UCLA İnşaat ve Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Ertuğrul Taciroğlu’yla Los Angeles’ta, okulunun kampüsünde buluştum. San Francisco ve Los Angeles civarında yaşayan ve çalışan Türk kökenli uzmanlar, araştırmacılar ve profesörler 6 Şubat’tan beri hummalı bir mesai ve trafik içinde. “40 yıldır görmediğim uzman arkadaşlarım farklı şehirlerden, eyaletlerden kalkıp elimizdeki kaynak ve bilgileri doğru bir şekilde kullanarak, tamamen sivil, şeffaf şekilde ‘biz ne yapabiliriz’ diye kafa yormaya geliyor” diyor Taciroğlu. Deprem konusunda uzmanlığı bulunan ödüllü akademisyenin çapraz ve analitik düşünce biçimleri, aynı soru etrafında dolaşan bizlere ışık tutabilir.
Türkiye’de deprem sonrası yeniden yapılanmaya dair şu ana kadar sarf edilen hangi söylemler, benzer hataların tekrarlanabileceğine dair sinyaller veriyor?
Deprem gibi doğal afetler, telaffuz etmesi her ne kadar acıtsa da yanlış ve çarpık kurulan her şeyi sıfırdan inşa etmek için katalizör görevi görüyor. Madem bu kadar fazla sayıda kent yeniden inşa edilecek, daha geniş çaplı düşünmek zorundasın. Sadece inşaat mühendislerine gidersen bir an önce yapıları bitirmeye çalışacaklar ve aceleyle tasarlanan birçok altyapının çarpık kurulma ihtimali çok yüksek olacak. Çevresi, enerjisi, su kaynakları, sosyal düzeni gibi birçok faktör konuşmaya dahil edilmeli. Mühendisler, mimarlar, çevreciler ve sosyal bilimcilerden oluşan konseyler kurulmalı. Şimdiden ortak çalışmalara başlanmalı. Bu konuda ısrarcı olunmalı. Tekrar talep edilmeli, takibi yapılmalı.
Devletin neler yapıp yapmayacağını şimdilik bir kenara koyalım. Vatandaş olarak biz neler yapabiliriz ve yapmalıyız?
Deprem uzun aralıklarla yaşanabilen türde bir doğal afet türü; bu yüzden gündemden düşmesi daha kolay. Hükümetler gelip geçici; deprem sorunu kalıcı. Yüksek şiddetli depremlerin arası açıldıkça, deprem öncesi ve sonrası çalışmalara dair hiçbir hükümet ya da devlet yetkilisi tam sorumluluk almıyor. Mesela, son deprem kendi döneminden önce yaşanmışsa herhangi bir çalışmayı üstlenmiyor. Bazı zorunlu alternatif ek mekanizmalar, sivil toplum kuruluşları tarafından kurulabilir. Biz de burada (ABD’nin California eyaleti) yaşayan ve çalışan farklı disiplinlerden uzman-araştırmacı-profesör bir grup, kendi aramızda tartışıyoruz.
Türkiye’deki binaların halini uyduyla anlıyoruz
Ortaya çıkan fikirlerden, ham haliyle de olsa, biraz bahsedebilir misiniz?
Bugün yüksek teknolojili uydulardan çekebildiğimiz görüntüleri kullanarak Türkiye’nin her köşesindeki binaların yapım yılını ve altyapı özelliklerini tahmin edebiliyoruz. Binaya gidip herhangi bir tetkike gerek duymadan belli bir noktaya kadar derecelendirme yapabiliyoruz. Hesaba göre hangi binanın, hangi yıllarda, yıkılma ihtimalini ve ne kadar hasar göreceğinin oranını hesaplayabiliyoruz. Yıkılma ve hasara göre ihtimalleri, yıllara yayarak detaylandırabiliriz de.
Bunu bir uygulamaya dönüştürüp herkesin son derece kolaylıkla erişebileceği, kullanabileceği ve kendi gireceği bilgilerle daha da faydalı hale getireceği şekilde gündelik hayatın bir parçası haline dönüştürmek ilk hayal projelerimizden biri. Telekomünikasyon şirketleri de dahil edilmeli öyle bir projeye. Deprem riski seviyesi yüksek bölgede yaşayanların akıllı telefonlarına ‘sabit’ çakılmalı bu ve benzeri uygulamalar.
Herkes otomobil üretemiyor ama inşaat yapabiliyor!
Birtakım zorunlu alternatif ek mekanizmaların sivil toplum kuruluşları tarafından kurulabileceğinden bahsettiniz. Bunlar neler olabilir?
