29 Mart 2024, Cuma
19.11.2021 04:30

Bu albüm 30 yıldır aklımızdaydı, bakalım Z Kuşağı ne diyecek

Bulutsuzluk Özlemi’nin, Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’ndan uyarladığı yeni albümü, Türk rock müziğinin son yıllardaki en iddialı çalışmalarından biri. Nejat Yavaşoğulları 25 şarkılık bu büyük çalışmayı Oksijen’e anlattı

Bulutsuzluk Özlemi tam 12 yıl sonra yeni bir albümle karşımızda. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı onların besteleriyle 25 şarkılık bir devasa çalışmaya dönüştü. Topluluğun kurucularından Nejat Yavaşoğulları; bu hikayenin başka bir dünyanın hayalini bize yüzyıllar öncesinden kurdurduğunu anlatıyor. Bulutsuzluk Özlemi rock opera ve biraz da oratoryo formundaki bu çalışmayla Şeyh Bedreddin’in dünyasını yeniden tartışmaya açıyor. Yeni Bulutsuzluk Özlemi albümü Bedreddin, 12 yıllık bir sessizliğin ardından geldi. Neden bu kadar beklediniz? Bir albümün içten ve samimi duygularla ortaya çıkması için onu bırakmak gerekir. Uzun soluklu bir topluluğun peş peşe albüm çıkarmasının çok da anlamı olmadığını anladım. İlk albümümüzde yer vermemiş olsak da, Bedreddin’in üçte biri biz Bulutsuzluk Özlemi’ne 1980’lerde ilk başladığımızda bile vardı. Öyle yoğun bir şekilde geçti ki yıllar, bu projeyi bitirecek vakit olmadı. Uzun zamana yaydık çalışmamızı. Bu yüzden her şarkının arkasına bir hayat tecrübesi de eklendi. Aradan geçen zaman içerisinde müzik de gençler de değişti. Aslında bu çok güzel bir hikaye. Ama bu 25 şarkıyı Z kuşağı konsantre olup da nasıl dinler? Onu bilemiyorum.

Nejat Yavaşoğulları: “Son yıllarımız daha verimli geçebilecekken, bir kısır döngüye girmiş olabiliriz. Ama bu dönemler bence geçecektir.”
Nejat Yavaşoğulları: “Son yıllarımız daha verimli geçebilecekken, bir kısır döngüye girmiş olabiliriz. Ama bu dönemler bence geçecektir.”
Albüm yapmanın artık hiç önemsenmediği bu dönemde 25 şarkılık devasa bir çalışmayla karşımıza çıktınız. Neler vardı aklınızda, dinleyiciye ne söylüyor bu? Böyle bir albüm, dönemden bağımsız bir şekilde çıkmalıydı. Edebi bir eser sonuçta bu. Biz Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nı güncel hale getirdik. Bunun kıymetini anlıyorum. Geçen akşam arabayla Üsküdar’dan Kadıköy’e giderken albümü yeniden dinleyeyim dedim. Eve gidecekken dalıp yanlışlıkla karşıya geçtim. Muazzam bir görsellik var hikayede. Çok güçlü bir metin. Her şey insanın kafasında canlanıyor. Nazım Hikmet’e hayran olunduğu kadar var. Her şeyi araştırıp yazıyor. Mesela İznik’i, tarif ettiği dağları ilk defa gördüğümde ustalığına şaşırmıştım. Bütün bu tarifleri düşünürken, evi kaçırmışım. Bu hikayenin yeni bir formda güncellenmesi lazımdı. Belki bir yönetmen de yeni bir filmini, dizisini çeker ileride. Her şey var hikayede çünkü. Göl, deniz, savaş, idam, her şey. Bu yüzden “Kim dinler?” demeden yapmak lazımdı. Bu büyük potansiyelin çekirdeğini ortaya koyduk. 30 yıldır içimizdeydi bu. Şeyh Bedreddin’in hikayesini size göre çarpıcı kılan şey nedir? Bedreddin olayı tarihin tozlu sayfalarında kalmış çok ilginç bir olay. Aslında bir din adamı ama çok farklı bir noktaya ulaşmış. Üretim araçlarının mülkiyetinin tüm topluma ait olması gerektiğini düşünüyor. Marx da aynı şeyi söylüyor. Bedreddin aynı şeyi 1300’lerde söylemiş. Bunu pratiğe geçirmek istemiş, başarılı da olmuş. Ama Osmanlı yönetimi onları engellemiş. Bu tüm dünyada tarihçilerin ilgisini çekmiş. Bedreddin galip gelseydi acaba demokrasi daha mı erken gelecekti? Daha modern, daha eğitimli ve iyi bir toplumda mı yaşayacaktık? Tarihin böyle dönüm noktaları var. Bu da onlardan biri.  Bu hikaye bize bugüne dair neler söylüyor? Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımının olmaması gerektiğinin mesajını çok önceden veriyor. Sömürüsüz bir dünya olabileceğini gösteriyor. Mesela ben biraz daha farklı kesimdeyim. Proleter sınıfın karın tokluğuna çalışma ihtiyacından farklı bir yerdeyim. Açlığımı bastırma derdinin ötesine geçebiliyorum. Hepimiz normal bir standartta hayat sürdürebilmek için gereğinden fazla çalışıyoruz. Bazı şeyler, mesela elektrik bedava olabilirdi. Bundan illa kâr edilmesine gerek yoktu. Böyle şeyleri çağrıştırıyor bu bana. Bu bir yandan da bir insanlık ideali; herkes kendini eşit, özgür hissedebilirdi. Gün doğmadan otobüslere doluşup, yaşam derdine düşmek zorunda kalmayabilirdi.

