KONDA Genel Müdürü ve Oksijen yazarı Bekir Ağırdır, siyasetteki son gelişmeleri analiz etti: Erdoğan’ın, Saadet Partisi’nin yüzde 1’i biraz aşan 673 bin oyuna ihtiyacı var. Erdoğan’ın nihai hedefi CHP ile kriminalize edilmiş HDP’yi yalnız bırakmak... Cumhurbaşkanı Erdoğan, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ü 7 Ocak’ta Ankara Bahçeli-evler’deki evinde ziyaret etti. Sadece Anadolu Ajansı’nın tek kare fotoğraf servis ettiği görüşmeyle ilgili açıklama yapılmadı.2020’un son haftası ve 2021’in ilk haftasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’yi ve Saadet Partisi’nin Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ü evlerinde ziyaretleri siyaset kulislerini dalgalandırdı. Bu ziyaretlerdeki görüşmelerin içeriğini tahmin etmek çok zor değil.
Bahçeli görüşmesinde muhtemelen siyasi gündem değerlendirilmiş olsa da Cumhur İttifakı’nın karşısındaki bloka dair değerlendirmeler ilk sıradadır. Elbette birkaç ay içinde Meclis’te gündeme gelecek olan Meclis İç Tüzüğü ve Seçim Yasalarındaki olası değişiklikler ittifak değerlendirmeleri çerçevesinde ele alınmıştır. İlginç olan Asiltürk ziyaretiydi bence. Erdoğan’ın talebinin duygusal gerekçelerle de bezenmiş bir dille Saadet Partisi’nin neden Millet İttifakı içinde olmaması gerektiği ve mümkünse de Cumhur İttifakı’nda olması gerektiği ele alınmıştır. Bu görüşme içeriklerinin üç aşağı beş yukarı bu minvalde olması sürpriz de değil ilginç de. Saadet Partisi’nin Millet İttifakı içinde girdiği 2018 genel seçimlerindeki oyu yüzde 1.34, bir başka sayı ile geçerli oyların içindeki oy sayısı 673.731 oy. 2019 yerel seçimlerindeki İl Genel Meclisi oyu ise yüzde 2.84 ya da 1.312.652 oy. Yerel seçimlerdeki oyu, bir miktar yerel sorun ve yerel aday etkisiyle görece yüksek olsa da genel seçimlerde yüzde 1.34 alan Saadet Partisi’nin bizzat Erdoğan tarafından Asiltürk’ün evine gidilerek davet edilmesi, görüşmenin ilginçliğini oluşturuyor aslında. Çünkü iktidar blokunun o yüzde 1’i biraz aşan oya ya da 673 bin oya ihtiyacı var görünüyor. Neden? Bu soruya cevap verebilmek için bugünkü siyasi tabloya ve bu tablonun ilk seçimlere nasıl yansıyacağına bakmak gerekiyor.
Siyasi tabloda sıkışmışlık
Bugün tüm yaşanan gerilimlere, pandemiye ve pandemi sürecinin yönetim problemlerine, işsizlik-enflasyon-faiz-cari açık-yatırımsızlık gibi ekonomik buhranın tüm sorun alanlarına karşın iktidar blokunun oylarında radikal düşüşten ya da muhalefet blokunun oylarında radikal yükselişten söz edemiyoruz. Bu problemler yumağı nedeniyle iktidar bloku seçmeni çözülüyor. Ama çözülen seçmen muhalefet bloku partilerine veya yeni kurulan partilere kaymıyor henüz. Seçmen gri alanda yığılmaya, beklemeye devam ediyor. Yine de Cumhur İttifakı partileri dışındakilerin tümünü muhalefet bloku olarak kodlarsak, iktidar blokunun yüzde 50’nin altına indiği gözleniyor. Yayınlanan hemen tüm anketlerde, aşağı yukarı 48-52 bandına sıkışmış ve muhalefet blokunun bir adım önde olduğu bir siyasi tablo görülüyor. Böyle bir sayısal sıkışmışlık da hangi tarafın kaybedeceği ya da kazanacağına dair sayısal bir kesinlik ima etmiyor henüz. Pandemi ve ekonomik buhran gibi reel sorunların ağırlığı nedeniyle seçmen kendi bireysel hayatının sorunlarına odaklanmış, yaşamını sürdürme gailesine kilitlenmiş durumda. Bu nedenle de bir bakıma siyasetle ilişkisini belirleyen temel dürtü siyasetten umutsuzluk. Bu umutsuzluk herkesin kendi partisini sorgulamasını, eleştirmesini beraberinde getiriyor. Öte yandan da hala kimliklere ve siyasi kutuplaşmalara sıkışmışlık nedeniyle diğer partilere mesafeli duruyor. İktidar blokunun seçimlere yönelik siyasi stratejisine bakıldığında bazı temel karakteristikleri gözlemlemek mümkün. Bu seçim stratejisinin temelinde güvenlik esaslı politikaların devamı, dış politikadaki gerilimlerin askeri ve sınır güvenliği esasına göre algılanması ve sürdürülmesi, ekonomide strateji değişikliğiyle yapısal reformları kurgulamakta maharet eksikliği, yönetim sistemi değişikliğinin getirdiği yeni kurum ve kuralların inşasında keyfiliğe devam gibi bir dizi tercih yatıyor. İktidarın bu temel tercihlerinde bir değişiklik yapma niyet ve arzusu da gözlenmiyor. Bu durumda iktidarın varolan sorunların çözümü ve yeni başarı hikayeleri üzerinden eksilen seçmenlerini yeniden kazanması ya da yeni seçmen kümelerini ikna edebilmesi neredeyse imkansız görünüyor. İktidarın da bunu kabullendiği anlaşılıyor.
