teymur

Aynı fotoğrafta üç kutsal yapı

Bu iki tarihi yapının arasında bir noktada -ve yine hasarlı tarihi bir cami olan Sarımiye Camii’nin hemen ardında- Katolik Kilisesi bulunuyor. İki daracık sokağın arkasında kendine korunaklı bir yer yaratmış, Antakyalı Selahattin Altınöz’ün imzasını taşıyan mimarisi ve bahçesiyle çok özel bir yapı. Üstelik, böylesi büyük bir deprem için aldığı az hasara bakılınca sağlam da… Antakya’da hep anlatılan, imrenilen ve örnek gösterilen “yan yana cami-kilise-sinagog” üçlemesinin somutlaştığı yer aslında burası. Sarımiye Camii ve Katolik Kilisesi komşu. Antakya Sinagogu da 50 metre mesafede. Aynı fotoğraf karesine giren üç kutsal yapı. Bugün hepsi ya bomboş ya da sadece görevliler var. Yeniden amaçları için kullanılması için belli ki daha çok uzun süre beklemek gerekecek.

“Cemaat geri gelse bile yaşamlarını nasıl devam ettirirler?”

Katolik Kilisesi Pederi Francis Dundeu kapıyı biraz ısrarlı çalınca açıyor. Kendisinin de belirttiği, anlaşılabilir bir yorgunluğu var. Depremin ardından, kilisenin yaklaşık 40 aileden oluşan cemaati çeşitli şehirlere dağılmış. Onların sağ salim yeni yerlerine yerleşmiş olmasından dolayı huzurlu. 2007’den beri Türkiye’de olan ve iki yıldır bu kiliseyi yöneten Peder Dundeu, kendisinin de bir ruhsal tedaviye ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Birkaç gün içinde Hatay’dan gidecek; tabii geri gelmek üzere. “Çünkü ben dönmezsem cemaatim de dönmez” diyor. Peki o dönerse cemaati kesin dönecek mi? Ona cevabı “Umarım” oluyor: “Ama kolay değil. Bütün büyük binalarda çatlak var. Cemaat geri gelse bile yaşamlarını nasıl devam ettirirler, bilinmez.”

Gençler deprem öncesinde de yurt dışına gidiyordu

Aslında büyük binalardaki çatlaklardan önce de Antakya’daki kültürel çeşitlilik aşınıyordu. Hatay’ın ticari açıdan önemli liman ilçesi İskenderun’daki Aziz Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Başkanı Can Teymur gençlerin pek şehirde kalmadığını, mevcut cemaatin birkaç katının yurt dışında yaşadığını söylüyor. Onun verdiği rakamlara göre İskenderun’da 3 bin, tüm Hatay’da 10 bin civarında Rum Ortodoks bulunuyordu. Ve onların da hatırı sayılır bir kısmı depremden sonra gitti.  Bugünlerde Teymur başkanı olduğu Aziz Nikola’da değil, İskenderun’un bir diğer Rum Ortodoks kilisesi Aziz Corc’da daha sık vakit geçiriyor. Çünkü Aziz Nikola da depremde ağır hasar aldı. 1870’te inşa edilen kilisenin Şehit Pamir Caddesi’ne bakan ön kısmı yıkıldı. Deprem saatinde kiliseyi korumakla görevli polis memuru da hayatını kaybetti.

