Ailenizde eğitime çok önem verildiğini biliyorum. Siz de aynı anda A takım oyuncusu, milli takım oyuncusu ve öğrenciydiniz. İkisi birlikte nasıl gitti?
Küçüklükten gelen ‘hangi işi yapıyorsam iyi yapmak zorundayım’ zihniyeti var bende. Beni hem hırpalayan hem de başarıya götüren şeylerden biri bu. İlköğretimi onur listesinde, ilk 10’da bitirmiştim. Sonrasında liseyi de üçüncülükle bitirdim. Annem ve babam de hep şunu söylerdi: “Sporda yarın ne olacağı belli değil. Herhangi bir şey olduğunda bileğinde bir altın bileziğin olsun.” Lise 2’de, şimdi 10’uncu sınıfa denk geliyor, A takıma çıktım. Sabah kalkıyordum, 5.30-6.00 gibi bir antrenman yapıyordum. Sonra okula gidiyordum. Okuldan çıkıyordum, özel bir araç beni antrenmana götürüyordu. Tabii şu anki kadar trafik yoktu ama yollarda ders çalışarak üniversite sınavına girdim.
Profesyonel spor yaparken 2007 ile 2011 arasında üniversiteyi dört yılda hiç takılmadan bitirmişsiniz…
Bilgi Üniversitesi reklamcılık mezunuyum. Aslında psikoloji okumak istemiştim. Okulu gezerken konuştuğum hocalar “Devam sıkıntın olacaksa psikolojiyi hiç seçme, yapamazsın” dedi. Ben de reklamcılığı seçtim. İlk sene notlarım A, B+, bir şekilde A takım temposunda deplasman, maçlar, kamplar götürürken bir bakıyorum finaller bitmiş, not gelmiş: C. “Neden?” dedim. Yanıt şu oldu: “Derse gelmiyorsun”. O güne kadar tanıdıkları sporcu öğrenciler bir şekilde “antrenman var” deyip kaytarmış, onu bahane göstermiş. Bir şekilde “Hocam izleyin. Şurada maçım var, TRT’de maçım var” diyerek, bir şekilde onları tatlı dille gerçekten eğitim almak istediğime ikna ettim. Ondan sonra işler değişti. Hem hocaların hem de sınıf arkadaşlarımın desteğiyle dört senede bölümü bitirdim.
Bir noktada eğitime devam etmeyi düşündünüz mü?
Şu an ediyorum aslında. Geçen yıl İstanbul Üniversitesi uzaktan eğitim çocuk gelişimi bölümüne başladım. Bu yılın ortalarına doğru da şunu söylemeye başladım: Bu psikoloji hayalimi niye gerçekleştirmeyeyim? Bunun üzerine üniversite sınavına hazırlanmaya başladım. Gelecek hafta sınava girmeyi hedefliyorum. Sporla bir arada götüreceğim. Sporu bırakmadan, mesela iki sene kazanabilirsem benim için daha iyi. Sadece yüksek lisans yaparak ya da aldığım sertifika programlarını kullanarak değil, gerçekten bir temele oturtarak yapacağım işin hakkını vermek istiyorum.
Sonrasındaki hedefiniz o alanda çalışmak mı?
