25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
18.06.2021 04:30

"Neden İstanbul’da bu kadar seviliyoruz?"

20’nci yılını yeni bir albümle kutlayan Norveçli ikili Kings of Convenience, Oksijen’e konuştu. Olgunlaştılar ama amatör ruhlarını koruyorlar. 12 yıllık aradan sonra gelen “Peace or Love”daki bir şarkı, İstanbul’dan dönüş hatırası. Başlıktaki sorunun yanıtını ise ikisi de merak ediyor

Sırtlarını Bergen’in yedi tepesine vermişler, konuştuğumuz bilgisayarın ekranını cama doğru tutup yeni albümlerindeki şarkılarını nerelerde bestelediklerine işaret ediyorlar. Norveç’in ikinci büyük şehri, memleketleri Bergen’i farklı yakalara ayıran fiyordu uzaktan gösteren Kings Of Convenience üyeleri; “Sizin İstanbul Boğazı’na benzemiyor mu?” diyorlar. Ekranda gözüktüğü kadarıyla andırıyor gerçekten. Türkiye’yi defalarca ziyaret eden bir ikili Kings Of Convenience. Daha sohbetimizin başındayken; “Bu sevginin nedenini hep merak etmişizdir” diyor Erlend Oye ve Eirik Glambek Boe. Gerçekten, neden acaba? Müziklerindeki mutlu melankoli, özellikle İstanbul dinleyicisi nezdinde hakikaten karşılık buluyor. Onları 2005’te buradaki ilk konserlerinde, Ses Tiyatrosu’nda izleyişimi anımsıyorum. Konserin sonunda seyircilerin sahneye çıkışı ve huzurla dans edişi hala gözümün önünde. Acaba bazı şeylerin -kısmen de olsa- yolunda olduğu bir geçmişi de anımsattıkları için mi bu kadar seviliyorlar? Mutlu bir kolektif hafıza mı var işin içinde? Fazla nostaljik geliyor bu düşüncem. Üzerinde çok da durmadan günümüze, tam da bu hafta yayınladıkları yeni albümleri Peace or Love’a geliyorum hemen. İlk albümlerini tam yirmi yıl önce yayınlayan topluluğun, uzun zaman sonra kaydettikleri ilk çalışma bu. Pandemi üretkenliğinden de doğmamış. Üzerinde yıllardır çalıştıkları şarkıların hikayesi Sicilya’dan Bergen’e, hatta İstanbul’a kadar uzanıyor. Albümün çıkış şarkısı “Rocky Trail” bir İstanbul konseri dönüşünde, uçakta doğmuş. Tam da 2013’teki bu konserlerinden döndükten birkaç gün sonra da Gezi olayları yaşanmış. Kings Of Convenience’la yeni albümleri Peace Or Love’u konuştuk.  Bu sene ilk albümünüz Quiet Is The New Loud’un da yirminci yılı. Geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz? Eirik Glambek Boe: Quiet Is The New Loud’da aslında hem söz hem de müzik açısından kendimize bir alan çizmiştik. Yarattığımız çerçeve bizim için en baştan bir netlik ve özgürlük alanı oluşturdu. Yaşımızı düşününce, aslında bu şarkıların arkasında bir yaşanmışlık da yoktu. Albümde; hayatın nasıl gideceğine, başımıza neler geleceğine dair tahminler vardı. Kimi kehanetlerimiz gerçek de oldu. Zaman içerisinde güçlü ve zayıf olduğumuz yanları daha iyi öğrendik. Hala tam profesyonel olduğumuzu söyleyemem. Çünkü amatör ruhumuzu koruyoruz. Bestelerimiz daha zengin ve karmaşık hale geldi. Olgunluğumuzu bu alanda yaşadık. Hayatlarınız da çok fazla değişti bu zaman diliminde... Eirik: Artık üç çocuğum var. En büyük değişiklik bu. Çocukken fazlasıyla felsefi, melankolik, ciddi bir karakterdim. Yetişkin bir insanın perspektifini edinmek için acele ettim. Fazlasıyla sorumluluk sahibi, yaşlı biri gibiydim. Sonradan anladım ki, bu çok da iyi bir fikir değil. Büyüdükçe çocuklaştım, kaygılarım azaldı, bu kısıtlamalardan kurtuldum. Hayat gerçekten kısa, mutlu olabileceğiniz fırsatları iyi değerlendirmelisiniz. Erlend Oye: Ben Eirik’in gittiğinin tam aksi yöne doğru ilerleyip olgunlaştım. Hayatımın ilk başladığı yıllarda Bergen’deydim. Berlin’de, Sicilya’da yaşadığım tüm o yılların ardından, annemin ölümüyle yeniden buraya döndüm. Dipsiz bir deniz gibiyim artık. Yaşadığım yer de belli değil. Bir orada bir buradayım.

