Tayfun Bayazıt
1980’lerin başında, bankacılığa adım atarken gelişmiş ülke merkez bankalarının politika faizlerini kısa sürede ve seri arttırdıklarını hayal meyal hatırlıyorum. Sonrası 40 senede böyle hızlı çıkış (eş zamanlı ve yüzde 2-4 arasında) deneyimlemediğimiz gibi bu hareketin büyüme ve finansal koşullara olumsuz etkisini de henüz tam olarak görmemiş olabiliriz. Avrupa, artan enerji fiyatları duyarlılığı nedeniyle durgunluğa (resesyon) girme yarışında başı çekiyor. Amerika’da büyüme ciddi yavaşlarken gelişmekte olan ülkelerin kaderi ise Çin’in kısmen kendi yarattığı sorunlara ayarlı gibi. Şurası da bir gerçek ki hızlı artan faizler ve düşük büyüme enflasyon üzerindeki kara bulutların korkulandan daha çabuk dağılmasına neden oldu.
Konuya önce “büyüme” tarafından bakalım. İçinde bulunduğumuz senede büyümenin yavaşlamasının baş etkenleri olan Ukrayna’nın işgali, COVID sorununun varyasyonlar ile devamı, yüksek enflasyon ve uygulanmakta olan sıkı para politikaları gibi unsurlar bu sene de bizi rahat bırakmayacak. Büyümenin ivmelenmesi açısından Amerikan ekonomisi yapısal avantajları nedeniyle belki daha şanslı. Ama Avrupa için anlamlı bir mali genişleme dışında seçenekler kısıtlı. Brexit ters rüzgârı, mini bütçe krizi ve olumsuz enflasyon dinamikleri nedeniyle İngiltere’nin işi daha da güç. Anlaması zor COVID politikaları ve sıkılaştırma nedeniyle bu sene farklı bir büyüme sorunu yaşayan Çin için ise tahminde bulunmak daha meşakkatli. 2023 için daha iyi bir performans sergileme azmine rağmen Çin, örselenen tüketici güveni ve baskı altındaki emlak piyasaları nedeniyle alışılagelmiş büyüme rakamlarını yakalamakta zorlanabilir.
Enflasyon boyutunda dinamikler değişiyor
İşin “enflasyon” boyutuna gelince mal, gıda, konut ve enerji fiyatlarında küresel devasa artışların sonuna gelmişiz ve dinamikler değişmeye başlamış gibi gözüküyor. Enflasyon endişesiyle -Japonya hariç- gelişmiş piyasaların uyguladığı sıkı para politikaları en azından beklentilerin süratle iyileşmesine yol açtı. Amerika’da FED’in hala ilave 50-75 baz puan artış yapması olası. Ama ekonomik verilerde aşırı bozulma görülmez ise bu da sıkılaşmanın sonu anlamına gelebilir. Durgunluğa girmiş olan Avrupa için ise durum biraz farklı; Merkez Bankası’nın odaklandığı veri kümesi enflasyondan ziyade büyüme ve ücretler olacaktır. Zaten bir zamandır kronik büyüme sorunu ile boğuşan Avrupa’nın emlak piyasalarının da faize hayli duyarlı olduğunu hatırlayalım. Çin büyümeyi destekleme önceliği nedeniyle para politikasında gevşemeyi ciddi düşünecektir.
Yatırımcılar 2022’de piyasalarda yükselen ve inatçı enflasyon, buna çabuk tepki veren sıkı para politikaları, büyüme tehdidi ve şirket karlılıklarındaki azalma nedeniyle kaçacak yer bulamadılar; bir nevi vurgun yediklerini söyleyebiliriz. Risklerin azaldığını ve düzlüğe çıktığımızı söylemek için daha çok erken. Bizim kadim coğrafyamızı da yakından ilgilendiren küresel risklerin başında tırmanma potansiyeli taşıyan Ukrayna Savaşı geliyor. Yakın zamanda sonuçlanacak gibi gözükmeyen bu anlaşmazlığın gıda ve enerji arzı boyutunda çok ciddi yansımaları olduğunu kavramış durumdayız. Buna çetin geçmesi olası bir kış mevsimi ve özellikle en büyük pazarımız olan Avrupa’ya olası etkileri açılarından baktığımızda tablo endişe verici.
