29 Nisan 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
29.10.2021 04:30

Müziğin gözü renk görmez

Müzik tarihinin önemli iki ismi Ahmet ve Nasuhi Ertegün. ABD’deki hayatları şimdi yeni bir belgesele konu oldu. Yönetmen Ümran Safter “Irkçılığın yoğun olduğu dönemde iki Türk göçmenin başardıklarının bugüne ilham vermesini istedim” diyor

Popüler müzik tarihinin gidişatını baştan sona değiştiren iki isim Ahmet ve Nasuhi Ertegün. Müzik tarihiyle biraz ilgilenenler için son derece bilindik, efsanevi karakterler. Babaları büyükelçi Münir Ertegün’ün Washington’daki görev süreci boyunca, tam da ırk ayrımcılığının dorukta olduğu bir dönemde, müzisyenlerin ten rengine bakmadan herkesi elçilik konutunda topluyorlar. Burada gerçekleşen konserler o kadar çok dikkat çekiyor ki, konutta siyahi müzisyenlerin bulunması Amerikan senatörleri tarafından protesto konusu oluyor. Bu konserlerin de öğretisiyle, Ahmet Ertegün sonradan kardeşinin de katılacağı dünyanın en güçlü plak şirketlerinden birini, Atlantic Records’u kuruyor. 

Ümran Safter: “Bir gün elçilikte caz müzisyenleri var. Büyükelçi Münir Ertegün toplantıdayken “Çok güzel müzik, kapıyı açık bırakın” demiş. Belgeselin adı buradan geliyor.”
Ümran Safter: “Bir gün elçilikte caz müzisyenleri var. Büyükelçi Münir Ertegün toplantıdayken “Çok güzel müzik, kapıyı açık bırakın” demiş. Belgeselin adı buradan geliyor.”