Çocuklarla uğraşmak istiyorum. Çocukları topluma kazandırmak, onlara yardımcı olabilmek, elimden ne geliyorsa yapmak istiyorum. Spor psikoloğu olarak da yapabilirim bunu ama tam karar vermedim. Öncelikle kafamdaki plan altyapıdaki çocuklarla çalışmaktı. Çünkü etrafımdaki sporcu ebeveynlerini gördükçe de bu işe el atılması gerektiğini düşünüyorum. Spor, ebeveynlerin kendi hırslarını çocuk üstünde gerçekleştirmeye çalıştığı bir alana dönüşmeye başladı. Bırakmıyor ki çocuk oyun oynasın, kazansın, kaybetsin, yedek kalmayı öğrensin. İlk yaptıkları “Benim çocuğum niye oynamıyor” diye antrenöre gitmek oluyor. Hep söylediğim bir şey: Prensesten sporcu olmuyor. Biraz zorlanması gerekiyor çocuğun. Eğer soyunma odasında ayakkabılarını veli bağlıyorsa, o çocuğun sporcu olması için önüne en büyük engeli sen koyuyorsun. Bırak kendi giysin, soyunsun, duşunu alsın, ayakkabısını bağlasın. Unutuyorsa dizliğini bırak dizleri acısın. Bir dahaki sefere unutmaz. Bu sebeple de çocuklara dokunmak istiyorum çünkü gelecekteki spor kültürünü çocuklar inşa edecek. Spor kültürüne sahip bir ülke olabilmemiz için çocuklardan başlamayı doğru buluyorum. Düzeltebilir miyim bilmiyorum ama bu sisteme çomak sokacağım.
Voleybolun yükselişinin etkisini çocuklarda görüyor musunuz?
Sokakta yürürken bile fark ediyorum. Özellikle çocuklar yanıma geliyor. Ebeveynleri de aynı şekilde. Birçok kız çocuğunun voleybola başlamasına vesile olduk biz Filenin Sultanları ile birlikte elde ettiğimiz başarılarla. Özellikle geçen yıl Tokyo Olimpiyatları’nda gece 3’e saatlerini kuranlar, çocuklarıyla beraber kalkanlar oldu. Çocuklar da çok heyecanlanarak izlediler. O saha içindeki birlikteliği, takımdaşlığı ve yoldaşlığı görünce “Ben de oynamak istiyorum, ben de Ebrar gibi olmak istiyorum, ben de Zehra gibi olmak istiyorum, Naz gibi olmak istiyorum” diyorlar.
Size ne soruyorlar karşılaştıklarında?
6-7 yaş değil ama 10, 11, 12 yani spora başlamış, böyle küçük takım seviyesinde olanlar şu iki soruyu soruyor: Okulla beraber nasıl götürdün? Başarısız olduğun zaman ne yaptın? Çünkü herhalde zannediyorlar ki iPad’deki gibi oyun kaybettin, yeni bir şans var. Sporda bu yok. Kaybettiğin zaman daha çok çalışmak zorundasın. Onlara “Ben de robot değilim. Benim de başarısızlıkta çok yıkıldığım zamanlar oluyor. Ama bu kadar emek verdikten sonra bırakmanın doğru olmayacağını düşünüyorum” diyorum.
Sporcu anne olmak zor
Peki biraz da anneliği sorayım. Genç yaşta sporculukla anneliği beraber götürdünüz. Evde görev bölümü nasıl yapıldı?
Aslında bizim evde Cenk bir emzirmedi diyebilirim. İnanılmaz ilgili ve destek veren bir babaydı. Pamir’in doğumu basketbolculuğu bıraktığı sürece denk geldi. 0-2 yaş dönemi benden daha çok zaman geçirdi diyebilirim Pamir’le. Çok istisnai bir örnek ama hem Pamir için hem de benim için onun bu kadar evde olabilmesi büyük şanstı.
Voleybola 2018-19 sezonunda ara verdiniz. Fiziksel açıdan dönüş zor oldu mu?
2018 kasımda doğurdum. Aslında planım sezonun ikinci yarısında dönmekti. Ama Pamir hayatın planlanamayacağını kafama vura vura öğretti. Çünkü ben normal doğum planlıyordum. Sonrasında yavaş yavaş antrenmanlara başlayıp ikinci yarısına dönerim diye düşünüyordum. Zorlu bir doğum hikâyem oldu. milli takımda oynamak bile aklımın ucundan geçmiyordu ne yalan söyleyeyim. Bebek varken oradan oraya gitmek hiç düşündüğüm bir şey değildi. Cenk dedi ki “Oyna milli takımda. Benim zaten şu an yaptığım bir şey yok. Bir projem yok. Sana destek veririm.” Annem de “Biz arkandayız” deyince şubat, mart gibi fiziksel antrenmanlara başladım. Neredeyse 15 ay sonrasında ilk defa milli takımla İzmir’de kampa gittim. İlk antrenmana çıktım. Tam üç buçuk saat! Benim sözlüğümde yeter yoktur. Ben devam ettim, antrenör devam ettirdi, kenardaki yardımcılardan da kimse bir şey demedi. Yüzümün rengi kırmızının da üstünde bordoydu. Ertesi gün Robocop gibi dümdüz yürüyordum. İki üç hafta içinde eski formumu buldum mu? Hayır. Ama sahada mücadele edebilecek, antrenman yapabilecek kıvama gelmiştim. Sonrasında Ankara’ya gittik Avrupa Şampiyonası için. Pamir, annem ve ben otel odalarında Avrupa Şampiyonası geçirdik. Avrupa şampiyonluğunu kıl payıyla kaçırdık.