Kings of Convenience dördüncü albümü Peace or Love’u bu hafta yayınladı.
Kings of Convenience dördüncü albümü Peace or Love’u bu hafta yayınladı.
Karantinayı da Meksika’da geçirmişsiniz. Farklı ülkelerde bulunmak müziğinizi nasıl etkiliyor? Erlend: Farklı şarkılar yazmanı sağlıyor. Ama bunu yapan mekan mı, yoksa bestelerin yapıldığı gitar mı? Emin değilim. Çünkü bir yere gittiğimde hangi gitarı bulursam onu çalıyorum. Eirik: Bence müzik ne hissettiğinizle çok ilgili. Farklı mekanlara gittiğinizde hisleriniz değişiyor. Yeni bir şarkının zihnimde canlandığı anlarda hep farklı bir ruh halinde olduğumu gözlemliyorum. Yeni albümünüz Peace or Love’un çıkış şarkısı “Rocky Trail”ı da İstanbul dönüşünde yazmışsınız. Eirik: Şarkının melodisi 2013 yılında, İstanbul’daki bir konserimizden dönerken, uçakta aklıma gelmişti. Sicilya’ya, o dönem Erlend’in yaşadığı eve döndüğümüzde bestelemiştik şarkıyı. Erlend: Tam da konserden birkaç gün sonra Gezi Parkı eylemleri başlamıştı. Seyircinin ilgisi konser esnasında da dağınıktı. Peace or Love, 12 yıl sonra yayınladığınız ilk albüm. Neden beklediniz? Eirik: Aslında hiç durmadık. Konserlerimiz hep devam etti. Bu albüm üzerinde de son beş yıldır çalışmaya devam ediyorduk. Kariyerinizde ilerledikçe yeni şarkılar yazmak da, onları kaydetmek de eskiye oranla daha zorlaşıyor. Erlend: Açıkçası ben sürekli albüm yayınlayan müzisyenlerden şüpheleniyorum. Kariyerlerinin başındayken bunu anlayabilirim. Çünkü geçmişinizden gelen şarkılarınız olabilir. Ama sonrasında, biriktirmek için bir şeyler yaşamalısınız. Yaratım sürecinde sizleri neler etkiledi? Erlend: Bu şarkılar aynı yaştaki iki insanın deneyimleri üzerine yaratıldı. Çok uzun bir zaman diliminde üretilmiş olsalar da, aslında her biri ufacık bir duyguya ve ana odaklanıyor. İlişkilerimizde yaşanan olaylar, hayatta başımıza gelen durumlardan esinleniyorlar. Eirik: Bu dönemde kendimize dair keşifler de yaptık. Nasıl keşifler yaptınız? Eirik: Yeni albümü kaydetmeye başladığımızda önce teknik konulara odaklandık. Şarkıyı hangi odada, hangi mikrofonla, hangi gitar teliyle kaydedecektik? Fakat kayıtları dinledikçe, bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettik. Tüm dikkatimizi hata yapmamaya veriyorduk. Bunda bir sorun yok ama bu işin kendisini büyüleyici de kılmıyor. Anladık ki; derdimiz kusursuz bir albüm yaratmak değil, büyüleyici anları yakalamak. Buna odaklanınca her şey yerli yerine oturdu. O büyüleyici anlarda size Feist da eşlik ediyor. Onunla iki yeni şarkınız var albümde. Eirik: Müzik