22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
07.05.2021 06:00

Kültürel gerilim sınıfsal olana kayıyor

Önümüzdeki seçimi belirleyecek asıl dinamik tüm farklılıkları kapsayacak yeni bir ortak yaşam ütopyasının seçmenin önünde olup olmadığı olacak. Seçmenin büyük bir kısmı henüz bunu göremediği için de kenarda durup, bekliyor henüz

Seçmen davranışını açıklamaya çalışan birçok teori ve model var. Bu modellerin önemli bir kısmı seçmenin ekonomik güdülerle ve kendi ekonomik durumuna bakarak oy verdiğini varsayıyor. Seçmen davranışını ideolojiyle açıklamaya çalışanlar, düne değil geleceğe bakarak oy verdiğini söyleyenler ve birçok model daha. Aslına bakarsanız tüm teori ve modellerin bir açıklayıcılığı var elbette. Ama hikaye yalnızca seçmen tercihlerinin motivasyonu, gerekçeleri değil aynı zamanda; hangi zaman aralığında ve hangi ekonomik, toplumsal, siyasal dinamiklerin içinde, hangi güdülerin belirleyici olduğu. “Zamanın ruhu” ile “toplumun ruhunun” neye işaret ettiği ve seçmenin o büyük karmaşada meseleyi nasıl anlamlandırdığıyla da ilgili. Buradan bakılınca da tek bir teori, model, açıklama tüm seçimleri ya da tüm seçmeni kapsamıyor. Aksine hangi seçimlerde hangi toplumsal ruhun ya da zamanın ruhunun hangi dinamiklerinin belirleyici olduğu her bir seçim için değişiyor. *** Kutuplaştırma siyasetini ya da kimlik siyasetini tercih eden siyasi partiler ve liderlerin çabalarının özü de esas itibarıyla seçmen tercihlerini zamanın ruhundan koparmak, bir bakıma zamanı dondurmak ve seçmenin her koşulda ve seçimde aynı kimlik veya kutup duygusuyla hareket etmesini sağlamaya yönelik. Nitekim Türkiye’de 2011 seçimlerinden itibaren 4 genel seçim, 3 yerel seçim, 2 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2 halkoylamasında sandığın sonuçlarını belirleyen bu kutuplaşma oldu ve genel gidişatı değiştirecek bir oy değişikliği gerçekleşmedi.  2002 Genel Seçimleri’nde seçmenin ana motivasyonu var olan partilerden umudunu kesmek olmuştu. Çünkü 1987’den itibaren 2002’ye kadar yapılan tüm genel ve yerel seçimlerde birinci parti değişmişti. Ülkenin ekonomik ve sosyal bakımdan çok hızlı biçimde değiştiği bir zaman aralığında seçmen bu değişime önderlik edecek partisini aradı, her birine şans verdi. Ama dönemin sonunda 28 Şubat, Marmara depremi, 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinin ürettiği büyük toplumsal travmayla da var olanları tasfiye etti.  2007 Genel Seçimleri’nin belirleyici dinamiği ise Ak Parti’nin birinci döneminin ekonomik büyümesi oldu. 2009 Yerel Seçimleri’nden itibaren Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerine oturan siyasal kutuplaşma Ak Parti’nin de tercih ettiği, enerji sağladığı ve giderek manipüle ettiği bir biçimde kültürel kimlikler ve hayat tarzları kutuplaşmasına dönüştü. 

Kutuplaşma ne demek? 