Her önüne gelen otomobil üretemiyor fakat özellikle Türkiye’de neredeyse her önüne gelen inşaat yapabiliyor. Rantı çok, lobisi büyük. Bunun önüne geçilmesi adına birden çok bariyer oluşturulmalı. Sadece devletin çıkardığı sertifika sistemine dayalı bariyer asla yetmez. Yetmediğini görüyoruz zaten. Bütçesi, yapılanması ve işleyişi yüzde yüz transparan, kâr amacı gütmeyen, kendisi de periyodik ve sistematik bir şekilde denetlenen sivil kurumların vereceği depreme dayanıklı sertifika sistemleri de oluşturulmalı. Böylece, birden çok “sertifikasyon” sistemi kurulmalı. Mevcut sistem, doğası itibarıyla, çarpıtılmaya çok açık. Sadece inşaat sektöründe ve ‘bina dayanıklılığı’ özelinde değil bu durum.
Bahsettiğiniz “sertifikasyon” sistemleri, bağımsız kurumlar tarafından nasıl oluşturuldu ve neleri değiştirdi?
Tarım ve gıda sektörünün tüm dinamiğini değiştirdi mesela. Özellikle sebze-meyve üreticiliğinde belli bir standart belirlemek en büyük sorunlardan biriydi. Doğal olmayan yollarla üretilen gıdalar ciddi sağlık krizlerine yol açtı; deprem gibi anında olmasa da zamana yayılarak insanları sağlığından, hatta canından etti. Marketlerde ürünlerin üzerinde göreceğiniz mini etiketler sayesinde “sertifikasyon” tüm sistemi değiştirdi. Birçok market belli sertifikası olmayan ürünleri kapısından içeri bile almıyor artık. Her sektörün birden çok “sertifikasyon” aşaması olmalı. Hangisi daha şeffaf ve güvenilirse o daha geçerli olur.
Bina yapımlarında aynı anda birden çok ‘sertifika’ bariyeri yaratıldı diyelim. Hangi sertifikanın ne ölçütlerde, kime, nasıl verildiğine dair ne kadar güvenebileceğiz?
Sigorta şirketlerine büyük görev düşecek. Yaşam sigortalarına biçtikleri poliçeler belirleyecek. Bir sertifikaya 100 dolar verirken diğerine 10 bin dolar biçmeli mesela. Türkiye’nin büyük inşaat şirketleri, bu yeni deprem sertifikalarını desteklemeli ve kullanmalı. Bunlara, herkese ortak fayda sağlayacak bir “ürün” gözüyle bakılmalı. Aynı durum Amerika’da da yıllar önce konuşuldu. Kendi emelleriyle ters düştüğü için buna engel olmaya çalışan lobiler çıktı. Deprem olmayınca da lobilerin baskıları ağır çıktı. Bu yüzden, özellikle bütün sivillere büyük görev düşüyor.
Uluslararası deprem kardeşliği zaruri hale geldi
Farklı doğal afetlere karşı yaptığınız araştırmalardan ve alınan önlemlerden depreme dair ne öğrenebiliriz?
Enerji, ekipman ve iletişim kurtarma operasyonlarında en önemli üç etken. Orman yangınlarında ciddi bir telekomünikasyon altyapısı eksikliğinden kaynaklanan sorunlar yaşanmıştı misal. Bölgelere birtakım telsiz sistemleri yerleştirildi. Şebeke ağları, afet bölgelerine farklı bir altyapı kurmalı. Bu arada, hiçbir ülkenin bütün ‘önlem ve mücadele’ kaynağını deprem için harcaması teknik olarak mümkün değil. Deprem gibi daha seyrek görülen doğal afetler için uluslararası fon, kaynak ve koordinasyon altyapısı kurulabilir. Deprem kardeşliği, artık zaruri bir durum. Şimdilik, bildiğim kadarıyla, böyle bir sistem yok. Ülkelerarası destekler daha bireysel ölçüde ve parça parça ilerliyor.
Amatörler dahil olunca işler kontrolden çıkıyor
Tasarlanacak akıllı binalar nasıl olmalı?
Beklenen en kötü depremde bile milletin üzerine yıkılmamalı. Türkiye’de bina yapımında kullanılan tasarım kodu, teknik olarak bunu yakalayabilecek düzeyde. Fakat işin tarifine ya da altyapısına sahip olmak yetmiyor. İşi uzmanlarına yaptırmak gerekiyor. Amatörler dahil olunca iş kontrolden çıkıyor. Zemin yalıtım sistemleri kullanılması belki de standart ve zorunlu hale gelmeli. Şu an sadece havaalanları, hastaneler gibi resmi alanlar, bu yalıtım sistemi üzerine kurulu. Pahalı geliyor, nadir uygulanıyor. Risk seviyesini düşüren fakat çok maliyetli bir altyapı bu. Oysa Japonya’da çok yaygındır mesela.
