17 Kasım 2024, Pazar Gazete Oksijen
02.04.2021 06:00

Hepimiz sınıfta kaldık

Müzisyenlerin salgında yaşadıkları Ceylan Ertem’in kalbini kırmış: “Toplumun en önemsenmeyen mesleklerinden birini icra ettiğimizi fark ettik. Bir müzisyen arkadaşım kuryeliğe başladığı gün ağladım. Sendikamızın olmaması da büyük ayıp. Bunda hepimiz suçluyuz.”
Bir zamanlar “Ütopyalar Güzeldir” diye seslenirken, şimdilerde “Cahille Sohbeti Kestim” diyor Ceylan Ertem. Zaman geçtikçe aklına iyice takılan “İnsan alim mi, yoksa zalim mi?” sorusu, onu hayvan dostlarıyla daha da yakınlaştırmış. Yıllardır savaştığı agorafobisine rağmen, çıkmaktan korkmadığı sahnesindeyse artık yirminci senesini kutluyor. Ahmet Kaya eseri “Dardayım” yorumuyla başladığı bu sene, peşi sıra yayınlayacağı şarkılarla devam edecek. 4 Nisan, Dünya Sokak Hayvanları Günü için bir araya geldiğimiz Ertem’le, can dostlarını ve bu dönemde hayata nasıl tutunduğunu konuştuk. Son bir seneniz nasıl geçti? 20 yıldır sahnede olduğum için durmak iyi geldi. Ama bu his kısa sürdü. Akıl sağlığımı da koruduğum bir yer sahne. Yuvasından edilmiş bir hayvan gibi zorlandım. Tüm dünya ruhsal ve fiziksel olarak hastalandı. Virüs hiyerarşi tanımıyor. Ben de yakalandım. Bu dönemde canlı yayınlarla kendimizi kalkındırmaya çalışıyoruz. Ama bir müzisyen arkadaşımın kuryeliğe başladığı gece gerçekten ağladım. İntihar edenler de var. Yorgun hissediyorum. Nasıl bir dayanışma beklerdiniz? Bir sendikamızın olmaması büyük ayıp. Bunda hepimiz suçluyuz, ben de. Bu dönemde sınıfı sadece bilim insanları ve sağlık çalışanları geçti. Bence geriye kalan hepimiz, politikacılar, müzisyenler, maske takmayanlar, hasta olduğunu gizleyenler, sınıfta kaldık. Ne kadar ödül, para varsa sağlık çalışanlarına verilmeli. Markalar da istemeden müzisyenleri sömürdü. Normalde kabul etmeyeceğimiz ücretleri teklif ediyorlar. Buna mecbur olduğumuzu biliyorlar. Bu destek değil, sömürü. Yönetimdekiler de umursamıyor… Toplumun en unutulmuş, umursanmayan, önemsenmeyen mesleklerinden birini icra ettiğimizi fark ettik. Bu kırıcı oldu. Sen üzüldüğünde, sevindiğinde, düğününde, cenazende, her zaman müziğe sarılmış bir halksın. Müzisyenlerden hep tatmin olmuşsun. Onları elinin tersiyle ittin, bir şikayet etmeye korkar duruma getirdin. Herkesin sorunu var ama ben müzisyenler adına konuşuyorum. Kalbim kırılıyor. Aklınızı ve ruhunu nasıl korudunuz? Beni mizah kurtardı. Ferhan Şensoy’un, Aziz Nesin’in kitaplarını açtım. Eski Türk filmlerini, Şener Şen’leri izledim. Cem Yılmaz mesela… Bir gösterisini izlemek için konser için gittiğim şehirde kalışımı uzatmıştım. Çünkü gülmek istiyordum. Gerçi sonra Cem Yılmaz’la oturup dertleştik ama… Mizahçılara, karikatüristlere her zaman sığınıyorum. Tam da bu dönemde Ahmet Kaya’nın “Dardayım”ını yorumladınız. Devamı da geliyor… Ahmet Kaya yorumu için çok ısrar edildi. Gülten (Kaya) Abla da; “Hiçbir şey istemem, Ahmet Kaya ormanına biraz ağaç dikin, yeter ki Ceylan söylesin” deyince çok duygulandım. Cem Adrian bestesi “Çaresiz”i haftaya yayınlayacağım. Şehrazat’a saygı albümü için söylediğim “Belki”yi ve Çağrı Sertel’le kaydedeceğimiz yeni şarkımı da çok geçmeden yayınlayacağız. Geçen yıllar sizi nasıl değiştirdi? Agorafobim yüzünden ben ancak son birkaç senedir sahnede şarkı söylemenin tadına varabiliyorum. Canımın istediğini yiyip hayvanlarla yaşayabiliyorsam, mutluyum. Ama tüm bu emeğin sonunda hak ettiğim yerde olduğumu düşünmüyorum. Bana gelene kadar çok isim hak ettiği yerde değil. İnsanların beni tanıdıklarını da zannetmiyorum. Hikayemin bilinmesini isterdim. Ama bir yandan da “Hayat ne kadar güzel” diyorum. Müzik, agorafobiye dair size nasıl bir rahatlama sağlıyor? Kalabalık ve açık alan fobisi agorafobi… Bir şarkıcının sahip olabileceği en korkunç şey bu... Aylarca evden çıkamadığım oldu. Odamdan çıktığımda nefes alamıyordum. Ama müziğin gücüyle binlerce insanın karşısına çıkabiliyorsun. Dizlerim titriyor, mikrofon ayaklığına tutunuyorum, ellerim terden kayıyor… Bir konserde dinleyicilerim “Git artık, sahneden in!” demişti. Türkiye’de müzik yapmak zaten zor. Buna bir de iç dünyamdaki mücadele ekleniyor. Şarkı söylemek işte tüm bunlara değiyor. Şimdilerde nasılsınız? Üç sene önce, uçağa binemediğim için arabayla İngiltere’ye gidip konserimi tamamlayamadan sahneden inmiştim. Korkunç tepkiler vermişlerdi. Bu büyük travmaydı. 12 yaşından beri yaşadığım bir şey olduğu için çok yorgundum. Dönüşte tüm konserlerimi iptal ettim. Bir ay evin salonunda yattım. İstanbul içinde çok uzak yerlere taşınmam gerektiğine karar verdim. Bir köye taşındım. Doktorların yardımıyla, artık bu konuyla ilgili hayatımda hiç olmadığım kadar iyiyim. “Sanatçı sessizlerin sesi olmalı” demiştiniz. Siz bu dönemde hangi karanlıklar aydınlansın isterdiniz? Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilerin ve akademisyenlerin mücadelesinin zaferle sonuçlanmasını isterdim. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinden de acilen geri dönülmeli. Hayvanlarla ilgili yasalar çıkmalı. Aşı durumunun netlik kazanması gerekli. “Ne kadar sessiziz” diye kızıyorum bazen. Ama kimseye “Sokağa çık”, “Konuş” diyemem. Çünkü ne olacağını bilmiyorum. Ben ki, ikide bir savcılığa çağrılıyorum. Biraz durup bekliyorum. Hayatta kalmaya çalışıyorum. Büyük laflar edemiyorum. Umut bulduğunuz neler var hayatta? Dağılmayan bir sis var. Önümüzü görebilmek istiyoruz. Doğa, güneş, deniz, görebildiklerimize de şükredelim. Birbirimize hayatı zehir etmeden, küçük şeylere takılmadan, kendisini hasta etmeden geçirmeli insan bu dönemi. Etkisi sonradan çıkıyor çünkü. Ben depremde evimi kaybettikten seneler sonra ne olduğunu anlamıştım. Kendimize kalıcı hasarlar vermeden bu dönemi atlatmayı diliyorum. O yüzden “Mizahçıları kendimize doktor belleyelim” diyorum.

