19 Nisan 2024, Cuma
Haber Giriş: 29.07.2022 04:30 | Son Güncelleme: 02.08.2022 09:14

Türk usulü uranyum sondajı

MTA Ayvacık’ta toprağın altını üstüne getirerek uranyum arıyor. Ruhsat dört yıllık, çalışmalar dokuz köyü etkiliyor. Ama ortada ne ÇED raporu var ne de çevre sakinlerine yönelik bilgilendirme yapılmış. Durum çok ciddi çünkü bu sondajlar sırasında radyasyon da çıkıyor
Türk usulü uranyum sondajı

Çanakkale Ayvacık’ın uranyum hikayesi 1959 yılında, ilçe sınırlarında zengin uranyum rezervlerinin keşfedilmesiyle başladı. 1961 ve 1967 arasında bu yataklarda keşif çalışmaları yapıldı. Sonrasında 1968’den 1983’e dek Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA), uranyum ve fosfat çıkarmak adına bölgede sondaj çalışmaları yürüttü. Söz konusu alanlarda 50’ye yakın sondaj yapıldıktan sonra faaliyetler durdu, sondaj alanları kaderine terk edildi.

2000’lerin başında sondaj alanlarının önlem alınmadan başıboş bırakıldığına yönelik haberler medyaya yansıyınca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) bölgede radyasyon ölçümü yaptı. 9 köydeku ‘radyasyon doz hızı’ ölçümlerinde sınır değerin aşılmadığı açıklandı.

Aradan 20 yılı aşkın bir zaman geçti. Takvimler 2022’nin temmuz ayını gösterirken dokuz köyün bulunduğu bölgede bir kez daha sondaj faaliyetlerine başlandı. Arıklı, Nusratlı, Hasanobası, Ahmetçe, Sazlı, Kozlu, Büyükhusun, Demirci ve Hüseyinfakı köylüleri ise çalışmalarla birlikte protesto gösterileri düzenledi. Özellikle çalışmalar için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun bulunmaması protestoların odağını oluşturdu. Köy sakinleri Ayvacık Kaymakamlığı’na konuyla ilgili dilekçe verirken Cumhuriyet Başsavcılığı’na da suç duyurusunda bulunuldu.

MTA raporları kamuya açık değil

Sorunun şeffaflıkla ilgili olduğunu söyleyen Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan “MTA’nın raporları var ancak bunlar kamuya açık değil ve erişilemiyor. Şeffaflık olmadığı için endişelerimiz artıyor. Tek bildiğimiz 2000’li yılların başında hazırlanan TAEK raporu. Rapora göre kayaçlarda, uranyum kuyularında ve bölgedeki evlerde radyoaktivite tespit edildi. Ancak bu değerler düşük olduğu için, köylülere dalga geçer gibi “evlerini havalandırmalarının yeterli olduğu” söylenmiş. O dönemdeki sondaj kuyuları hala açık, etrafları çevrilmiş değil. Kuyular insanların su içtiği kaynakların, gezindiği yerlerin ve hayvanların otladığı sahaların civarında bulunuyor. Buralarda bir rehabilitasyon işlemi yapılmadan, ÇED kararı olmadan yeni sondajların yapılmasını kabul etmiyoruz. Kanser olmak, ölmek istemiyoruz.”

Doğan MTA’nın elinde 4 yıllık bir ruhsat olduğunu aktarıyor: “15-20 gün önce sondaj çalışmaları başladı. Uluslararası akademisyenlerin de olduğu bağımsız ve objektif bir bilim kurulu oluşturulsa, onların aracılığıyla bir araştırma yapılsa ve sonuçlar açıklansa belki güvenebiliriz. Ancak neyle yüzleşeceğimizi bilmiyoruz bile. Eski uranyum yatakları açık bir biçimde dururken yeni sondajlar niçin yapılıyor? Buna bir yanıt istiyoruz.”

İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Yüksel Örgün Tutay, söz konusu bölgede akademik çalışmalar hazırlamış bir isim. Bu çalışmalarda bölgenin radyolojik durumu incelenmiş: “Yapılan gamma ışını ölçümleri sonucunda ev içlerinde tehlike oluşturacak bir unsura rastlanmadı. Radyasyon açık alanda bir tehlike oluşturmaz. Ancak asıl o civarda şimdiye değin radon gazı ölçümü yapılmadı. Radon gazı doğrudan akciğer kanserine yol açıyor. Bunun da mutlaka ölçülmesi gerekiyor.”

Radyoaktif tozlar havaya ve suya karışıyor

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Kahraman sondaj için ÇED raporu olmamasına değinerek sözlerine başlıyor. “Rapor olmadan bu çalışmanın nasıl başladığı soru işareti. Uranyum sondajları Manisa’nın Köprübaşı köyünde de yapılıyor ve bu yıl Avrupa’da en yüksek radyasyon oranı Manisa’da ölçüldü. Toryum ve uranyum radyoaktif elementler. Dolayısıyla halk sağlığı için çok büyük bir risk. Bu sondajlar sırasında bir ton uranyumu bir ton toprak kazarak çıkarmıyorsunuz. Belki yüzlerce ton toprak çıkarılıyor. Bu işlem sırasında da o toprağa işlemiş radyoaktif tozlar suya, havaya karışıyor. Konuyla ilgili vatandaşlara da bilgi verilmiyor.”

Kanada’da halk her aşamaya dahil ediliyor

Türkiye’de durum buyken dünyada uranyum üretimi nasıl ilerliyor? Bunu dünyanın en büyük ikinci uranyum üreticisi Kanada’nın Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na sorduk, Kanada Nükleer Güvenlik Komisyonu (CNSC) sorularımızı şöyle yanıtladı:

“Kanada’daki uranyum madenleri ve zenginleştirme tesisleri “nükleer tesisler” olarak sınıflandırılıyor. CNSC uranyum madenleri ve tesislerini lisanslandırır, lisans süresince sıkı gözetim altında tutar. Lisans almak isteyen bir işletmeci en başta çevrenin korunmasıyla ilgili yükümlülükleri yerine getirir. Lisans sunma süreci kamuya açık komisyon görüşmelerinde gerçekleşir. Bu sırada katılımcı yurttaşların da görüşleri dinlenir. CNSC şeffaflık adına tüm uranyum tesislerine dair analizleri düzenli olarak yayımlar. Bununla birlikte nükleer tesislerin civarında, su kaynaklarının, hayvanların, yetiştirilen ekinlerin veya yabani bitkilerin radyoaktiviteye maruz kalıp kalmadığını tespit etmek için sahalardan numuneler alır. Bu çalışmaların sonuçları da kamuoyuyla paylaşılır.”