Sporun içinde sporcu anneliğe hazır bir ortam var mı?
Ben şanslı bir döneme geldim. Çünkü bir yaşında bir çocuğun annesinden bir hafta, on gün ayrı kalması çok sağlıklı bir durum değil. Anlayışlı insanlarla çalışma fırsatım oldu. Milli takımda antrenörümüz ve federasyon başkanımız her türlü olanağı ve kolaylığı sağladı. Kulüp tarafında Fenerbahçe de Topuk Yaylası’ndaki kampa gittiğimizde anlayışla karşıladı. Ama kolay mı? Hayır. Sporcu anne olmak da çalışan anne olmak da evde tüm gün çocukla ilgilenen anne olmak da kolay bir iş değil. Ama iyi ki var Pamir. Hayata karşı da spora karşı da çok daha değişik bir bakış açısı kazanmama vesile oldu. Çocuk iyi yaptığın şeyleri değil de genelde kötü yaptığın ya da kendi törpülemen gereken özelliklerini gösterip seni duvara toslatıyor her seferinde.
Fenerbahçe’de bırakmak istiyordum
Biraz sahaya inelim. Fenerbahçe’yle duygusal bir vedalaşma oldu. Ayrılığın sebebi nedir?
Bir yıl kontratım daha vardı. Karşılıklı anlaşarak ayrıldık. Sezon içinde kişisel olarak zorlu dönemler geçirdim. Elimden geldiğince yansıtmadan takıma fayda sağlamaya çalıştım. Taraftarlar bu süreçte gerek sosyal medyada gerek dışarıda denk geldiğimiz zamanda inanılmaz destek oldu. Ama sezonun ortalarında kulübün yabancı pasör arayışlarını duymaya başladım. Ben de “Bu sene yaşadıklarımı bir daha yaşamak istemiyorum. Yabancı bir pasör almayı düşünüyorsanız söyleyin, ben de kendi yolumu çizeyim. Bu şekilde devam etmek istiyorsanız kalmak istiyorum” dedim. Çünkü Fenerbahçe’ye ikinci defa imza atarken voleybolu burada bırakmak için geldim. Ama dedim ya hayat plan yapmamayı bana öğretti. Türkiye Kupası’ndan önce yabancı bir pasörle devam etmeye karar verdiklerini ilettiler. Kırgın değilim, kızgın değilim. Ama sporda ayrılıklar da işin bir parçası.
A Milli Takım’da oynamaya 2007’de başlamıştınız. Geçen yılki olimpiyatlar son turnuvanız oldu. Milli Takım’da küçük bir veda oldu ama olimpiyat zamanı sanki oradan biraz kırgın döndünüz. Ne oldu orada?