açısından böylesine yetenekli birisiyle birlikte çalışmak çok etkileyici. Ona bir melodi gönderdiğinizde inanılmaz bir öyküyle ve vokalle geri dönüyor. Tam bir sihirbaz. Turnelere geri dönüyorsunuz. Müzik endüstrisinin geleceğinden neler bekliyorsunuz? Eirik: Bir ayda tüm canlı müzik endüstrisinin kaybolabildiğini gördük. Streaming platformları da müzisyenlerin yaşamlarını sürdürmesi için tutarlı bir katkı sağlamıyor. Bu tip platformlardan asıl faydayı başkaları sağlıyor. Gelecekte plak şirketleri ve streaming platformları ile yapılan tüm anlaşmalara yakından bakılması gerekiyor. Yoksa sanatçıların kayıt ve hayat masraflarını, eğer milyarlarca kez dinlenmiyorlarsa, çıkarabilmelerinin imkanı yok. Seyahat edememek size neler düşündürdü? Eirik: Bir topluluk olmanın ne kadar kıymetli olduğunu yeniden hatırladım. Son yıllarda seyahat etmenin kolaylaşması ile bu duygu birçokları için kaybolmaya başlamıştı. Her şey aniden durunca, tüm dostlarımın önümüzdeki günde, haftada aynı şehirde olacağı bilmek, benim toplumla bağımı güçlendirdi. Paris’e, New York’a, Tokyo’ya giden arkadaşlarımın hikayelerini dinlemekten çok daha mutluluk verici bu. Bizlere dayatıldığı şekliyle, sürekli bir şey yapma, bir yerlerde olma arzusundan rahatsızım. Bu topluluk olma duygusu konserlerde de çok hissediliyor... Eirik: İç dünyanızda yarattığınız bir şeyin insanlarda karşılık bulması çok tuhaf. Duygusal ilişkilerimizde karşımızdaki insanın söylediklerimizi anlamasını isteriz ya... Biz bunu, aslında bizleri tanımayan insanlarla yaşıyoruz. Sahnedesiniz, duygusal bir mesajınız var ve bu insanlar tarafından anlaşılıyor. Yüzlerinde, gözlerinde bunu görüyorsunuz. Çok az kişinin yaşayabileceği, çok özel bir duygu bu. Bu duygusal yapı müziğinizin temelini de oluşturuyor. Nasıl hem melankolik hem de mutlu tınlayabiliyorsunuz? Eirik: Bossa Nova’dan çok etkilendik. Bu müziğin temelinde mutluluk ve mutsuzluk aynı anda var. Eğer hüzünlü sözler yazarsam, ona mutlu bir melodi ekliyorum. Ya da aksini yapıyorum. Bana sorarsanız bir şeye ne kadar yakından bakarsanız, ondaki zıtlığı o kadar net görürsünüz. Mutluluğun içinde mutsuzluk, mutsuzluğun içinde de mutluluk var. İstanbul’a ne zaman yeniden yolunuz düşecek? Erlend: İstanbul her zaman listemizin başında. Henüz bir teklif almadık ama mutlaka geleceğiz. Türkiye’de sponsorluklarla ilişkilerin çoktandır değiştiğini, alkol sponsorlarının artık alınamadığını, bu yüzden işlerin zorlaştığını da biliyoruz. Bu bir yana, neden İstanbul’da bu kadar sevildiğimizi de gerçekten merak etmişimdir.