“Dünya tüm hayvanların cehennemi”

Her sene 4 Nisan’da Dünya Sokak Hayvanları Günü kutlanıyor. Siz de hayvan hakları konusunda son derece aktifsiniz. Kaç hayvanla birlikte yaşıyorsunuz? Şu anda dört kedi, üç köpeğiz evde. Başka yerde bakılan bir inek ve buzağı da sahiplendim. Bütün kedilerim, köpeklerim farklı semtlerden. Jaya mesela, tam bir “Çarşılı”. “Her şeye karşı” bir kara kedi. Salda Gölü civarından sahiplendiğim bir köpeğim var; Jimi (Hendrix). PJ (Harvey) var. Paco (de Lucia) var. Salif (Keita) var. Çok sevdiğim müzisyenlerin adlarından esinleniyorum. En son da Mishka’mız var. Hayatınızda nerede duruyor bu dostlarınız? Çocuk sevgisini bilmiyorum ama kardeş sevgisini iyi biliyorum. Onları da öyle seviyorum. Spiritüel anlamda her şeyleriyle tam, bizi çok seven yaratıklar onlar. Dünya tüm hayvanların cehennemi. Bu cehennemde ne kadar hayvanı ölümden, tecavüzden, tekmeden kurtarabilme şansımız varsa, bunu canla başla yapmamız gerektiğine inanıyorum. Ben 19 yıldır vejetaryen, artık da veganım. Kendimi onlara borçlu hissediyorum. İdari yönetimler ve bizler neler yapmalıyız? Hayvana verilen zarar sandalyeye verilen zararla bir tutulmamalı. Mal statüsünden çıkarılmaları lazım. Kendi sağlığımız, gezegenin sağlığı ve vicdanımız için hayvansal beslenmeyi hayatımızdan olabildiğince çıkartmamız gerekiyor. Bütün dini kitaplar “Öldürmeyeceksin” der. Biz bu röportajı yaparken milyonlarca hayvan öldürüldü. Barınakların durumu iyileştirilmeli. Bir köpek ezildiğinde, “İlgilenirsem başıma bela olacak” dememeliyiz. Hükümet “Sen bu iyiliği yap, sorumluluğu ve masrafları bizde” demeli. Hayvansal gıda tüketimi küresel ısınma sorunuyla da yakından ilişkili… Geçen sene Avustralya’da binlerce deveyi vurdular. Çünkü develer de doğadan su içiyorlar. İnsanlar susuz kalmasın diye onları öldürdüler. Sadece bu yüzden bile bir yıldır evde olmayı hak ediyoruz. Hayvanları düşünmüyorsan kendini düşün, kendini düşünmüyorsan çocukları düşün. Harekete geçmek için daha ne olması gerekiyor? Müzisyenler ve hayvanlara dair bir sergi de hayal ediyormuşsunuz… Birçok müzisyen arkadaşımın, Korhan Futacı’nın, Sezen Aksu’nun, Hayko Cepkin’in hayvan yoldaşları var. Hayko’nun eşeği var mesela. Ben onları doğal ortamlarındaki hayvanlarıyla çekmek istiyorum. Biri davulunun içinde yatar… Diğeri şarkı sözlerinin olduğu kağıdı yer... Önce sergi, sonra kitap yapacağım. Bu fikir çok hoşuma gidiyor.
Alper Bahçekapılı
Alper Bahçekapılı
[email protected]