Geçen yaz geçirmem gereken ufak bir operasyon vardı. O nedenle federasyon başkanımızın, Spor Bakanlığı’nın ve antrenörümüzün de onayıyla Türkiye’ye bir gün erken döndüm. İki gün içinde de operasyonu geçirip daha fazla geciktirmeden sezona başlayabilmeyi hedefledim. Milli takımı bırakacağımı zaten VNL (Kadınlar Uluslar Ligi) sırasında antrenörümüze iletmiştim. Olimpiyatların benim milli takıma hizmet edeceğim son turnuva olmasını arzuladığını söyledim. Anlayışla karşıladılar. Bu kadar uzun zamandır yaz tatili yapmadan, ailemle zaman geçirmeden, havuç tutulan bir yarış atı gibi koşmaya çalışmak hem fiziksel hem de ruhen çok hırpaladı ve yordu beni. Daha kaç yıl oynayacaksam biraz daha kendimi fiziken ve ruhen en azından yaz aylarında şarj ederek yeni sezona başlamam gerektiğinin doğru olacağına karar verdim.
Çocuklar için üç kitap yazdı
Naz Aydemir Akyol’un becerileri arasında kitap yazarlığı da var. Okul öncesi çocuklara yönelik ilk kitabı “Naz ve Moka’yla Haydi Spora” 2014’te yayınlandı. Bu ilk kitabın baskısı yok. Ancak Doğan Egmont’tan 2019’da yayınlanan “3,2,1 Başla” ve geçen yıl yayınlanan “İlk Maç Heyecanı” ilkokul öğrencilerinin keyif alacağı kitaplar. Çocukların dilini yakalayabilmek için klinik psikolog Cemre Soysal’ın desteğini alan Naz Aydemir Akyol, yetişkinlerin de kitabı imzalatmak için maçlara getirdiğini söylüyor.
İki sezon THY’de
“Türk Hava Yolları ile iki yıllığına anlaştım. Kariyerimde ilk defa Şampiyonlar Ligi yerine Avrupa’nın ikinci kupası olan CEV Kupası’nda oynayacağım. Bu da benim için farklı bir challenge olacak. Antrenör Marcello Abondanza zaten çok uzun zamandır benimle çalışmak istiyordu. Fenerbahçe’de çalışırken de beni transfer etmek için çok uğraşmıştı. Elimden geldiğince takıma yardımcı olmaya çalışacağım. Yabancı sayısı kısıtlaması olduğu için Türk pasörün olması ligde önemli bir unsur. Bu sene smaçörler yabancı olacak anladığım kadarıyla. Önemli bir sezon ama bir sonraki sezon için daha yüksek bütçeli bir takım kurma hedefleri var. Marcello’nun da savaşçı bir karakteri var. Her maça kazanmak için çıkacağız.”
Oyuncular daha aşağısını yaşamak istemiyor
“Milli takımın başarısıyla ilgili en büyük sebep doğru bir yapılanma olması. Doğru antrenör seçimi. Doğru sistem. Antrenörün istediklerini uygulamasına izin verecek bir yönetim kadrosu. Ayrıca kulüplerinde iyi yabancı oyuncularla birlikte birçok şey öğrenmiş, birçok şey başarmış ve kendilerini yukarıya taşımış sporcular. En tecrübelisinden tutun da milli takımdaki en deneyimsiz oyuncuya kadar herkes takımında dünyanın sayılı sporcusuyla yarışma, antrenman yapma, mücadele etme fırsatını elde ediyor. Bu medya desteğini arkasına alan, sokakta bu kadar tanınır, bilinir sporcular haline gelmiş oyuncular da bunları başardıktan sonra daha aşağısını yaşamak istemiyor. Hep daha yukarıyı hedefliyorlar. Başarının anahtarı bu diye düşünüyorum. Kulüplere gelince 2009’da Fenerbahçe ile Acıbadem ilk iş birliğini yaptı. Gamova gibi, Osmokrovic gibi dünya starlarını getirdiler. Vakıfbank, Eczacıbaşı gibi takımlar da o seviyeye çıkabilmek için yatırım yaptılar. Böylelikle de mücadeleci, rekabetçi bir lig ortaya çıktı. Kaç senedir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ülkemize geliyor. Bu çok büyük bir başarı. Şu an Vakıfbank’ın beş tane Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu var. Ve Türk oyuncularla başarılan şeyler. Üç yabancı kuralı var voleybolda. Üç yabancı, üç de Türk oyuncu var. Bu o açıdan çok özel diye düşünüyorum.”