Kutuplaşma önce kendi kimliğine, tercihine, pozisyonuna aşkla bağlanmak demek. Öte yandan kutuplaşmak; yalnızlaşmak, yalnızca kendin gibi olanların olduğu bir fanusa sıkışmak, o kimliğin tüm paketini satın almak demek. Üzerinde düşünmeden, herhangi bir problemi kendi dinamikleri ve aktörleriyle analiz etmeden kategorik olarak o mesele karşısında kendi kimliğinin pozisyonunu almak demek. Kutuplaşma zihni ve ruhi esaret demek. Giderek kendi dışındakilere kulaklarını kapamak, sağırlaşmak demek. Ve öyle bir zaman geliyor ki dilsizleşmek demek. Hani bir fıkra var, hep aynı fıkraları birbirlerine anlatarak gülen grup zamanla öyle bir hale gelmişler ki fıkraları anlatmak yerine fıkraların numaraları söyleyip gülüyorlarmış, kutuplaşma işte bu dilsizleşmeye kendini mahkum etmek demek.  Kutuplaşma zaman içinde evrilerek kendi dinamiklerinden de beslenerek içerik ve katman değiştirdi. Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerine başlayan iki uçlu kutuplaşma ülkenin kadim meselelerinden de beslenerek hayat tarzı ve kültürel kimlikler arası kutuplaşmaya dönüştü. Kendilerini devlet karşısında mağdur hisseden, kimliğiyle devletin tercihleri ve dayatmaları karşısında gerilim yaşayan hayat tarzları ve kimlikler birbirlerine karşı da gerilim hissetmeye, gerilim büyütmeye başladılar. Bugün Türkiye’de artık yalnızca iktidar karşıtlığı ve yandaşlığı gibi iki eksenli bir kutuplaşma tek belirleyici değil. 

Üç köşeli kutuplaşma

Bugün yaşanan üç köşeli bir kutuplaşma. Muhafazakarlar-sekülerler- Kürtler şeklinde kategorize edebileceğimiz üçlü bir kutuplaşmayla karşı karşıyayız. Bu kutuplaşmanın her bir köşesi diğerine karşı bir karşı pozisyon ya da simetri ima etmiyor. Ama her bir köşe kendi geleceğine devletten de diğerlerinden de bir tehdit algısı hissediyor.  Elbette bu süreçlerin, iktidarın ve siyasi aktörlerin tercihleri, politikaları, söylemlerinin yanı sıra ekonomik, sosyal ve tarihsel boyutları ve dinamikleri de var. Ama bu daha uzun bir yazı ve bahis konusu. 2015’ten beri sürekli gerileyen ekonomi, özellikle gelir dağılımındaki adaletsizlik ve işsizliğin artışı, partizanlığın hayatın her alanında yoğunlaşması gibi iktidarın başarısızlıkları nedeniyle kutuplaşma da değişmeye başladı. Son yerel seçimlerin belirleyici karakteri, kutuplaşmanın kendi pozisyonuna aşkla bağlanmaktan çıkarak karşı pozisyona olan olumsuzluk, hatta düşmanlık duygularının öne çıkması oldu. “Negatif kimliklenme” dediğimiz bu süreçte seçmen artık kendi kimliğine ve partisine olan sadakati ile değil karşı kimliğin partilerinden beslenen, o partilere, söylemlere kondurduğu olumsuz duygularla davrandı. 

Seçmen neden kararsız?

Fakat on beş aydır yaşanan pandeminin ürettiği can derdi ve iki yıldır artık dayanılmaz hale gelen geçim derdi bütün hikayeyi ve süreci değiştirecek potansiyeli barındırıyor. Araştırmalarda görülen gri alandakiler, ortadakiler ya da kararsızlar dediğimiz kümenin oranlarındaki artışın nedeni de bu. Reel gündelik hayat sorununun, hanenin dirliğinin düzenliğinin üzerindeki can-işsizlik-enflasyon- geçim baskı ve tehdidinin ürettiği basınç ve hararet o denli büyük ki kültürel kimliklerin, kutuplaşmaların ürettiği zihni ve ruhi esaret geriliyor.  Seçmenin neredeyse üçte biri artık kararsız olduğunu veya oy kullanmayacağını söylüyor. Bu büyüklükte kararsız ve oy kullanmayacak seçmen olması nedeniyle matematik hesaplamalarla partilerin nihai oy dağılımını hesaplamak, böylesi sayılardan siyasi yorum yapmak yanıltıcı olabilir artık. Seçmenin bu denli büyük bir kümesinin gri alana kayması kendi başına birçok şey ima ediyor zaten. Bu büyüklükte seçmenin varlığı siyasi aktörlerden ve ülkenin gidişatından derin rahatsızlığın göstergesi aslında.  

