Travma, anksiyete ve stres gibi doğal afete bağlı psikolojik rahatsızlıklar konusunda dünyanın sayılı klinik uzmanlarından Prof. Dr. Emanuel Maidenberg’le konuştum. “Deprem bir anda herkesi aynı geminin yolcusu yapıyor. Toplum, kendi çaresizliği ve belirsizliğiyle sınanıyor. Ancak şunu unutmamak gerek: Herkesin travmaya verdiği tepki farklı”
Bu hafta, doğal afetleri her yönüyle inceleme ve araştırma konusunda dünyanın sayılı üniversitelerinden UCLA’deyim. İşi toplumsal psikolojik kısmına yönelik sorularımı yanıtlayan Profesör Emanuel Maidenberg, travma, anksiyete ve stres gibi doğal afete bağlı yaşanan psikolojik rahatsızlıklar konusunda dünyanın sayılı klinik uzmanlarından. Aynı zamanda biyolojik davranış bilimleri profesörü. Maidenberg’e göre, milletçe yas tutmanın yazılı bir kuralı yok, olamaz da ve sonrasında yaşanan tartışmalar da bundan kaynaklanıyor.
Sosyal medya kutuplaştırır
Yüz binlerce insanın etkilendiği bir doğal afet sonrası, yaralarını sarmaya çalışan toplumlara, nörobilim ve psikoloji yaklaşımlarını kullanarak, verdiğiniz ilk tavsiyeler neler oluyor?
Deprem, diğer doğal afetler gibi, bir anda herkesi aynı geminin yolcusu yapıyor. Direkt ya da dolaylı yoldan doğal afete ve bu felaketin etkilerine maruz kalan herkesi, ortak bir çaresizlik hissi ve belirsizlik bulutu kaplıyor. Toplum, kendi çaresizliği ve belirsizliğiyle sınanıyor. Mücadeleye, herkesin psikolojik açıdan, birbirini çok iyi anlayabileceği bir sıfır noktasından başlanıyor aslında. İlk şok sonrası, herkes birbirine şu gerçeği hatırlatmalı: Herkesin ortak travmaya verdiği tepki aynı olamaz. Bu, teknik olarak mümkün değil. İnsan anatomisi ve psikolojisi ‘aynı tepkiyi vermek için’ uygun değil. Aynı şekilde, herkesin travmaya bağlı yaşadığı psikolojik rahatsızlıklarla başa çıkma yöntemi farklı. Bu yöntemi biz belirleyemiyoruz her zaman. Başa çıkmaya dair elimizdeki araçlar bizden bağımsız gelişmiş; bazen çocuklukta yaşanmış bir travmanın bazen de öğretilmiş bir gerçeğin ürünü olabilir. İyileşme süreci dahil birçok aşama, aynı şartlarda doğup büyümüş ve benzer travmalara maruz kalmış aile fertleri arasında bile farklılık gösterir.
Sosyal medya paylaşımları, ulusal bir travmayla başa çıkmaya çalışan toplumları daha da kutuplaştırabiliyor. Kimisi “iyi niyetiyle” bir içerik paylaşacağım derken, başkasının yarasını daha da deşebiliyor farkında olmadan. Kullanılan dil ya da paylaşılan bir içerik üzerinden kıyamet kopabiliyor. Bu tartışmaları minimuma indirebilmek adına herhangi bir öneriniz, tavsiyeniz olur mu?
Özellikle de yas ve travma dönemlerinde, sosyal medya her an patlamaya hazır bir mayın tarlasına dönüşebilir. Duvarsız ve filtresiz yapısı, herkesin her an saldırıya uğrayabileceği bir yer yapıyor. Benzer durumlara çok sık rastlarız. Oysa, sorsanız herkes kendince ve iyi niyetiyle paylaşımlarda bulunuyor. Böyle zamanlarda, ortak temel kurallar belirlemenin duruma katkı sağladığını gözlemiyoruz. Herhangi bir paylaşımda bulunmadan evvel, kendimize yöneltmemiz gereken bir soru seti olmalı ve davranış/düşünce etkisinin sağlamasını yapmalıyız: Bunu neden paylaşıyorum? Ne söylemeye çalışıyorum? Neyi amaçlıyorum? Ne gibi bir amaca hizmet edebilir? Bir başkasını kırma ihtimali var mı? Anında tepki niyetine yapılan paylaşımlardan mümkün mertebe kaçınmalıyız. Ağzına geleni olduğu gibi söylemek ne kadar yıkıcı olabiliyorsa aklına geldiği gibi düşünmeden paylaşmak da aynı derecede zarar verebilir. Paylaşmadan önce muhakkak kısa bir ara vermeli. Kendinize yöneltmeniz gereken soruları sorun, bir ‘dış göz’den fikir alın öyle paylaşın. Travmaya yanıt verme biçimimiz ya da acımızla başa çıkma yöntemimiz, bir başkasının bizden beklediği davranışı karşılamayabilir. Bu çatışmaya da en çok sosyal medyada rastlıyoruz. İnsanlar birbirinin yas tutma ve travmayla başa çıkma biçimini eleştirmeye başladıkça, her kesim kişisel bir saldırıya uğradığını hissetmeye başlıyor. Yaşananın olayı değil, yaşanan olayı verilen tepkinin biçimini ve içeriğini tartışırken buluruz kendimizi. Yas dönemlerinde yara almaya daha çok açık oluruz, açık yara gibi dolaşırız.
Yargılamadan suçlamadan...
Ulusça yas tutmanın kuralı, kaidesi, sınırları ve herkesin hemfikir olduğu bir tanımı var mı?