Kapıyı Açık Bırak

İşte bu hikayeyi Ümran Safter, Kapıyı Açık Bırak adıyla belgeselleştirdi. Filmi -tam da “İstenmeyen adam” krizinin hemen öncesinde- Amerikan Büyükelçiliği’nin İstanbul’daki konutunda izledik, gecenin yıldızı Safter’le konuştuk. Ahmet ve Nasuhi Ertegün kardeşlerin hikayesini anlatmaya sizi iten şey neydi? Bu hikaye Amerika’da ırk ayrımcılığının çok yoğun olduğu, siyah ve beyaz müzisyenlerin bir araya gelemediği bir dönemde geçiyor. Aynı mekanda müzik yapamıyorlar, siyahi müzisyenler kulüplere arka kapıdan giriyor. Korkunç bir dönem. Bu sırada Ahmet ve Nasuhi büyükelçi babaları Münir Ertegün’ün görevi sebebiyle Amerika’ya gidiyorlar. Cazın ve Amerika’daki bir dönemin sembol isimleri oluyorlar. Aslında aile meşhur olsa da hikayenin ayrıntılarını çok fazla insan bilmiyor. Bu hikayeyi anlatmam gerektiğini düşündüm. Amerika’ya gidip birçok caz tarihçisiyle, müzisyenle, ailenin dostlarıyla söyleşi yaptım. Bu hikayenin doğduğu Türkiye Cumhuriyeti Washington Büyükelçiliği konutundaki ‘jam session’ları çeken bir foto muhabiri de varmış. Onun arşivlerine de ulaştım. Çok ilham verici bir hikaye çıktı ortaya. Hikayenin hem göçmen, hem ırk ayrımcılığı hem de müzik boyutu var. Bütün bu süreç size neler öğretti? Ben aslında Amerika tarihine ve caz tarihine çok hakim değildim. Bu hikayeye bu açıdan bakmak gerekiyor. Ahmet ve Nasuhi cazla ilgilenmeye başladıklarında henüz çocuklarmış. Biri 9, diğeri 15 yaşındaymış. O yaştaki çocuklar Amerika’da Süpermen kartları peşinde koşarken, Ertegün kardeşler Washington’da kapı kapı dolaşıp albüm toplarlarmış. Kapıyı her açana “Eski albümünüz var mı?” derlermiş. Müthiş bir müzik aşkı var bu çocukların. Üstelik ikisi de yabancı, göçmen. Göçmen iki çocuk, gittikleri bu ülkeye hangi değerleri katıyorlar? Onların yargılarını, tarihini nasıl değiştiriyorlar? Bu bana çok etkileyici geldi. Türkiye’de de, dünyanın her yerinde de bir yabancı düşmanlığı var. Fakat yıllar sonra kim bilir Suriyeliler, Afganlar bizim ülkemizde neleri başaracaklar. Bunları da düşündüm bu konu üstünde çalışırken.
Ahmet (solda) ve Nasuhi Ertegün kardeşler Washington Büyükelçiliği konutunda pek çok ünlü sanatçıyla bir araya gelmişti.
Ahmet (solda) ve Nasuhi Ertegün kardeşler Washington Büyükelçiliği konutunda pek çok ünlü sanatçıyla bir araya gelmişti.
Ahmet ve Nasuhi Ertegün yaratıkları Atlantic Records’ta Ray Charles’tan Led Zeppelin’e uzanan muazzam isimlerle çalışıyor. Sizce nasıl bir kültürel etkileri var? Atlantic Records’ın temeli büyükelçilik konutundaki ‘jam session’larla atılıyor. Hem siyahi hem de beyaz müzisyenleri davet ettikleri için müthiş bir tepki var. Bir beyaz senatör Münir Ertegün’e protesto mektubu dahi yazıyor. “Siz neden siyahları ön kapıdan alıyorsunuz?” diye soruyor. O da cevaben “Biz misafirlerimizi hep ön kapıdan alırız” diyor. Babaları tüm bunlara asla pabuç bırakmıyor. Çok kültürlü bir aile. Mehmet Münir Ertegün beş-altı dil bilen bir adam. Anneleri Londra’da yaşadıkları dönemde onları caz konserlerine götürürmüş. Washington’a gelecekleri zaman “Cazın merkezine geleceğiz” diye çok heyecanlanıyorlar. Duke Ellington’la, Count Baise’yle, Ella Fitzgerald dost oluyorlar. Caza âşıklar; ırkla, dille ilgilenmiyorlar. Siyahlarla beyazların bir arada olduğu, Washington’daki ilk konseri düzenliyorlar. Düşünün; bir yabancı büyükelçilik, tırnak içinde Müslüman bireyler, siyahlarla beyazları bir araya getiriyorlar, üstelik bunu da Yahudi Kültür Merkezi’nde yapıyorlar. Bu çabalar Atlantic Records’ın da temelini atıyor. Irkçılığın bugüne oranla çok daha güçlü olduğu bir dönemin hikayesinden bahsediyoruz. O dönemde Ertegün ailesi bu durumla nasıl bir ilişki kuruyor? Günümüze dair ne öğretebilir bu belgesel bize? Beyaz çalışanlar var elçilikte. Babaları sonradan siyahları alıyor. Beyazlar “Aynı masaya oturmayız” diyor. “Babaları bu mümkün değil” diyor. Caz ortamı da böyle karanlık. Beyazların albümlerinin satıldığı yerde siyahların albümleri bile yok. Bunlara hiç aldırış etmiyor çocuklar. Kafalarında ırkçılık bariyerlerini kırma derdiyle yola çıktıklarını sanmıyorum. Belgeselde “Müziğin gözü renk görmez” cümlesi geçiyor. Bir müziği seviyorsanız onu kimin yaptığına bakmazsınız ki? Ertegün kardeşler için de böyle. Bugünü konuşursak; yeni jenerasyondan umutluyum. Tüm bu yeni mecralar, ‘streaming’ platformları da birleştirici geliyor bana.

Güçlü bir diplomat

Ertegün kardeşlerin babası Münir Ertegün çok güçlü bir figür. Amerika ve Türkiye arasında bir köprü kuruyor. Vefat ettiğinde naaşı bir Amerikan savaş gemisiyle Türkiye’ye yollanmış.. Çok güçlü bir diplomatmış. Dillere destan resepsiyonlar yaparmış. Çok entelektüel, Amerika’da bilinen bir aile. Çocuklar da çok iyi eğitim almışlar ve dönemin entelektüel camiasıyla içli dışlılar. Cenaze töreni de çok şaşalı gerçekleşiyor. Bunun diplomatik sebepleri de var elbette. Ama Münir Ertegün ayrıca sevilirmiş. Onun karakterinin, kişiliğinin de payı büyük bu sevgide.