Son senelerde gündemimize giren “siber riskler”in anlam ve önemini sanki daha iyi anlamaya başladık. Çatışma bölgelerinin artışı ve ekonomik koşulların daha da çetin hale gelmesi özellikle bu riski iyi değerlendirmemizi zorunlu kılıyor. Küresel siyasi kutuplaşma farklı ittifakları ortaya çıkarmakla kalmıyor Çin ile Batı’nın ticari ilişkilerini de bambaşka bir düzleme doğru taşıyor. Ülkemiz için tedarik zincirlerindeki bu köklü değişim akıllı ve hızlı davranabildiğimiz takdirde büyük fırsatlar taşıyor. Fakat, odaklanma ve bir dizin yapısal değişimi gerektiren bu hususta bocalamamız halinde kaçan fırsatın devasa bir soruna dönüşmesi olasılığı az değil. Bütün bu dinamiklerin ve para politikalarında sıkılaşmanın küresel bir durgunluğa dönüşmesi olasılığı yok diyemeyiz. Bu olası talihsiz senaryoda en büyük hasarı cari açık finansmanı için borçlanma ve doğrudan sermaye çekme zorunluluğu olan gelişmekte olan ülkelerin göreceğini de akıldan çıkarmayalım. Artan ekonomik belirsizlikler ve yüksek enflasyonun sosyal huzura olumlu katkısının olmayacağı da işin düşünülmesi gereken bir başka boyutu.
Salgın ile sosyal ve çalışma hayatımızı radikal ölçüde değiştiren dinamikler ve ortaya çıkan yeni riskler maalesef gelişmekte olan ülkeler için iyi haber değil. Seçimler nedeniyle buna eklemlenen belirsizlikler artık salt kısa vadeli para ve maliye politikaları ile sürdürebilir büyüme ve istihdam sorunlarının çözülemeyeceğine doğrudan işaret ediyor. Teknoloji ve eğitim başta olmak üzere iyi çalışılmış, köklü bir yol planının gerekliliği konusunda mutabakat olduğunu düşünüyorum. Küresel rüzgârların sert esmeye devam edeceği 2023’te kemerleri bağlamamız, küresel onarımlar sayesinde umutlarımızı taşıyacağımız 2024 ve sonraki seneler için vakit geçirmeksizin iyi hazırlanmamız lazım.
Yetenekleri elde tutmak artık zor olacak
Bu makro çerçeveden bakarak iş dünyası için iyi yönetilmesi gereken bazı ilave risk unsurlarına da değinmeliyim. Veri güvenliğini siber riskler başlığı altında ihmal etmemek gerektiği gibi dijital kökten değişim (disruption) ve başta yapay zeka olmak üzere yeni teknolojilere uyumun artık varoluşsal kavramlar olduğunu kabul etmeliyiz. Mekân bağımsız çalışma ile yetenekleri elde tutma ve kazanma şimdi başka bir boyuta taşındı. Katı, klâsik istihdam politikalarında ısrar edenler için yeteneklere erişim ve elde tutmak daha da zor olacak. İklim değişikliği ve çevre sürdürülebilirliği konuları artık faaliyet raporlarını süsleyecek “olsa da olur” ögeler değil. Çevre, sosyal ve kurumsal yönetim başlıklarını (ESG) şirket vizyonu ile samimiyetle bütünleştiremeyen şirketlerin ömrünün çok uzun olmayacağı artık bir gerçek.
Gerçekçi olmaya gayret ettim. Ama mühendislikten evrime uğramış ve risk duyarlılığı yüksek bir bankacının mesleki deformasyonu hasebiyle karmaşık ve karamsar bir tablo çizmiş olabilirim. Prof. Fatih Özatay’dan alıntıyla “sürdürülebilirliği gözükmeyen gidişatın bir süre daha sürdürülebileceği” de tecrübe ile sabit. Seneyi tamamlarken TV’lerde boy gösteren astrologların öngörülerinin tartışıldığı programların deneyimli ve birikimli ekonomi uzmanları ile yapılan söyleşilere kıyasla rağbet görmeleri, yüksek rating yapmaları da galiba bu nedenle rastlantı değil.