Albümün etkileyici bir konseri de olmalı

Şef Murat Cem Orhan ve Fırat Tanış size bu çalışmada nasıl bir katkı sağladılar? Murat Cem Orhan çok iyi bir şef olmanın yanı sıra bütün rock tarihini biliyor. Bu bizim daha iyi anlaşmamızı ve albümün rock özelliğinin pekişmesini sağladı. Kendini çok iyi yetiştirmiş bir müzik insanı. Fazıl Say’ın da son zamanlarda lanse ettiği, çok büyük genç yeteneklerden biri. 10 Aralık 2021’de İş Sanat’ta yaylılarla farklı bir konserimiz olacak. Onun düzenlemelerini de Murat Cem Orhan yaptı. Nazım Hikmet bu hikayeyi yazarken, şiirler dışında düz metinler de kullanmış. Düz metinler hikayenin daha da net anlaşılmasını sağlıyor. Fırat Tanış bu kısımdaki okumalarıyla bize çok destek oldu. İkisine de ne kadar teşekkür etsek az. Bu albüm için nasıl bir konser hayal ediyorsunuz? Bu albüm hiç canlı çalınmadı. Klasik müzik eseri gibi bir prömiyeri olmalı. Görsel olarak da kayıt altına almamız lazım. Özel bir yerde olmalı. AKM’yi vermezler bize mesela. Ama Süreyya Operası olabilir. Ya da hikaye Karaburun’da da geçtiği için, Karaburun Festivali olabilir. İtalya’da, dünyadaki muhtelif kasabalarda klasik müzik konserlerini izliyorum bazen. Eski şatolarda, kalelerde harika işler çıkarıyorlar. Karaburun’da kasaba meydanında yapabiliriz biz de böyle bir şey.

Keşke Acil Demokrasi eskiseydi

Neredeyse 40 yıl olacak Bulutsuzluk Özlemi kurulalı. Türkçe sözlü rock müziğin gelişiminde sizin de büyük payınız var. Neler hissediyorsunuz? Güzel şeyler hissediyorum. Her yerde saygı görüyorum. İnsan bazen mücadele içindeyken, ne yaptığının farkında olmuyor. Bir şeye kaptırıyorsun kendini, bir bakıyorsun aradan on yıl geçmiş. Kendini kötü, başarısız hissettiğin yerler oluyor. Aradan geçen zamanla kıymetini anlıyorsun. Biz Türkçe müziği geliştirelim diye yapmadık hiçbir şeyi. Bunları İngilizce de yapsam uyduruk ve sahte olurdu. Yaptığım şey edebi bir değer taşımalıydı. İnsanlar kendinden bir şey bulmalıydı. Samimi olunca eskimiyor da. Mesela bir sabah kalktım, gazetelere baktım, her şey çok kötü, sinirlerim bozuldu. Acil Demokrasi diye bir şarkı yazdım. 1980’lerdeydik. Tüm olan biten birkaç yılda geçer diye düşünüyorduk. Ama geldiğimiz noktaya bakarsak, pek de bir şey değişmedi. Şarkıyı çaldığımızda hâlâ bir coşku yaratıyor. Keşke her şey değişseydi, bu şarkı da rafa kalksaydı. Tüm bu olan bitenin ortasında siz ümidi nerede buluyorsunuz? Her şey ileriye doğru gidiyor. Bu ilerleme esnasında ziyan olmuş gençlikler, hayatlar olabilir. Ne yazık ki hepimizin son yılları daha verimli geçecekken, saçma sapan vakit kayıplarıyla, kısır döngülere girmiş olabiliriz. Ama bu dönemler bence geçicidir. Dünya iletişim açısından çok küçüldü. Dış dünyaya kendini kapatsan da, Türkiye’de köyde yaşayan bir çocuk da, Afrika’daki birisi de her şeyden haberdar oluyor. Böyle bir dönemde bambaşka bir dünya olabileceğini o çocuklara göstermemek ancak vakit kaybıdır. Bizi yönetenlerin kafalarının arkasında bir düşünce var. Onu tabii ki biliyoruz. Bu konuda yeterince başarılı olamamalarının sebebi biraz da gençlerin tüm dünyayla iletişim halinde olması. Ümidi burada buluyorum.