Teymur, Hatay’daki Rum Ortodoks cemaatinden 70 kadar kişinin de depremde can verdiğini söylüyor. Onlar da, binlerce kurban gibi, cenaze töreni yapılamadan toprağa verildi. Buluşma yerimiz Aziz Nikola Kilisesi’nin arka kısmında bir mezarlık var. Onun yanında da deprem sonrası İstanbul’dan gelen bir grup genç, dev kazanlar ve tencerelerde İskenderunlular için yemek pişiriyor. Teymur günde yaklaşık 5 bin kişiye buradan yiyecek verdiklerini anlatıyor. Bu yemek dağıtımı da gösteriyor ki kilise, sinagog, cemevi, cami gibi noktaların yıkılması sadece tarihi yapıların yok oluşu anlamına gelmiyor. Cemaatlerin -ve Hatay gibi birlikte yaşam örneği olan şehirlerde tüm halkın- bir araya geldiği özel mekanlar da toplumsal hayattaki yerini kaybediyor ve eksiklikleri uzun süre hissediliyor. “Kilisenin gördüğü hasar bir çöküntü tabii” diyor Teymur: “Kilise herkes için bir ibadet yeri olduğu kadar bir toplanma yeriydi de. Bayramlarda herkes bir araya gelirdi. Aziz Corc’u da yine Hıdırellez’de binlerce kişi ziyaret eder, İskenderun’da burası ‘Hıdırellez’ diye anılır.”

Cem Çapar

Tarihi parlamento binası yerlebir

Hatay için Hıdırellez kadar birleştirici, son derece anlamlı bir nokta daha 6 Şubat’ta yıkıldı: Hatay Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye katılma kararının alındığı tarihi parlamento binası. Asi Nehri’nin kıyısında, Cumhuriyet Alanı’nda bulunan bina 1927’de Fransız mimar Leon Benju tarafından sinema salonu olarak inşa edildi. Fransız Suriye mandasından ayrılan Hatay Devleti’nin 1938’de bağımsızlığını ilan etmesinin ardından parlamento binası olarak kullanıldı. 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması kararı da yine bu çatı altında alındı. Bina her zaman bu tarihi önemine uygun bir ömür sürmemişti aslında. Lokanta ve sinema olarak hizmet vermiş, içinde künefeci açıldığına dair haberler çıkmıştı. 2019’da Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından kültür merkezine dönüştürülmüştü. Bugün önündeki sütunları çarpık, arka kısmı yerle bir durumda.

Hatay Müzesi ve koleksiyonlar güvende

Onun hemen karşısındaki Hatay Arkeoloji Müzesi, bu tarihi şehrin mirasını koruma ve tanıtma konusunda önemli bir işleve sahip. Aynı zamanda, özellikle mozaikleriyle bir hazineyi barındırıyor. Depremin sekizinci gününde kapının önünde 24 saat boyunca bekleyen güvenlik güçleri binada çok büyük bir hasar olmadığını söylüyor. Hatta Etnografya Müzesi ve Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi’ndeki eserlerin de bir bölümü güvenlik nedeniyle buraya getirilmiş. Müzelerdeki güçlendirmeler sonrasında eserler evlerine geri dönecekler. Ama bunun ne zaman olacağı meçhul. Yani aslında Hatay’daki müzelerin koleksiyonları ile Hatay’ın çok kültürlülüğünü oluşturan hemşehrilerinin durumu benzer. Bölgenin eşsiz mirasını onlar görünür kılıyordu; depremin ardından yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar; kök saldıkları yerlere ne zaman dönecekleri belirsiz.

“Şehir dört kez yıkılıp beş kez yeniden yapıldı”

Cem Çapar bu şehrin tarihte dört kez yıkılıp beş kez yeniden kurulduğunu, altıncısının da yapılabileceğini söylüyor. Ama Hatay’ın Vakıflı’yla, Alevilerle, Sünnilerle, Ortodokslarla, Yahudilerle, Katoliklerle, tüm cemaatlerle birlikte Hatay olduğunu da vurguluyor: “Onlardan biri olmayınca bir taşı eksiktir. Depremin bu yapıyı nasıl etkileyeceğini sorarsanız onu bilmiyorum, yaşayarak göreceğiz. Biliyorsunuz, son yıllarda Hatay sofrası çok ünlü oldu. Bunun sebebi çok iyi aşçılar yetiştirmemizden çok Arap, Türk, Ermeni, Yahudi, Akdeniz, Hristiyan mutfaklarının birlikteliği. Bu farklı kültürlerin varlığı bize zenginlik sağlıyor. Şaul abinin de gidişi böyle bir şey. ‘Artık eski Hatay olabilecek miyiz?’ sorusunun en önemli unsuru.”