Müteahhit tutuklamakla problem çözülmüyor bir sonraki depremin etkileri azalmıyor
Diğer yandan “Her deprem sonrası aynı sorunlar konuşuluyor, kısa bir süre sonra unutulup gidiliyor, normal gündeme dönüyoruz” hissi ve karamsarlığı da var. Bu döngü nasıl kırılır?
Öncelikle depremi acilen çok ayaklı sosyal bir meseleye dönüştürmeli. Zaten çok ayaklı olmasından dolayı çözüm üretmesi bu kadar zor bir konu. Parmakla tek bir sorumlu göstermek hatalı bir yaklaşım. Sadece kaçak inşaat yapan müteahhitleri tutuklamakla sorun çözülmüyor, bir sonraki olası depremin etkileri azalmıyor. Deprem aynı zamanda sosyo-teknolojik bir sorundur. Vatandaşlara, bulundukları bölgenin ve yaşadıkları binanın taşıdığı risk onların anlayacağı dilden aktarılmalı ve en direkt şekilde iletilmeli. Deprem kolay bir problem olsaydı, çoktan çözülürdü kendiliğinden. Bu kadar şiddetli bir doğal afet katalizör oluyor. 40 yıldır görmediğim uzman arkadaşlarım 40 mil öteden kalkıp geliyor, “neler yapabiliriz” diye konuşmak istiyor mesela. Bundan altı ay sonra aynı hassasiyette olmayacağız, bu da dünyamızın gerçeği.
“Simülasyonla 16 bin binanın yıkımını hesaplayabiliyoruz”
Sağlam yapılar dışında, daha hazırlıklı olmak adına başka neler yapılabilirdi? Yeniden yapılanmada özellikle nelere dikkat edilmeli?
Kimse bu depremin bu kadar büyüklükte, bu kadar arka arkaya, sık ve şiddetli olacağını tahmin etmiyordu. AFAD’ın bir hazırlık halinde olduğunu biliyorduk fakat büyüklüğünü ve oluşabilecek tahribatı öngöremedikleri aşikardı. Sismologların çıkardığı deprem haritaları da yeterli olamayabiliyor.
Bilimsel araştırmalarda bir eksiklik var mı?
Gözlem eksikliği var. Bu haritalarda asıl görmeniz gereken her şey çıkmıyor; bazı bölgelerin daha sessiz ve güçlü ilerleyen fay hatları var. Deprem araştırmaları ve haritalandırmalarının hem sıklığı hem de gözlem yapma oranı önemli. Bu eksik parçaları tamamlamak için daha fazla deprem simülasyonu yapmak gerekiyor. Benim buradaki uzmanlık çalışmalarımdan biri de bu simülasyonlar. Daha önce TÜBİTAK ile böyle bir proje yapmış; Amerika’daki süper bilgisayarları kullanarak yazdığımız alternatif deprem senaryolarını bölgelere uygulamıştık. Bu teknolojiler, Türkiye’de henüz olmasa da Amerika’da, Japonya’da mümkün ve Türkiye’de hangi illerin nasıl etkileneceğinin, dalgaların yayılma şeklinin ve toprağın etkilenme biçiminin ötesinde veriler verebiliyor bize. 16 bin binayı simülasyona sokup yıkımlarını hesaplayabiliyoruz.
Bu teknoloji Türkiye için daha sık kullanılamaz mı?
Deprem gündemde olmadığı dönemlerde, hükümetlere ya da AFAD gibi kurumlara gidip böyle bir çalışma için bize bina envanteri çıkarın dediğinizde, “yapalım ama bütçemiz yok” yanıtını alıyorsunuz. Öncelikleri olmuyor çünkü. Yanlış anlaşılmasın, aynı durum Amerika için de geçerli.
Burada başladığım zaman tek uzmanlığım deprem mühendisliğiydi. Fakat araştırmalar için ayrılan fonlar o kadar dar ki mecbur orman yangınları ya da kasırga gibi diğer doğal afetlerle ilgili araştırmalara da kayıyorsunuz. Depremin sinsiliği biraz da buradan geliyor. Uzun zamana yayılarak tekrarlanan bir doğal afet türü olunca, hükümetin de insanların da öncelikli gündeminden çıkıyor ister istemez. Efor, enerji ve maddi manevi tüm kaynaklar, diğer doğal afetlere karşı önlem ve mücadele adına kullanılıyor. Döngü böyle işliyor. Birbirimizi suçlamanın bir anlamı yok. O an, en acil tehlike neyse tüm dikkatimizi ve eforumuzu oraya veriyoruz. Bu yüzden, herkesin dikkatini depreme verdiği bu dönemi daha etkili ve faydalı kullanıp en azından bu konuştuğumuz projelerin somut adımlarını, altyapı çalışmalarını tamamlamalıyız.