Aktörler üzerinden siyaset
Bu kabulden yola çıkarak da bir siyasi mühendislik ve aritmetik hesaplama gündeme geliyor. İktidarın siyasi stratejisi seçmenler üzerinden değil aktörler, liderler, partiler üzerinden kurgulanıyor. İşte bu kurgu da, iktidarın Saadet Partisi’nin 600 bin oyuna ihtiyacını besliyor. O zaman soru şu Saadet Partisi iktidar blokuna geçer mi? Parti kurumsal aklı geçse bile 600 bini aşkın seçmeni kategorik olarak parti kararına bakarak iktidara oy verir mi? Bu kurgunun temel hedefi muhalefet partilerinin tek bir ittifakta buluşmasını engellemek. Mümkünse HDP ve CHP’yi yalnız bırakmak ve birden fazla ittifak oluşmasını iteklemek ya da bazılarını iktidar blokuna çekmek. Bunun için de muhalefet blokuna iki koldan taarruz ediliyor. Bir yandan uzun süredir devam eden HDP’yi kriminalize etme ve bunu üzerinden muhalefet blokunda çatlak oluşturma çabası sürüyor. İyi Parti’ye yönelik “eve dön” çağrıları ve şimdi de SP’ye yapılan açık davet da, iktidar blokunu güçlendirme çabasını destekliyor. Bu stratejinin bazı temel unsurlarının olduğu anlaşılıyor. Birincisi siyasi söylemde, güvenlik güçlerinin gündelik hayat pratikleriyle, yargının bazı kararlarıyla terör tanımını olabildiğince genişletmek. Medya ve siyasi söylem üzerinden seçmendeki terör ve terörist algısını genişletmek hedefleniyor. Her türlü hak talebi ya da itiraz, ister çevrecilerden, ister kadınlardan ya da öğrencilerden gelsin, terör ve terörist kavramına tıkıştırılıyor.Siyasi alan daraltılıyor
Bir taraftan da dış politik gerilimler ve dünyada yaşanan yeni bölüşüm kavgasının içeriye yansımaları düşman tanımını genişletme aracı olarak kullanılıyor, içerideki muhalefet de “yerli-milli olmamak” söylemi üzerinden düşman parantezine alınıyor. Oldukça genişletilmiş terörist ve iç düşman tanımları üzerinden de siyasi alanı olabildiğince daraltacak yasal düzenlemeler ve politikalar uygulanarak siyasi muhalefetin tümü terörist ve iç düşman tanımına sıkıştırılıyor. Elbette bu stratejinin bir diğer unsuru kimlik siyasetini ve kutuplaşmayı sürdürmek. Bunun için de İyi Parti’ye milliyetçilik üzerinden, Saadet Partisi’ne dindarlık üzerinden, terörist ve iç düşman olarak tanımlanan HDP ve CHP ile beraber olmamaları gerektiği söyleniyor.Seçmen kendi toplum mühendisliğini yapar
Siyasetçilerin siyaset ve toplum mühendisliği çabaları bilinmedik, denenmedik konular değil. Siyasetçilerin ve siyaset iletişimcilerinin ıskaladıkları şey, seçmenin kağıt-kalemle yapılan hesaplara göre davranmıyor olduğu gerçeği. Son on yıldır seçmen, kimliğine ve kimlik siyaseti üzerinden kutuplaşmalara sıkışmış durumdaydı. Bir bakıma seçim değil, kimlik sayımı yapıyorduk. Fakat 2019 yerel seçimlerinde kutuplaşma kadar, negatif kimliklenme de belirleyici oldu. Seçmen çözülemeyen sorunlardan, kimliğini temsil eden partinin yetersizliklerinden dolayı partisine karşı eleştirel pozisyonunu güçlendiriyor olsa da diğer kimliklerin partilerine olan olumsuz kanaat ve duygularından dolayı yerinde durmaya, partisine oy vermeye devam etti. Bir bakıma kimliğinin partisine aşk ve sadakat duygusuyla değil diğerlerine olan olumsuz duygularıyla oyunu belirledi. Ama şimdi seçmen pandemi nedeniyle can korkusu, ekonomik buhran nedeniyle açlık ve yoksulluk korkusuna gark olduğu bu zaman aralığında kimliğinden daha çok hanesinin dirlik, düzenliği arayışı üzerinden düşünmeye başladı. Bu, gerçek sorunlardan beslenen kaygılar da, kimliklerin ürettiği zihni ve ruhi eşikler ile karşı kimliğin partilerine olan olumsuz kanaatleri gevşetiyor. Seçmen, seçimin yakın zamanda olmadığı kanaatiyle birleşen bakışıyla anketlerde henüz parti tercihlerinde radikal değişiklik göstermiyor gibi görünse de yeniden düşünme sürecinde. Reel sorunlar devam ettiği sürece de kimliğe ve kutuplaşmaya sıkışma, gevşemeye devam edecek. Bu eğilimin sürmesi ve bugün henüz bilemediğimiz tercih değişikliklerine dönüşmesi siyasi mühendislik hesaplarını da boşa çıkaracak gibi görünüyor.