Yas tutmanın ve acıyı taşımanın onlarca farklı yolu arasında, bir yol diğerinden daha faydalı ya da etkilidir ve herkes bu şekilde yas tutmalıdır gibi bir yaklaşım son derece hatalı olur. Herkesin “bileşenleri” ve psikolojik dinamikleri farklı; birine iyi gelen diğerinde yıkım yaratabilir.
Size son derece yanlış gelen bir şekilde tepkisini veren kişinin de sizinle aynı şoku ve travmayı yaşadığını hatırlamalı. Kriz ve afet durumları, başkasına daha toleranslı ve anlayışlı olabilmeyi öğrenmek için karşımıza çıkan fırsatlardır. Yargılamadan ve suçlamadan, herkesin kendi fikrini ve yasını paylaşmasına izin vermeliyiz. Bu söylediğim, herkesin istediği davranışta bulunmasına dair “joker kart” verme anlamına gelmemeli. Yasımı paylaşacağım derken topluma faydadan çok zarar veriyorsam, bu konuyu ayrıca incelemeliyim. Bir sonraki benzer olayda aynı sorunların yaşanmaması adına, elbet de kritikler yapılmalı ve geribildirimler verilmeli. Fakat, bunun için de doğru zaman beklenmeli. İlk haftalarda, herkes hala ilk şoku üzerinden atamamışken ve kurtarma çalışmaları devam ederken, bunları konuşmanın ne sürece ne de sonrasına faydası var. Ne ders alınabilir ne de doğru düzgün bir kritik yapılabilir ilk haftalarda. Çıkarmamız gereken dersleri konuşmanın da ayrı bir zamanı ve sırası olmalı.
Doğal afetten direkt olmasa da dolaylı olarak etkilenen ciddi sayıda insan var. Kimisi evinden, işinden, gücünden ya da maruz kaldığı haberler üzerinden sağlığından olabiliyor. Literatüre, “comparative suffering” (karşılaştırmalı acı/yas) olarak girmiş bu durum yüzünden kimisi kendini daha da suçlu ya da acılı hissedebiliyor. Neden acımızı kıyaslamanın derdine düşeriz?
Bahsettiğin suçluluk hissi, insanın kendi acısını ya da durumunu, bir başkasıyla kıyaslamasının bir ürünüdür. Sebebi, yeri ve zamanı ne olursa olsun başkalarıyla kıyaslamanın insan psikolojisine herhangi bir faydası yoktur. Herkes, başına gelenleri, kendi yaşam öyküsünün bir uzantısı olarak karşılıyor. Bu işin doğrusu ya da yanlışı yok. İnsan yapısı, doğası itibarıyla, hayatta kalabilmek adına, bildiği en iyi yol neyse onu yapıyor. “Elimden bu kadarı geliyor, ancak böyle düşünebiliyorum” diyebilmek insanı biraz olsun psikolojik açıdan rahatlatabilir.
Bazı araştırmalar, doğal afet sonrası görülen PTSD (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) vakalarında psikolojik yakınlığın, coğrafi yakınlıktan daha etkin olabildiğini gösteriyor. Örneğin, Kore’de yaşanan Sewol feribotu felaketi sonrası, felaketin yaşandığı en yakın bölge olan Jindo’da oturanlardan çok (felaket sırasında hayatını kaybedenlerin ağırlıklı Ansan bölgesinden olmasından ötürü) Ansanlılar psikolojik olarak daha fazla etkilenmiş.
Daha önceden tanıdığımız yerlerin ve insanların fiziksel olarak yaralandığını görmek, doğal afeti yaşamasak bile yaşamış kadar hissetmemize ve ortalamadan daha derin hissetmemize neden olur. Bu, araştırmalarla kanıtlanmış bir gerçek. Yaşanan çaresizliği kafamızda daha somut bir şekilde canlandıracak kayıtlarımız vardır çünkü. Düşünmemeye çalışarak üstesinden gelebileceğimiz bir durum değil bu.
Doğal afet sonrası, yapılan yardımların sessizce ya da herkesle paylaşılarak yapılması bazı tartışmalara yol açabiliyor. Nasıl yaklaşılmasını tavsiye edersiniz?
Bazı insanlar, yapısı gereği yüksek seslidir, daha vokaldir, tepkisini ve yaratmak istediği etkiyi yüksek sesini kullanarak yapabileceğine inanır. Yardımını yüksek sesle yapan herkesin bunu “reklam amaçlı” yaptığını söylemek sağlıklı bir yaklaşım olmaz.
Kurtarma ekipleri ve gönüllü destekçiler zaman içinde kendi hayatlarına kaldığı yerden devam edecek ve depremzedeler için asıl yıkımın o zaman başlayacağı düşünülüyor. Hayatın ne kadar hızlı bir şekilde normale dönmesi gerektiği farklı tartışmalara neden olabiliyor. Bu sürecin sağlıklı ilerlemesi adına biz ne yapabiliriz?
Rezilyans mekanizmamız, bu zamanlarda devreye giriyor. Psikolojik bir yıkıma ya da strese maruz kalan birinin tekrar eski formuna dönebilmesi demek olan rezilyans, çabuk iyileşme ve psikolojik olarak hemen yılmama vakalarında görülür. Kimisi ‘yeni normal’e alışma konusunda daha antrenmanlı ve esnek olabilir. Onları “Nasıl bu kadar anlayışsız olup hayata hiçbir şey olmamış gibi bu kadar çabuk bir şekilde devam edebiliyorsunuz” diye suçlamak yerine, rezilyansı zayıf olanların psikolojik profesyonel desteğe erişimlerini kolaylaştırmak için enerji harcamak iyileşme sürecine daha fazla katkı sağlar.