Seçmenin yüzde 36’sı umut beslemiyor

Genellikle gri alan olarak tanımladığımız bu seçmen kümesinin giderek büyüyor olması ülkenin sorunlarına siyaset marifetiyle çözüm bulunacağı umudunu azaltıyor. Örneğin seçmenin yalnızca yüzde 36’sı “kızının/oğlunun Türkiye’de iyi bir geleceğe sahip olacağını” düşünürken yüzde 64’ü böyle bir umut beslemiyor hale gelmiş. Örneğin haneler geçimlerini sağlamakta giderek daha fazla zorlanmakta ve borçlanarak ya da yarı aç yarı tok yaşayanların oranı yüzde 29’a ulaşmış durumda. Her 3 kişinin 2’si hem kendi hayatında hem de ülke hayatında bugünkünden de daha derin ekonomik sıkıntı ve kriz bekliyor. 

Ortak geleceğe inanç azalıyor

Tüm bu bulgular toplumdaki iki eğilimi besliyor. Birincisi toplumun büyük çoğunluğu ile iktidarın politika ve tercihleri arasında yarılmanın büyümesi. Bir yandan da toplum giderek karamsarlaşıyor. Bireylerin karamsarlaşması ve ortak hayata dair umutsuzluğun baskın olmasının beklenebilecek sonucu ise ortak geleceğe inancın zayıflaması. Bu durumda da bireyler ortak hayatta kurumlara güvenlerini kaybedecek, kurallara uymak konusundaki niyet ve çabaları düşecek, ortak hayatta lümpenleşme eğilimleri giderek artacaktır. Asıl tehlikeli toplumsal psikoloji de budur.  Öte yandan son bir yılda kutuplaşmanın “sekülerler” kümesinin büyüklüğünde bir değişim olmamakla beraber “muhafazakârlar” köşesinde kayda değer büyüklükte bir erime olduğu da araştırmalarda görülmekte. Bir yandan metropolleşme, eğitim seviyesindeki değişim gibi demografik, öte yandan kent ve metropollerde gündelik hayat pratiklerindeki değişim ve ötekilerle temasın yoğunlaşması gibi sosyolojik değişimler muhafazakârlığı da dönüştürüyor. Özellikle genç muhafazakar seçmenin artık iktidardan yana ya da kimliğinden yola çıkarak kategorik bir iktidar yandaşı pozisyon almadığı gözleniyor. Elbette muhafazakârlardaki bu çözülmede gerçek sorunlardan beslenmeyen, suni siyasi gerilimlerin de etkisi olduğunu düşünmek mümkün.   Uzun süren ve daha da uzun süreceği anlaşılan pandemi ve ürettiği can sağlığı riskinin yanı sıra yine hala çözüm umudu görülmeyen hanelerin geçim riski nedeniyle seçmenin ruh halinin ekonomik sınıfsal gerilime doğru kaymakta olduğunu söyleyebiliriz. Gerilimin ekonomik sınıfsal katmanının güçlenmesi de kültürel kimliklere ve kutuplaşmalara bağımlılığı azaltıyor. Bir bakıma her iki katmanın dinamikleri aynı anda ve birbirlerini de etkileyerek değişiyor.   Önümüzdeki seçimi belirleyecek asıl dinamik hem kültürel hem ekonomik katmanların gerilimlerini dikkate alabilen, bir bakıma tüm farklılıkları kapsayacak yeni bir ortak yaşam ütopyasının seçmenin önünde olup olmadığı olacak. Seçmenin büyük bir kısmı henüz bunu göremediği için de kenarda durup, bekliyor henüz.